Ayten Alpman’ın Bir Başkadır Benim Memleketim şarkısını kim bilmez ki.
“Havasına suyuna taşına toprağına
Bin can feda bir tek dostuma
Her köşesi cennetim ezilir yanar içim
Bir başkadır benim memleketim” diye başlar ve devam eder.
Muğla, Afyon, Burdur, Isparta ve Konya’nın bazı bölümlerini içine alan birkaç günlük hızlı bir tur yaptık. Hemen her yerde bereket fışkırıyordu.
Tarlalar dolu doluydu.
Peki, çiftçiler mutlu muydu? Evet demek çok zor.
Üniversiteler bir bir yeni öğretim yılına başlıyor. Açılışları da tıpkı mezuniyet törenleri gibi sönük geçiyor.
Moraller bozuk.
Kazanamayanlar gibi kazananlar da mutsuz, mezunlar da.
Oysa sonuçlar açıklandığında ne de çok sevinmişlerdi.
Bu tablo ülkemizde böyle de diğer ülkelerde farklı mı?
Artılarıyla, eksileriyle hemen hemen aynı.
Günümüz gençleri daha fazlasını istiyor ama sistem kendilerine yetişemiyor.
Örneğin, öğrenim süreleri çok uzun, müfredat programları hayatın çok gerisinde, meslek yelpazesinin değişmesi ve genişletilmesi gerekiyor ama bu kimsenin umurunda değil.
Bursun, barınma ve beslenme sorununun ne kadar önemli olduğunu, gazeteciliğe başladığımız ilk günden bugüne defalarca dile getirdik, görünen o ki daha uzunca bir süre yazmaya devam edeceğiz.
Bu konuda bir art niyet söz konusu olabilir mi?
Kesinlikle hayır.
Güvenilir bir sistem ve güvenilir kurumlar oluşturmadık hepsi o!
Yaptığı bağışın, verdiği bursun doğru kişilere gideceğinden emin olsalar, eminiz ki milyonlarca hayırsever, çocuklarımızın ve ülkemizin geleceği için yediği lokmanın yarısını onlarla paylaşır.
Bu süreçte her şeyi devletten beklemek kolaycılık olur. Devlet, elbette verebileceğinin en fazlasını versin ama hayırseverlerin katkısı da çok önemli. Hele ki bizim gibi öğrenci sayısının çok yüksek olduğu ülkelerde.
Devlet yurt veriyorsa, bizler de cep harçlığı verelim, yemek sunalım, entelektüel birikimlerini güçlendirecek katkılarda bulunalım, kitap desteği verelim, yurt dışı eğitim programlarından daha büyük oranlarda yararlanmalarını sağlayalım.
“Bütün bunlar bizim görevimiz değil, devlet ve aileleri düşüns
Üniversiteler açılmak üzere ve öğrencilerin çoğu barınma, burs ve beslenme sorununu hâlâ çözebilmiş değiller.
Sizin için çok da önemli olmayan mini minnacık burslar, bir gencin hayatını değiştirebilir. Onu gelecekte belki de çok önemli biri haline getirebilir.
Bir genç iyi bir eğitim alırsa, sadece kendisinin ve ailesinin değil, ülkenin ve dünyanın kaderini de değiştirebilir.
Geriye dönüp bakıldığında bunun yüzlerce örneği görülebilir.
Gençlerimizin geleceği yoksullukları nedeniyle heba olmamalı.
Buna ne devlet olarak ne de ebeveynler ve hayırseverler olarak asla müsaade etmemeliyiz. Yetenek ve başarılarınızla bir yere kadar ilerliyor, sonra tıkanabiliyorsunuz. Örneğin, ülkemizin en iyi lise ya da üniversitelerini bitirip yurt dışına açıldığınızda, hatta dünyanın en iyi üniversitelerinden öğrenim bursu kazandığınızda, eğer cebinizde yaşam giderlerinizi karşılayacak kadar harçlığınız yoksa hayallerinize veda etmek zorunda kalabiliyorsunuz. Hemen her yıl yüz binlerce konut üretiyoruz. Yılda bin
Birbirinin alternatifi olmayan, tam aksine, birbirini tamamlayan kavramlar vardır. Pedagoji ve teknoloji de o paydaşlardan ikisi. O mu, bu mu demek yanlışların en büyüğü olur. Birini öne çıkarıp diğerini yok saymak ise sadece kendimizi kandırmamıza neden olur.
Teknoloji yüzünden özelliklere akıllı telefonlar nedeniyle önce konuşmayı ve yazmayı, şimdi de yapay zekâyla düşünmeyi unuttuk diyen çok çıkar.
Haksız da sayılmazlar.
Aynı masada oturan dört kişiden, dördünün de elinde telefon, bulundukları ortamın çok uzağında, sanal ortamda kaybolup gittiklerine çok şahit olmuşsunuzdur.
Evlerde durum farklı değil.
Avrupa’da hatta dünyada akıllı telefonları elinden düşünmeyenlerin her daim ilk 5’inde yer alıyoruz. Bilimsel üretkenlikte ise maalesef son 5’teyiz.
Tıpkı telefon gibi bilgisayar ve akıllı tahtalar da çok satılıyor ama ne kadarı amaca uygun olarak kullanılıyor? Ne kadarı harcanan paraya değiyor?
Uzun süre teknolojinin eğitimde devrim yaratacağı söylendi ama geldiğimiz son nokta maalesef bu.
Akıl ve bilim kadar tecrübe de çok önemli.
Teoriyi pratikle desteklemediğinizde büyük hayal kırıklıkları yaşayabilirsiniz.
YÖK, daha önceki açıklamalarının bir benzerini, ek yerleştirme sonrasında da yaptı.
Üniversitelerin yüzde 99 dolduğunu ve bunun da memnuniyet verici olduğunu cümle âleme duyurdu.
Peki, ek yerleştirmeyle üniversiteli olan adayların ne kadarı kayıt yaptıracak?
Daha da önemlisi, birinci ve ikinci yerleştirme sonunda kayıt yaptıran öğrencilerden ne kadarı derslere devam edecek, ne kadarı gelecek yıl tekrar sınava girecek, ne kadarı bu yıl kaydolduğu bölümü bitirecek, ne kadarı mezun olduğu alanda, kaç yıl içinde iş bulacak?..
Ayrıntılara girmeden önce gelin YÖK’ün bu yöndeki açıklamasına bir göz atalım:
“2022 yılı Yükseköğretim Kurumları Sınavı’nda kaldırılan baraj puanı uygulaması sonrası yükseköğretim kurumları kontenjanlarının yüzde 99’u dolmuştur. Hem ilk yerleştirmeler hem de ek yerleştirmelerde yükseköğretime erişim açısından önemli bir başarı elde edilmişti
Üniversite demek eğitim, bilim, akıl demek.
Bu yüzden değerini kaybetmesi mümkün değil.
Peki ya içi boşaltılırsa?
Üniversiteyi üniversite yapan değerler yok edilirse?
Kendini yenilememek için inat ederse?
Üniversitelerin dünya genelinde dolayısıyla ülkemizde değer kaybetmelerinin önemli nedenlerinden biri de bu. Yani değişime karşı direnmeleri!..
Çocuklarımızın karşısına tek hedef olarak üniversiteyi koyduk.
Milyonlarcası üniversiteye girmek için gecesini gündüzünü, gençliğini feda etti.
Milli Mücadele yılları 12 yıldır çok yönlü olarak “Son Kale Haymana”da ele alınıyor.
Neden Son Kale?
Osmanlı ordularının çekile çekile geldikleri son noktadır.
Geri çekilme ve mağlubiyet dönemi bitmiş, kurtuluşa giden yolda taarruz dönemi başlamıştır.
Haymana düşerse Ankara Hükümeti düşecek ve Türkiye Cumhuriyeti daha kurulmadan yok olacaktı.
Başkumandanlığını bizzat Mustafa Kemal’in yaptığı, “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır, o satıh bütün vatandır” sözleriyle dünya savaş literatüründe yeni bir çığır açan ve 22 gün, 22 gece durmaksızın devam eden bu savaşın sonuçları kadar ismi de hep gündemde kaldı.
Haymana Belediyesi’nin ev sahipliğinde ve Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi’nin öncülüğünde gerçekleşen sempozyumların müdavimlerinden biri olarak, hep şu soruyu sordum:
“Sakarya ile yakından uzaktan ilgisi olmayan Haymana’da gerçekleşen bir savaşın adı nasıl Sakarya Savaşı olabilir?”