Üniversite sayımız 10’a, öğrenci sayımız 100’e katlandı.
Peki, öğretim üyesi, yurt, burs, ulaşım, istihdam ve en önemlisi de yemekhane sayımız aynı oranda arttı mı?
Evet demek mümkün değil.
İstanbul’da üniversite sayısı 60’a çıktı. Neredeyse her köşe başına bir vakıf üniversitesi açıldı.
Peki, kaçının yurdu var? Kaçı öğrencilere uygun fiyatlarda yemek olanağı sunuyor?
Yılda yüz binlerce konut üreten bir ülke olarak, her yıl birkaç yüz yurt yapmak işten bile değil ama nedense ona bir türlü sıra gelmiyor. Yine aynı şekilde, dünyanın pek çok üniversite kentinde olduğu gibi üniversite öğrencilerine günde üç öğün yemek verecek aşevleri yapmak o kadar zor mu?
Keşke artık onlara da sıra gelse.
Niye mi?
Kim ne derse desin, öğrenciler ne istediğini çok iyi biliyor. Özellikle de en tepedekiler.
Örneğin, herhangi bir alanda Boğaziçi olmazsa olmazların başında geliyor.
Yine öğrenci tercihlerini belirleyen en önemli etkenlerden biri de yurt ve burs olanakları.
Bu yüzdendir ki vakıf üniversitelerinde burslu öğrenciler ile ücretli okuyan öğrenciler arasında 100 puanı aşan farklılıklar var.
Bu süreçte en çok merak edilen konulardan biri de Boğaziçi Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nin Galatasaray Hukuk’u tahtından indirip indirmeyeceğiydi.
Sonuçlar açıklandı.
Sonuç, şaşırtıcı olmanın da ötesinde Boğaziçi için tam bir şok niteliğinde.
Bırakın Galatasaray’ı, ilk 10’a zor girdi.
Bir önceki yazımızda, “Üniversite öğrenimi, iyi bir gelecek için çok önemli ama tek seçenek değil. Hayata dönük diğer seçenekleri de incelemekte yarar var. Neler mi? Onları da bir sonraki yazımızda paylaşacağız” demiştik.
Bugün, gelin bu konuda hep birlikte bir fikir jimnastiği yapalım.
Örneğin, doğan her çocuğu üniversite kapısına yığmak ne kadar doğru?
Dünya geneline baktığımızda böylesi bir uygulama söz konusu değil.
En gelişmiş ülkelerde bile üniversiteye yönelen aday sayısı doğan çocuk sayısının üçte birini bulmaz. Diğer üçte ikisi ise ilkokuldan sonra ilgi, yetenek ve akademik başarılarına göre farklı alanlara yönlendirilir.
İlle de üniversite diyen ve akademik performansı buna yeterli olanlar üniversite kulvarına girer diğerleri de mesleki eğitime ya da hayalleri ve olanakları doğrultusunda farklı alanlara yönelirler.
Bizde yanlış olan, tüm öğrencilere üniversite hayali kurdurup, yıllarca dershanelerde ve sonu gelmeyen sınavlarla oyaladıktan sonra paçavraya çevirip bir kenara
Üniversite sınav ve yerleştirme sonuçlarına ilişkin sayısal veriler çok ilginç. Keşke tek tek ve uzun uzadıya konuşulsa, tartışılsa ve elde edilen veriler çerçevesinde yeni bir yol haritası çizilse.
Çocuklarımızı mutsuz etmenin ötesinde bir işe yaramayan bugünkü sınav sistemi mutlaka yeniden ele alınmalı.
Buna her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var.
Neden mi?
Çocuklarımızın girmek için yarıştığı en başarılı liselerin mezunları bile hayaline kavuşamıyor.
Hayallerini bir yıl öteleyip dershaneye gidiyor.
Peki o zaman o okullara girmek için harcadıkları onca emek, zaman, para ve en önemlisi de yaşayamadıkları çocukluk ve gençlik yılları ne olacak?
Elbette her şeyin bir bedeli olmalı ama bu kadar da ağır olmamalı.
Üniversiteyi kazananlar açıklandı. Adaylardan yüz binlercesi sevindi, milyonlarcası aradığını bulamadı.
2022 YKS’ye 3 milyon 200 bin aday başvurdu. 120 bini hiç sınav girmedi. 773 bini puanı hesaplanmasına rağmen tercih hakkını kullanmadı. Barajlar kalkmasına rağmen 13 bin kontenjan boş kaldı.
Üniversiteyi kazanan 838 bin adayın 220 bini halen üniversitede okuyan, mezun ya da ayrılan! En çok istenen ilk 3 tercihe girenlerin oranı ise yüzde 50 bile değil! Başarı sıralamasının en tepesinde bulunan fen liselerinde bile fire oranı çok yüksek! Devlet fen lisesi mezunu 55 bin adaydan 20 bini tercih yapmadı. Mezuna kaldı. Ön lisans ve açıköğretim dâhil üniversiteli olabilenlerin oranı ise yüzde 55’te kaldı. Yıllık öğrenim ücretleri yüz binlerle ifade edilen özel fen liselerinde de de durum farklı değil! 26 bin mezundan ancak 15 bini üniversiteli olabildi.
Peki ya sonrası?
Barajlar kaldırılınca üniversite kontenjanları yüzde 99 dolmuş.
Bu konuda adeta sevinç çığlıkları atılıyor.
Fena mı oldu? Kesinlikle hayır.
En azından devlet kaynakları heba olm
Dünya bilimine katkı sıralaması ile kalkınmışlık sıralaması hatta bir adım ötesine gittiğinizde demokrasi, hukuk, estetik değerler, insan hakları, doğaya saygı ve daha pek çok konudaki sıralama birbiriyle bire bir örtüşüyor…
Eğitim altyapısını tamamlamadan, bilim toplumu olmadan geleceğe emin adımlarla yürümek günümüzde hiç de kolay değil.
Petrol, doğal gaz ya da diğer yeraltı madenleri ile zengin olan pek çok ülkede yaşanan derin hayal kırıklıklarının en önemli nedenlerinden biri de budur.
Akıl ve bilim toplumu olmadan diğer alanlarda yol katetmek hiç de kolay değil… Olaya bu çerçeveden baktığımızda ülke olarak çok yol katettiğimizi rahatlıkla söyleyebiliriz. Katetmemiz gereken daha uzunca bir yol olduğu da muhakkak. İşte bu yüzden eğitim ve bilim politikalarını, geleceğe yönelik olarak güncellememizin zamanı geldi de geçiyor. 100. Yıl’a nasıl bir vizyonla gireceğiz? Gelecek beklentilerimiz neler? En önemlisi de hayallerimizi nasıl gerçekleştireceğiz…
Öncelikli alanlar
Ülke olarak
Öğrenim ücretlerine yapılan zamların aile bütçelerini olağanüstü bir şekilde etkilediğini defalarca yazdık.
Görünen o ki daha uzun süre yazmaya devam edeceğiz.
Gelinen noktaya bakıldığında herkes kendi açısından çok haklı ama nedense yük sadece velilerin sırtına yükleniyor.
Oysa, bu ağır yükün ilgili paydaşlar arasında adil oranlarda paylaşılması gerekiyor…
Öğrenim ücretlerini belirleyen iki önemli faktör var. İlki maliyet, ikincisi kâr hırsı.
Devlet vergi almaktan ya da azaltmaktan vazgeçmiyor, vakıf üniversiteleri ya da kolejlerin pek çoğu da ticarethane gibi davranmaya devam ediyor. Fatura da velilere ödetiliyor.
Eğitim kurumları, ekonomik olarak üçlü bir sacayağı üzerine inşa edilir. Harcamaların üçte birini devlet ya da vakıf karşılar, üçte birini üniversite kendi kaynaklarıyla üretir, üçte biri de öğrenciden alınır.
Doğrusu bu da peki bizdeki uygulama şekli nasıl?
Ömrümüzün önemli bir bölümü okulda geçiyor.
12 yıl zorunlu temel eğitim, bir, iki yıl okul öncesi, 4, 5 yıl da üniversite dersek 20 yıla yakın bir süre eğitim alanlarımız var.
Peki niye?
İşte bu noktada beklentiler çok farklı.
Devlet iyi bir yurttaş, anne babalar kariyer sahibi bir evlat, gençler de mutlu, başarılı ve kariyer basamaklarını hızla tırmanacakları bir gelecek istiyor.
Peki, gelinen noktaya baktığımızda aradığını bulan var mı?
Ya da beklentilerin ne kadarı karşılık buluyor?
Örneğin devlet Anayasal vatandaşlık konusunda aradığını buldu mu?