MESUT Yılmaz hükümeti gitti, gidecek? Hemen herkesin konuştuğu yeni hükümeti kimin kuracağı. Mevcut liderlerin şansı gözükmüyor. Onların atayacağı güdümlü bir başbakanın da fazla bir şansı yok. Peki o halde başbakan kim olacak? Meclis içinden mi, Meclis dışından mı? Bu sorunun cevabı daha günlerce tartışılacak.
Türkiye'ye kriz politikasını Demirel miras bıraktı. Ve şu anda tam onun istediği bir ortam oluştu. Çankaya'da değil de, TBMM'de olsaydı şimdiye kadar kırk tane formül üretmişti. Hele hele kendisini dışlayan bir öneri ortaya atılsın, kıyameti koparırdı.
Şimdi Türkiye'nin gözü kulağı Çankaya'da, kimi hükümeti kurmakla görevlendirecek herkes onu merak ediyor. Eminim, onca yıllık tecrübesiyle en doğru kararı verecektir.
Bu arada başabakan adaylarının isimleri telaffuz edilmeye başladı. Bazı meslektaşlarımız, kırk yıllık Kani olur mu Yani dedirticesine yine bildik isimleri telaffuz etmeye başladılar. Belli ki hala kafaları çok eskilerde. Türkiye'deki değişimin farkında değiller. Sözünü ettikleri isimlerden hangi biri Türkiye'nin
TÜRKİYE'de şu anda yüzlerce televizyon kanalı var. Bu kanallarda binlerce yapımcı ve teknik personel çalışıyor. Hemen hepsi de TRT kökenli... Oysa ratinglere baktığınızda TRT ilk 5 kanal arasına bile giremiyor...
Kafaları karıştıran konu, diğer kanalları kanal yapan kişileri yetiştiren TRT nasıl oluyor da kendisini toparlayamıyor!..
Şimdi aynı soruyu İstanbul Üniversitesi Kardiyoloji Enstitüsü için sormamız gerekiyor. Kardiyoloji Enstitüsü, son yıllara kadar Türkiye'nin en gözde kalp merkezlerinden biriydi. Amerikan Hastenesi, Florence Nightingale, Bayındır, Alman ve İnternational Hospital ondan sonra düşünülüyordu. Zaten oralarda görev yapan uzmanların çoğu da Kardiyoloji Enstitüsü'nün hocalarıydı...
Oysa şimdi, dünün bir numaralı kalp merkezi çökme noktasına geldi. Enstitü, önceki rektör Cem'i Demiroğlu ile özdeşleştiği için ondan sonra gelen rektörler adeta intikam alırcasına Kardiyoloji Enstitüsü'nü gözden çıkarttılar. Merkez şimdi yoklar ve yoksunluklar içinde çırpınıyor. Kendilerini bilime ve insana adayan kadrolar da hızla
ÜNİVERSİTE sınavına girmek isteyenlere son uyarı! Başvurular 18 Kasım'da sona eriyor. Gerekli belgeleri oluşturup başvuru yapabilmeniz için çok sınırlı günler kaldı.
Gelen yoğun sorular nedeniyle, sınava kimlerin başvurabileceğini ve yeni sınav sisteminin temel noktalarını bir kez daha hatırlatmak istiyorum:
* Sınava lise son sınıfta öğrenim gören öğrencilerle, en az lise ve dengi okul mezunu olan herkes başvurabilir. Tek aşamalı yeni sınav sistemi için ne yaş sınırlaması var, ne de 3 ya da 5 kez girme sınırlaması... Yani yıllar önce liseden mezun olanlar da, üniversite öğrencileri de, ikinci bir fakülte bitirmek isteyenler de rahatlıkla başvurabilir.
* Başvuru formları, lise ve dengi okullardan alınıp tekrar aynı merkezlere teslim edilmesi gerekiyor. Daha sonra yapılacak başvurular ya da önceki yıllarda alınan ÖSS puanları kesinlikle kabul edilmiyor.
* 2 Mayıs'ta yapılacak ÖSS'de, önceki yıllardaki soruların benzerleri gelecek. Bilgiye dayalı sorulardan çok, muhakemeye dayalı sorular ağırlık
MARMARA İletişim Fakültesi'ndeki öğrencilerimle dün de yine güncel konuları tartıştık. Hatırlayacağınız gibi geçen hafta Levent Kırca ve RTÜK tartışmasını ele almış ve görüşlerini dile getirmiştik. Bu hafta da pek çok konunun yanı sıra YÖK'ü, tek basamaklı üniversiye giriş sistemini ve paralı eğitimi tartıştık.
Konular bir hafta önce verildiği için derse hazırlıklı geliyorlar. İlk haftalara kıyasla daha iyi durumdalar. En azından kantin sohbetlerinin ötesine geçip, farklı yorumlar getirebiliyorlar. Her ne kadar kendileri pek inanmasa da, eminim okul bitinceye kadar da dört dörtlük gazeteci adayı olacaklar.
Tek basamaklı üniversiteye giriş sistemini genelde olumlu buluyorlar. Ama zamanlamasının yanlış olduğunu, iyi anlatılamadığını ve lise 1'den itibaren başlatılması gerektiğinin altını çizdiler.
YÖK konusunda ise diğer tüm öğrenciler gibi önyargılılar. Başlarını ağırtan hangi konu varsa hepsinin sorumlusu olarak YÖK'ü görüyorlar. Örneğin yemek fiyatlarını bile YÖK'ün üzerine yıkıyorlar ki, bu çok büyük haksızlık. YÖK'ü, üniversite
EĞİTİMDE en etkili yöntem, sizce hangisi? Ödül mü yoksa ceza mı?..
Eğitim dediysek illa da okuldaki eğitim değil. Evdeki eğitim de çok önemli...
Örneğin öğretmenseniz sınıf içi otoriteyi nasıl sağlıyorsunuz? Ya da anne - babaysanız, evdeki düzeni neyin üzerine kurdunuz? Sevginin mi, korkunun mu?..
Türk eğitim sisteminde, sınıf içi otoriteyi sağlamada geleneksel yöntem hiç tartışmasız dayak ya da not silahı. Eskiden falaka vardı, şimdi dayak.
Şiddete dayalı cezalandırma yöntemi, son yıllarda medyada tartışılır hale gelince, öğretmenler artık dayak atmaktan korkar hale geldi. Çocuklarını "eti senin, kemiği benim" mantığıyla öğretmene teslim eden velilerin sayısı da yok denecek kadar azaldı...
Ama çocukların haylazlığı bitmiyor. Aksine televizyondan kaptıklarıyla, iyice ele avuca sığmaz oldular. İşte bu aşamada, cezayla ödüllendirme arasında ikileme düşen öğretmen ve anne - babalara büyük görevler düşüyor.
Çağdaş eğitim
MİLLİ Eğitim Bakanlığı bütçesi artık katrilyonlarla ifade ediliyor. 1999 bütçesi 2 katrilyon 130 trilyon lira. Yani genel bütçenin onda biri eğitime ayrılmış durumda. Diğer bakanlıklarla kıyaslandığında rakam müthiş. Peki yeterli mi? Kesinlikle hayır.
Bütçenin yüzde 80'i yine maaşlara gidecek. Kalan yüzde 20'nin yarısı cari harcamalara, yarısı da yatırımlara ayrılacak. Anlayacağınız neresinden bakarsanız bakın devlet olanaklarıyla eğitime çağ atlatmak mümkün olmayacak.
2000 yılında 11 yıllık temel eğitimi hedefleyen Milli Eğitim Bakanı Hikmet Uluğbay, bütçe görüşmeleri sırasında "Daha çok para" dileğini bir kez daha dile getirdi. Daha çok ve daha iyi eğitim için TBMM'den daha cömert davranmasını istedi. Aynı çağrıyı hayırseverler için de yaptı.
Halk desteğinin 2 trilyon 235 milyar lirayı bulduğunu açıklayan bakan, bu bağışları repoda değerlendirerek 1 trilyon 762 milyar lira daha kazanç elde ettiklerini söyledi.
Uzun süre tartışılan repo konusu da böylece açığa kavuşmuş oldu.
&
YÖK'ün 17. yılı kavgalı gürültülü kutlanadursun, yaptıkları daha uzun süre tartışılacak...
Kuruluşundan bu yana yaptığı her doğruya karşın en az üç yanlış yapan YÖK, akademik erozyonu hızlandırdığı yetmiyormuş gibi şimdi de boğazına kadar siyaset ve çeşitli entrikaların içine bulaştı.
En son marifeti, oldu bittiye getirerek yüz binlerce mağdur yaratan tek basamaklı üniversiteye giriş sınavıydı. Sistem iyi düşünülmüştü. Ancak dayatmacı anlayış yüzünden, en büyük destekçisi olması gereken öğrencileri bile karşısına aldı.
YÖK'ün yaptıklarını eleştirmeyen bir tek radikal İslamcılar kalmıştı. Zikzak çizen türban uygulamaları nedeniyle onlar da bu kervana katıldı. Üstelik kendilerini doğuran, besleyen YÖK'ü yercesine.
YÖK miadını, yani kullanım ömrünü çoktan doldurdu. Son dört seçimdir neredeyse tüm siyasi partilerin seçim vaatleri arasında YÖK'ü kaldırmak vardı. Ama nedense seçimler bitip iktidar dönemi başlayınca YÖK konusunda verilen sözler unutulup gidiyor.
LEVENT Kırca gibi türbanlıların üniversite özerkliği aşkı da yeni yeni depreşmeye başladı. Bugüne kadar YÖK'e karşı en ufak bir bir tavrı olmayan İslami kesim, bugün YÖK'ü protesto edecekmiş. Sağcısı, solcusu, entellektüeli ve numaralı cumhuriyetçiler de onlara koltuk değneği olacakmış...
Levent Kırca gibi onlara da sormazlar mı? Bugüne kadar nerdeydiniz? YÖK kurulalı 17 yıl oldu. Yüzlerce öğretim üyesini kapı önüne kayorken, binlerce öğrenciyi sudan gerekçelerle okuldan atarken, üniversitelerin, akademisyenlerin, ilimin, bilimin itibarını ayaklar altına alırken, bugün YÖK'ü protesto edenler neredeydi?..
Eğer türbanlılar ve destekçileri, YÖK adına bir şey yapacaklarsa, bu protesto değil, liyakat nişanı olmalıydı. YÖK değil mi ki onları böylesine güçlendiren, onlara ulufe gibi diploma ve akademik kariyer dağıtan...
YÖK değil midir ki üniversitelerin yarıdan fazlasını tarikat kalesi haline getiren ve yine YÖK değil midir ki türban sorununu Türkiye'nin başına bela eden...
Din istismarcıları bugüne