23 Nisan’da çocukları olduğu gibi, 19 Mayıs’ta da gençleri ne kadar çok sevdiğimiz, onların ülkemiz için ne kadar önemli oldukları ballandıra ballandıra anlatılır. Ama artık onlar böylesi iltifatları duymak bile istemiyor. Çünkü hepsi sözde kalıyor.
Yeri geldiğinde 68 gençliğinin duyarlılığı, üzerine basa basa anlatılır. 2000 gençliğinin her şeyden kopukluğu özellikle vurgulanır.
Oysa dünden bugüne gençler hep aynı. Yeter ki onları duyan olsun. Ülkemizde yaşanan sorunların fazlasıyla farkındalar. Çözümün bir parçası olmak istiyorlar. Ama seslerini kimselere duyuramıyorlar. İşte asıl sorun burada. Duyarsız olan onlar değil, siyasetçisiyle, medyasıyla, özel sektörü, devleti ve sivil toplum örgütleriyle biz yetişkinleriz...
Genç Bakış’ın sabahlara kadar izlenmesinin nedeni de bu. Uykusuzluk nedeniyle işkenceye dönüşse de gençlerin o heyecanı, o umutları insanları sabahlara kadar ayakta tutuyor. Ama mikrofon onlara işte ancak böyle gece yarılarından sonra veriliyor. Yazılı medyada ise Milliyet dışında seslerini duyuracakları pek bir platform bulamıyorlar. Oysa anlatacakları o kadar çok şey var ki!..
Çözüm üretmek istiyoruz
İşte size o heyecanı yaşayan gençlerden birinin satırları. Hemen her üniversitede yüzlercesi var. Ama onları ciddiye almıyoruz. Sonra da bugünkü gençler, yok öyle, yok böyle diye ahkâm kesiyoruz:
“Mühendislik öğrencisiyim. Üniversite gazetesi çıkarıyorum.
Köşenizde, artık, üniversitelilerle doğrudan konuşmanızı istiyorum. Mesela ben bunca yıldır kendi üniversitemde ve katıldığım diğer üniversite organizasyonlarında, öğrenci konseyi toplantılarında, kulüpler arası buluşmalarda Türkiye’deki üniversite ve eğitim anlayışıyla ilgili düşüncelerimi sizinle konuşmak isterim. Eminim benim gibi pek çok öğrenci de konuşmak istiyor.
Fakat Türkiye’de eğitim sorunlarını ya da kalıcı eğitim çözümlerini gündeme getirebilecek neredeyse hiç mecra yok. Büyük gazetelerin gençler veya üniversiteliler için çıkardığı gazeteleri takip ediyorsunuzdur. Hiçbiri beklenen düzeyde olmuyor, olamıyor. Gençlerin katkıları neredeyse sıfıra yakın. Ben artık bu durumdan çok sıkılıyorum ve üzülüyorum.
Bir gazetenin yeni çıkarmaya başladığı bir gençlik ilavesi var. Bu gazete çıkmadan önce birileri beni aradı, ‘Şöyle şöyle bir çalışma var, siz de gazete çıkarıyorsunuz. Katkıda bulunur musunuz?’ dedi. Seve seve dedim. Zannettim ki bana üniversitelerin tümüne hitap edebilecek, gençlerin de söz sahibi olacakları, birlikte ortaya konulabilecek bir gazete olacak. Daha sonra öğrendim ki bizden istedikleri, sadece üniversitede o gazetenin dağıtımını, satışını, duyurusunu yapmakmış.
Bu beni şaşırtmadı. Çünkü artık biliyorum ki koca koca profesörler, diyelim ki senato üyesi oldular, öğrencilerin suratına bakmaktan çekinirler, dinlemezler. Sonra efendim bir panel düzenlerler, ‘Neden gençlerin ilgisi yok?’ diye hayıflanırlar. ‘Arkadaşlarını topla, koca adamlar geldi, rezil olduk...’ derler. Burada hata kimde?
Gençlere yalnızca koltukları doldurma görevi veren hocaları sevmiyorum.
Sürekli gençlikten bahsedip, bilimsel proje yapmak isteyen gençleri, kullandıkları laboratuvara sokmayan hocaları sevmiyorum.
Sadece benim üniversitemdeki değil, bütün üniversitelerdeki, kişiliği oturmamış, makam kaygısı, arzusu ve makamdan korkusu olan hocaları sevmiyorum ve bunların sayılarının giderek arttığını görmekten üzüntü duyuyorum.
Artık üniversite hocalığının da formasyon gerektirmesini istiyorum.
Üniversite hocalığının araştırma ve ders anlatma olarak da ayrılmasını istiyorum.
Ben bir hocamla dertleşebilmek istiyorum. Bir hocamın kapısına gidip Abbas Güçlü’nün bir yazısını tartışabilmek istiyorum.
Ben artık gazetelerin gençlik eklerinin, en azından bizim çıkardığımız gazete kadar ‘genç fikirli’ olmasını istiyorum.
Bütün bunları da artık sizinle konuşmak istiyorum.”
Özetin özeti: Atatürk ülkeyi onlara emanet etti, biz ise yüzlerine bakmıyoruz. Oysa onlar fazla bir şey istemiyor. Ciddiye alınmak ve çözümün bir parçası olmak. Hepsi o kadar...