Abbas Güçlü

Abbas Güçlü

aguclu@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Türkiye kaynıyor ama herkesin derdi kendine. Oysa, birimizin derdinin hepimizin derdi olması gerekmez mi?
Özellikle de hepimizi ilgilendiren konularda...
Gelin isterseniz yazıya, çok sıradan gibi görünen ama milyonlarca genci çok yakından ilgilendiren bir konuyla başlayalım.
Yatırılmayan primler!
“Bizler meslek okullarında eğitim görmüş, küçük yaşlarda çıraklık yapmış, ülke ekonomisine ve aile bütçesine katkıda bulunabilmek için yaşıtları oyun parklarında eğlenirken çalışmak zorunda kalmış insanlarız.
Stajımızı yaparken ya da çıraklık okullarına giderken, bize verilen sigorta numarasıyla emekli olabileceğimiz söylendi. Ama bu konuda kandırıldık.
Çalışırken zorluk çeksek de hepimizin tek avuntusu, bir gün bunun karşılığını alıp emekli olacağımız şeklindeydi.
İşyerlerimizde bize emeklilik vaatlerinde bulunan patronlarımız, sigorta primlerini ödemediklerinden oldukça mutluydular.
Göz göre göre emeklilik hakkımız çalındı ve işin daha acı yanı, zamanın hükümetlerinden hiçbiri “Bu elemanların staj sigortaları ödenmiyor, yaşlılık için bir garantileri yok” şeklinde düşünmedi, yani haklarımız el birliğiyle elimizden alındı.
Küçücük suratlardaki emeklilik avuntusu, gün geldi yerini mutsuzluğa, kandırılmış olmanın verdiği hayal kırıklığına bıraktı.
Bizimle aynı sıkıntıyı yaşayan bazı kesimler bu haklarını aldılar, hatta öyle bir aldılar ki geçmiş döneme ait borçlarını meslek birlikleri ödedi.
Bizim böyle bir talebimiz yok. Devletin varlığı, vatandaşının mağduriyetini gidermek yönündedir.
Çalınan haklarımızın geri verilmesini, emeklilik umutlarımızın yeniden yeşermesini tarafımızdan talep ediyoruz.
Aynı sıkıntıdan muzdarip büyük bir topluluk olarak bunu sizlerden rica ediyoruz.
Biz de üzerimize düşeni yaparız. Türkiye Büyük Millet Meclisi geçmişe yönelik borçlanma hakkımızı verirse, üzerimize düşen vazifeyi yerine getirmeye hazırız...”
Eğitim de sancılı
Milli Eğitim Şûrası’nda alınan kararlar, özellikle de Osmanlıca günlerce tartışıldı.
Ardından YÖK’le ilgili yeni kanuni düzenlemeler gerçekleşti.
O da daha uzun sürece konuşulacağa benziyor.
Örneğin, vakıf üniversitelerinde fırtınalar kopuyor!..
Yasa, “Görevlendirmeyle vakıf üniversitelerine gidenler, idari görev alamaz” diyor.
Yani bu durumda olan 11 rektör ve 30 dekanın görev süresi resmen sona ermiş oluyor.
Aynı şekilde çok sayıda ana bilim dalı başkanı da bulunuyor.
Peki, onların yerini bir anda kim dolduracak?
Eğitimin aksamaması için en azından öğretim yılı sonuna kadar müsaade edilemez miydi?
Şimdi bu hocalar eski görevlerine mi dönecek yoksa istifa mı edecekler?
Öyle ya da böyle, bu hafta içerisinde belli olur.
Görünen o ki ciddi bir dalgalanma söz konusu...
Şûra kararlarının ne zaman hayata geçeceği konusunda ise net işaretler yok.
Alınan kararların pek çoğu, en erken, gelecek öğretim yılında uygulanabilir.
Peki, bütün bu gelişmeler iyiye mi işaret yoksa ortalığı daha da mı karıştırır?
İşte onu da zaman gösterecek.
Keşke bu arada bir de TEOG’la ilgili genel bir değerlendirme yapılsa, ne iyi olur.
Yoksa, bu yıl yaşanan sıkıntıların pek çoğu, gelecek yıl, daha çok baş ağrıtabilir...
Neler oluyor?..
Ortalık toz duman.
Herkes kendine göre bir durum değerlendirmesi yapıyor.
Yargı bağımsız, basın özgür, siyaset de vesayet altında olmasın diyor. Tartışmalara bakılırsa, zaten herkes bunu istiyor.
Peki, o zaman, kıyamet niye kopuyor?
İşte onu anlayana aşk olsun.
Yaşananları kişiselleştirmek dün öyleydi, bugün böyle, yarın da şöyle olur demek yanlışların en büyüğü olur.
Peki, o zaman, son gelişmeleri, nasıl değerlendirmemiz gerekiyor?
Yargıya güvenmekten başka çaremiz yok. Ama adil, şeffaf, hızlı, yeni mağdurlar yaratmayan, evrensel değerlerden şaşmayan ve ilerde pardon demeyen bir yargıya...
Buna her zamankinden çok daha fazla ihtiyacımız var.
Yoksa bugünleri de arar noktaya geliriz...
Özetin özeti: Umarız yarın, bugünden güzel olur...