Türk Havayolları Türkiye'nin en başarılı kuruluşlarından biriymiş. Yönetim Kurulu Başkanı Cem Kozlu da yine Türkiye'nin en başarılı isimleri arasında yer alıyormuş. Sık sık uçağa binmeyenler için yukarıdaki bilgiler belki biraz olsun ciddiye alınabilir. Ama bizler gibi leyleği havada görenler için yukarıdaki değerlendirme, boğaları çıldırtan kırmızı etkisi yaratıyor...
Uçaklar son zamanlarda ortalama bir - iki saat rötar yapmadan kesinlikle kalkmıyor. Havaalanlarında eziyetin bin türlüsü yaşanıyor. Neden, niye, daha ne kadar sürecek hiç belli değil. Dahası, çektirilen onca eziyetin ve zaman kaybının ardından en ufak bir mazeret bildirme ya da nezaketen bir özür dileme bile yok. Pişkinliğin bu kadarına da pes doğrusu...
Oysa aynı THY, tipik diğer devlet kuruluşları gibi vatandaş en ufak bir hata yaptığında canına okuyor. Örneğin uçuş kartı almak için tanın son 20 dakikalık limiti bir geçirin. Ağzınızla kuş tutsanız uçmanız mümkün değil. Ne kadar önemli mazeretiniz olursa olsun, umurlarında bile değil. Ama kendileri iki saat, hatta üç saat bekletebiliyorlar. Bunun adına da başarı diyorlar ki, işte o insanı çıldırtıyor...
Hava ulaşımı gibi çok fazla dikkat ve titizlik gerektiren bir konuda yaşanan bu duyarsızlık, umarız yaşanmasını hiç istemediğimiz kazalara neden olmaz!..
Sağlık da dökülüyor
Eğitimin içinde olduğumuz için doğal olarak hep okulların, öğretmenlerin, velilerin sorunlarıyla ilgileniyoruz. Ama kafamızı biraz olsun başka alanlara çevirdiğimizde aslında değişen hiçbir şeyin olmadığını görüyoruz...
Geçenlerde İstanbul'un turistik beldelerinden birinde acilen sağlık ocağına gitmemiz gerekti. Koştur koştur gittik. Kapı kilitli, camda da iki telefon numarası vardı. Biri doktorun, diğeri hemşirenin. Her ikisini de defalarca arayıp, bir saate yakın bekledikten sonra ancak gelebildiler. Üstelik bir de niye bu kadar feveran ediyoruz diye fırça yedik. Oysa o sağlık ocağının 24 saat açık olması gerekiyor. Bunu hatırlatayım dedim fırçanın dozu daha da arttı. Çok çalıştıklarını, az maaş aldıklarını, sorunlarıyla hiç kimsenin ilgilemediğini, bakanın da, başbakanın ne söylediğinin hiç önemini olmadığını bir güzel anlattılar. İğneyi vurdular, kapıyı da çarpıp geldikleri gibi gittiler. Osman Durmuş'la, Yaşar Okuyan ise hala konuşuyor...
Evi soyulan bir arkadaşımız anlattı. Polise telefon etmiş. Kapı kırık, çoluk çocuk perişan gelin zabıt tutun demiş. Aldığı cevap çok ilginç: Aracımız yok, gelin siz bizi alın. Yoksa gelemeyiz...
Hemen herkes benzeri örnekleri eminim fazlasıyla yaşamıştır. Onun için okullarda kayıt sırasında çektirilen eziyet artık eskisi kadar velileri çileden çıkarmıyor. Oysa öylesine aşağılanıyorlar ki, bir vatandaş olarak bunları hiç hak etmiyoruz.
Özetin özeti: Hepimiz bir şeylerden şikayet ediyoruz ama elimize bir fırsat geçtiğinde de, şikayet ettiklerimizin çok daha fazlasını başkalarına yapıyoruz. Aslında herkes biraz olsun kendisini karşı tarafın yerine koysa, işler düzelecek ama nerede...
Yazara E-Posta: aguclu@milliyet.com.tr