Abbas Güçlü

Abbas Güçlü

aguclu@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Üniversite öğrencileri içinde kütüphaneye gidenlerin oranı yüzde 10’u bulmaz. Gitmeyenler için kütüphanelerde olup bitenler hiç umurlarında değil. Ama ya kendini eğitime, araştırmaya, bilime adayanların durumu? İşte onlara bir dokunduğunuzda bin ah işitebilirsiniz...
Giderek yaygınlaşan bir şekilde kütüphanelere giriş daha da zorlaşıyor. Hele hele bir başka üniversitenin kütüphanesinden yararlanmak için ciddi anlamda aidat ödemek gerekiyor. Sanki söz konusu kütüphaneler, ulusal bilgi birikim merkezleri değilmiş gibi...
Bazı rektörler haklı olarak diyorlar ki, ben yılda 2, 3 trilyon lira kütüphaneye kaynak ayırırken, diğer üniversite 100 milyar lira bile kaynak tahsisi yapmıyor. O halde niye onların öğrencisine bedava hizmet sunayım diyor. Kendi açısından baktığı zaman haklı ama bu durumda öğrencinin ve öğretim elemanlarının kabahati ne? Kütüphane için yatırım yapmayan rektör geldiğinde tamam istedikleri ücreti istesinler ama zaten yokluk içinde kıvranan son eğitim gönüllülerini de küstürmesinler...
Tıpkı laboratuvar donanımında olduğu gibi kütüphane donanımında da büyük israf söz konusu. Hemen her üniversite kendine özel araştırma laboratuvarları ve kütüphaneler kuruyor. Oysa 24 saat boyunca herkese açık merkezi laboratuvar ve merkezi kütüphaneler kurulsa çok daha ekonomik ve çok daha donanık olmaz mı? Ama nerdeeeeee...

Gençleri kazanmak için
Batılı ülkeler gençleri kazanmak için ellerinden geleni yapıyor. Örneğin üniversite öğrenimi görsünler diye bırakın önlerine set çekmeyi mümkün olduğunca özendirmeye çalışıyorlar. Kütüphanelerinde de ders çalışmaktan bunalan öğrencileri rahatlatmak için çok değişik alternatifler gerçekleştirmişler.
Türkiye’de ya da yurtdışında eğitim kurumlarını ziyaret ederken istisnasız mutlaka ziyaret ettiğim yerlerden birisi de kütüphaneler. Bizlerle onlar arasındaki anlayış farklılığı buralarda çok net görülebiliyor. Dışarıda öğrencilere verilen önemin izlerine her adımda rastlamak mümkünken bizde tam tersi görüntülere alıştık artık...

Çok çocuk yapmak
Türkiye öyle ya da böyle gençlerini kazanmak zorunda. Onları dinler, anlar, kazanır ve bunu sinerjiye dönüştürürsek çok önemli mesafeler kaydedebiliriz. Ama son yıllardaki vurdumduymazlığımız devam ederse en büyük baş ağrımız yine gençler ve onların yarattığı sorunlar olacaktır...
100 milyonluk Türkiye söylemi Özal ve Demirel’in sık sık dile getirdiği bir siyasi manevraydı. Oysa artık bir lokma bir hırka dönemi çok gerilerde kaldı. Doyurabildiğin kadar değil, en iyi şekilde eğitebileceğin kadar çocuk yap anlayışı söz konusu. Ama hala Recep Tayyip Erdoğan gibi politikacılar aynı yanlış söylemi sürdürüyorlar...
Çok çocuk yapın diye teşvik edenlerin bugüne kadar bebekler, çocuklar ve gençler için neler yaptıklarını ve gelecekte neler yapmayı düşündüklerini de ortaya koymaları gerekir. Yoksa başkaları için sık sık telaffuz ettikleri konuma kendileri de düşmüş olurlar.
Özetin özeti: Gençlik delicesine akan su gibidir. Doğru amaçlar için kullanırsanız müthiş yol kat edersiniz. Kontrolsüz durumlarda korkunç sonuçlar yaratabilir.