Abbas Güçlü

Abbas Güçlü

aguclu@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Üniversite sayımız 150’ye yaklaştı. 200 de olsun, ona bir diyeceğimiz yok. Ama zamanla. Ama altyapısı, öğretim kadrosu, misyonu ve vizyonu belirlendikten sonra...
Peki şimdi nasıl açılıyor?
Emin olun üniversite açmak, bakkal dükkânı açmaktan daha kolay!..
Hiçbir sorgulama yapılmadan “Her ile bir üniversite açacağız” denildi ve bütün illere birer tabela ve birer de rektör gönderildi. Ne binası var ne de hocası! Şimdi bu üniversitelere, şişirilmiş kontenjanlarla hababam öğrenci alınıyor.
Peki eski üniversiteler ne durumda? Örneğin artık dünya liginde boy göstermek isteyenler ya da gelişmesini tamamlayıp büyümeyi hedefleyenler?
Onların halini ne siz sorun ne de ben anlatayım, durumları vahimin de ötesinde.
Köklü ve marka üniversiteler, çıtayı yükseltemiyorlar çünkü herkese ne bütçe veriliyorsa onlara da o veriliyor. Bu yetmediği gibi sürekli kan kaybediyorlar. Çünkü hocaları bir bir vakıf üniversitelerine transfer oluyor. Vakıf üniversiteleri de gelişip serpilip, gelişemiyor. Çünkü YÖK’ten sürekli çelme yiyorlar.
Devlet, vakıf ayırt etmeksizin hangisine bir dokunsanız bin ah işitiyorsunuz.
30 üniversiteye kurgulanmış YÖK ve Üniversitelerarası Kurul artık yetmiyor. Hele bir de tek kutuplu hale gelen YÖK’ün kontrolü altına girmeyip özerk üniversite mücadelesi veriyorsanız iş yapmanız olanaksız hale geliyor.
Oysa YÖK’ün asli görevi, üniversitelerin önünü tıkamak değil, açmaktır. Üniversiteleri, iktidarların güdümüne sokmak değil, onları siyasetin vesayetinden kurtarmak ve gelecekle ilgili projeksiyonlar yaparak insan gücü akışını planlamak olmalıydı. Çünkü Anayasa’da görevleri böyle tarif ediliyor.
Peki YÖK ne yapıyor?
İşte bir rektörümüzden gelen mektup. Okuyun ve içler acısı halimizi görün. Ve hâlâ umudunuz kaldıysa onu korumaya çalışın!..
YÖK ne yapıyor?
“Üniversitelerle ilgili yazmış olduğunuz yazıların önemli etkileri olduğunu biliyorum. Bu nedenle bazı üniversitelerimizin en büyük sıkıntısı olan kadrolar konusunda da bir yazı yazabilirseniz, gerçekten mutlu oluruz.
Üniversitelerimiz, öğretim üyesi alabilmek için mevcut boş kadrolarının anabilim dallarına göre dağılımını üniversite yönetim kurulunda yaptıktan sonra, ilan edebilmek için YÖK’ün onayını alması gerekmektedir.
YÖK bu onayı bazı üniversiteler için, herhangi bir neden göstermeden aylarca bekletebiliyor.
Bu durumda da öğrenci almamız gereken bazı bölümlere, öğretim üyesi yetersiz olduğu için öğrenci alınamıyor.
Bir taraftan yeni üniversiteler açıyor ve kontenjanların artırılmasına çalışıyor, diğer taraftan ise nedeni dahi bilinmeyen sebeplerden dolayı, her şeyi tamam bölümlere, ilan verilip öğretim üyesi alınamadığından dolayı bu bölümler boş kalıyor.
Örneğin iki yıl önce üniversitemize bağlı olarak A fakültesi ve bu fakülteye bağlı bölümler kuruldu. 2010-2011 akademik yılında bu fakültemizin farklı bölümlerine öğrenci alabilmemiz için, üniversite yönetim kurulu kararımızda belirlenen hoca kadroları, aylar önce onay için YÖK’e gönderildi, ancak bu onay maalesef bugüne kadar çıkmadığı için bu bölümlere öğrenci alımını gerçekleştiremeyeceğiz.
Bizim durumumuzda olan birçok üniversitemizin olduğunu sayın rektörlerimizle yapmış olduğumuz görüşmelerde öğreniyorum...”
Rektörümüzün adını ve üniversitesini yazmıyorum. Çünkü, YÖK sorunu çözeceğine bu üniversiteyi ve rektörü bir şekilde cezalandırır.
Keşke YÖK’ün yaptıklarını ve yapmadıklarını da denetleyen bir kurul olsa. Çifte standartlarını sorgulayan, yanlış yaptığında dur diyen bir mekanizma işlese. Belki o zaman böyle dikdatöryel bir yapıya kavuşmazdı.
Kesinlikle kaldıracağız diye iktidara gelenler, bu gücü biraz da biz kullanalım, yanlışına düşmezlerdi.
İktidarlar ile üniversiteler arasında tampon bölge sağlayan böylesi kurumlar, farklı isimler adı altında dünyanın her yerinde var. Ama bizdeki gibi derebeyliğe dönüşenini bulmak gerçekten çok zor.
Özetin özeti: İktidarlar gelip geçer ama kurumlar kalır. Bu kurumların ilk sırasında üniversiteler geliyor. Tıpkı camiye ve kışlaya olduğu gibi onlara da siyasetin, dayatmanın, yandaşlığın girmemesi gerekir. Ama YÖK bunu hâlâ anlayamadı. Ne dün ne de bugün!