Güya üniversitelerde, rektörler seçimle göreve geliyor. Aylarca propaganda yapılıyor, sandıklar ortaya konuluyor, ciddi ciddi oy kullanılıyor. Sanırsınız ki sandıktan çıkan rektör olacak. Ama tüm bunlar tam bir kandırmaca.
YÖK ve Çankaya, çoğu zaman, toplumun en aydın kesimini oluşturan üniversitelerin sandığa yansıttığı irade ile adeta dalga geçiyor.
Bu dün de böyleydi. Bugün de. Üstelik daha da abartılı bir şekilde...
YÖK ve Çankaya, mademki istediği ismi rektörlük koltuğuna oturtmak istiyor, o zaman çok şikâyetçi oldukları bu seçim komedisine neden son vermiyorlar?
İlle de atama istiyorsa, ona da tamam. Ama çağdaş ülkelerde olduğu gibi adaylara yeterlilik kriterleri getirsinler. Bir gün bile yöneticiliği olmayanlar, hem de Anayasa’yı hiçe sayarak, YÖK Başkanlığı ve rektörlük koltuğuna oturtulmasınlar.
Hayatında dekanlık, rektörlük yapmayanlar nasıl yüzlerce üniversitenin gidişatına yön verecek, nasıl on binlerce öğrencisi olan üniversiteleri yönetecek?..
Eğer atamalarda tek kriter “yandaş“lık ise bunun da üniversitelere zerre kadar faydası olmaz. Olmuyor da!..
Rektörlük seçimlerinde bizim tek kıstasımız var, o da sandık. AKP’yi eleştirenleri de yeri geldiğinde hep sandıktan çıktığı için savunduk. Ama her koşulda sandığa saygı isteyenlerin, şimdi tam tersini sergilemelerini anlamak mümkün değil.
Bizim içimiz rahat. Çünkü hep sandık dedik. Kim çıkarsa saygı gösterilsin istedik. Aksini yapan Demirel, Sezer, Gül ya da Sağlam, Gürüz, Teziç, Özcan hiç fark etmeksizin hep sandığı savunduk. Peki ya demokrasi havarileri? Ne siz sorun ne de ben söyleyeyim! Her şey ortada.
Çankaya’nın Harvard açıklaması
Cumhurbaşkanlığı’na yakın kaynaklar, eğer “ulaşılması zor” başarı hikâyesini basına üflememiş olsalardı, bu konu hiç böylesine dallanıp budaklanmayacaktı. Ama işi uzatan medya değil Çankaya’nın ta kendisi. İsterseniz gelin önce twitter’a konulan açıklamaya bir göz atalım:
“Bizim konumumuzda olan insanların hayatında çoğunuzun bilmediği zorluklar var ve bunu da en çok çocuklarımız yaşıyor. Geçen yıl Mehmet bana, ‘Ben Türkiye’de üniversite okursam gazete ve televizyonlar her fırsatta beni gündeme taşıyabilirler. Bu durum da hem beni hem sizi üzebilir’ diyerek yurtdışında okumak için annesi ve benden izin istedi. Biz de ona iyi bir okul kazanması şartıyla izin verdik. Mehmet her zaman başarılı, çalışkan bir öğrenci oldu. Lise eğitimini de burslu okudu. ‘Ivy League’deki bütün üniversitelerden kabul aldı. Sınavlara girerken de benim oğlum olduğunu hiçbir okul bilmiyordu.”
Sayın Gül’ün büyük oğlu, üniversiteyi Türkiye’de okudu. Kendisini önce Sabancı’da görmüştüm. Sonra Bilkent’ten mezun oldu. Bugüne kadar, onu ya da ailesini incitici tek habere rastladınız mı? Ben görmedim. Sayın Gül, “Sınavlara girerken kimse benim oğlum olduğunu bilmiyordu“ diyor. Haklı. Peki ya üniversitelere başvururken? Başvuru formlarında baba ismi, mesleği ve adresi de var. O bölümlere ne yazıldı? Referansları kimlerdi? Harvard ve diğer üniversiteler bunu da mı bilmiyordu?..
Mehmet Emre’nin başarısı takdire şayan. Kendisini canı gönülden kutluyoruz. Ama aynı başarıyı hatta daha fazlasını gösteren gençlerimiz de var. Sayın Gül, söz konusu üniversiteler için onlara da referans olabilir mi? Ne de olsa kendisi Devlet Baba’yı temsil ediyor. Tüm çocuklarımız da onun çocuğu sayılır!..
Öğretmen atamaları
Atama bekleyen yüz binlerce öğretmen için çok önemli bir döneme girdik. Temmuzda hem 9 bin sözleşmeli öğretmen alınacak hem de KPSS var. Hemen ardından ağustosta büyük öğretmen alımı. Ama hâlâ öğretmenler çok mutsuz. En önemli nedeni de adil bir kadro dağılımının olmaması. Puanlar bazı branşlarda 20’lere kadar düşerken bazı branşlarda hâlâ 80’in üzerinde. Yine bazı branşlarda, her atama döneminde binlerce öğretmen alınırken bazı branşlara hiç şans tanınmıyor. Bunların en başında da teknik öğretmenler geliyor.
Meslek lisesi, memleket meselesi denilerek klasik liseler meslek lisesine çevrilirken, öğrenci sayısının ikiye katlandığı açıklanırken, neredeyse hiç öğretmen alınmaması, pek çok soruyu beraberinde getiriyor.
Özetin özeti: Herkes rol yapıyor!