Ali Perşembe

Ali Perşembe

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Tabii. Hem de nasıl. Ünlü Nazi Joseph Goebbels şöyle buyurmuştu: “Eğer bir yalanı yeteri kadar söylerseniz, sonunda gerçek haline gelir.” Bunun örneklerine siyasette de ekonomide de defalarca şahit olduk. Kitlelerin beyni, siyasetçilerin (bazen de inanarak) söyledikleri yalanlarla dolu olan medya bombardımanıyla mütemadiyen yıkanınca, yalan kafalarında gerçeğe dönüştü ve alternatif yaklaşımlar, bakış açıları ve hür düşüncenin önüne set çekti.
Bazen bu yalanlar belli bir tarihte, bir kere söylenmiş yalanlar da olmuyor. Bazıları on yıllarca söylenegeliyor. Örneğin, son on yıl boyunca bütün gelişmiş batı ekonomilerinde halklara söylenen serbest piyasa ekonomisi yalanını ele alalım: “İçinde bulunduğumuz küresel krizin faili serbest piyasa ekonomisi ve hükümetlerin yeterli düzenleme yapmamış olması.” Ne kadar büyük ve kokan bir palavralar sepeti.
Bir kere, gelişmiş batı ekonomilerinde “serbest piyasa ekonomisi” modeli uygulanmıyor. O kadar çok yasa, o kadar çok hükümet düzenlemesi var ki bu ekonomik arenalar ayak bileklerinden kazıklara zincirle bağlanmışken yakar top oynamaya çalışan çocuklara benziyor. İkincisi, gerçek piyasa ekonomileri doğru yatırım kararları veren yatırımcıları ödüllendirirken yanlış yatırım kararı veren yatırımcıları cezalandırır. Sınıfta kalan şirketlerin ve bankaların batmasına izin vermek kapitalizmin gerekli bir parçasıdır. Yatırımcılara doğru yatırım kararlarını verebilmeleri için gerekli geri bildirimi yapar. Hükümetler işe burunlarını sokup batık şirketleri kurtarırlarsa yatırımcılar bu bilgiden mahrum kalırlar ve aynı kötü yatırım kararlarını vermeye devam ederler.

Goebbels’in kehaneti
Üçüncüsü, aynı Goebbels’in dediği gibi, hükümetler kendi yalanlarına inanmaya başladıkları zaman o yalanı gerçeğe dönüştürecek kararlar alırlar. Bunun en çarpıcı örneği, Amerikan hükümetinin 1977 yılında Kamu Yatırım Yasası’nı çıkarmasıdır. Bu yasa herkesi konut sahibi yapmak gibi ulvî bir amaçla bankaları yüksek risklere borç vermeye zorlamıştır. Bu süreci kolaylaştırmak için, serbest piyasa ekonomisi değil, hükümet Fannie Mae ve Freddie Mac isimli iki devasa hükümet güdümlü kurum yarattı. Bu kurumların görevi yüksek riskli konut kredilerini satın almak ve piyasanın likit kalması için fon akımlarını sağlamaktı. Halbuki,
gerçek bir serbest piyasa ekonomisinde bu görevleri serbest piyasanın ta kendisi görür. Bu görevi, kendi yarattığı hayale inanıp aldığı kararlarla gerçeğe dönüştüren hükümet üstlenince bu kez bu dev kurumların başarısının hükümetçe garanti altına alındığı hayali yaratıldı ve yatırımcılar bu kurumların hisse senetlerini satın aldılar.
Bu filmi biz de bankacılık krizinde görmüştük. Risk, ödülle düz orantılıdır. Bir yatırım emstrümanı ne kadar riskliyse potansiyel getiri de o kadar yüksek olur. Bir de o riskli enstrümanın arkasında hükümet garantisi olduğu hayali yaratılırsa yatırımcı o enstrümana hücum eder. 2001 bankacılık krizi öncesinde mevduat sahiplerinin batma söylentisi ayyuka çıkan bankaların yüksek faizlerine hücüm ettiğini çok iyi hatırlıyoruz. Ne de olsa mevduatlar devlet garantisi altındaydı.
Amerikan örneğinde yalanı gerçeğe dönüştüren bir başka karar da faizlerin %1’lere kadar düşürülüp borçlanmanın teşvik edilmesiydi. Bu da tüm gelişmiş batı ekonomilerinde eşi benzeri görülmemiş seviyelerde borçlanmaya sebebiyet verdi. Şimdi şahit olduğumuz bu borçların çözülme sürecidir. Bir borç krizinin daha fazla borçlanmayla çözüldüğüne dair tarihte bir örnek var mı?

Ulvi yalan
Şimdi hükümetler bizi içinde bulunduğumuz pisliğe serbest piyasa ekonomisinin sebebiyet verdiğini ikna etmeye çalışıyorlar ki tek çıkar yolun hükümetin işin içine burnundan daha fazlasını sokup tam kontrole geçmelerinin doğru yol olduğuna inanalım. Aynı şeyi 1930’larda Alman hükümeti yapmaya kalkışmıştı. Daha sonra Almanya’nın nasıl hiperenflasyonun pençesine düştüğünü hepimiz çok iyi hatırlıyoruz.
Bir başka tipik hükümet yalanı da devlet harcamalarının ekonomiyi etkin bir şekilde teşvik edeceği ve işsizliğe çare olacağı teorisi. İkinci niceliksel gevşeme uygulaması bitiyor, daha ortada elle tutulur bir rakam yok. Gevşeme programlarının yarattığı tek şey, düşük faiz ortamında bol likidite iluzyonu. Bu aynı Fannie Mae ve Freddie Mac iluzyonuna benziyor. Arkada hükümet desteği olduğuna inanan kitleler doğru yatırım kararları vereceklerine (bunu sağlayacak ve yalandan arındırılmış geri bildirim olmadığı için) plastik kartlar kullanıp fahiş faizler ödeyerek alış veriş yapma rahatlığına giriyorlar. Meteliksiz komşunuzun altında bir BMW, üstünde enfes bir villa damı görünce siz de bankaya koşuyorsunuz. Bu mudur canlanan ekonomi?
Peki bütün bunlar biliniyorsa hükümetler neden aynı yalanı söylemeye devam ediyorlar? Yanıt çok basit. Eğer serbest piyasa ekonomisi kendi başına işlemeye bırakırılır da iyi yatırım kararı verenler ödüllendirilip kötü kararları verenler cezalandırılırsa kitlelere işlerini yapmamış gibi gözükecekler ve bir sonraki seçimi kaybedecekler. Sorun, tüm mevcut siyasi sistemlerin kısa vadeli gözlüklü olmasında yatıyor. Piyasalar serbest bırakılırsa onların da icabına bakacak da ondan burunlarını sokuyorlar.