Bu hafta biz gazeteciler için eğlenceli geçti. Malum, her 3 Çankaya adayının da tanıtım toplantısı vardı...
Selahattin Demirtaş‘la Taksim’de mütevazı bir otelde buluştuk. Genelde Kürt sorununa da duyarlı davranan 15 civarı köşe yazarı vardı toplantıda. Demirtaş, kazanma ihtimali en düşük ancak ‘Değişim‘ sloganıyla en iddialı aday. Rahat bir buluşma oldu, tüm soruları yanıtladı. Hatta bizim görüşlerimizi de dinlemek istedi. Ayrılırken hepimize “Çankaya’ya bekliyorum“ diye veda etti.
Ekmeleddin İhsanoğlu’nun Çırağan toplantısı, mekâna yakışır ölçüde şaşalı ve (ses düzeni dışında) profesyonelce düzenlenmişti. Hükümete yakın yazarlar dışında medyanın A takımı ve İstanbul’da kalan ana akım gazete ve TV yöneticileri oradaydı. Akit’ten Yeni Şafak’a toplantı herkese açıktı. Yabancı basınla birlikte yüzden fazla gazeteci... Her ne kadar İhsanoğlu’nun konumu ve “Ekmek için Ekmeleddin“ kamuoyunda rağbet görmese de, ben şahsen çatı adayın nazik üslubunu ve gazetecilerin sorularına açık olmasını önemsedim.
Haftanın kapanış gongu ise artık Ak Parti’den geldi. İktidar partisi, Haliç Kongre merkezinde artık alıştığımız o büyük organizasyonlarından birine imza attı. Ak Parti açısından Cumhurbaşkanlığı seçimleri, birkaç yıldır Erdoğan etrafından şekillenen kişilik kültünün zirve noktasını temsil ediyor. Ana tema, ideoloji değil, parti değil Erdoğan. Haliyle Dombra’nın yanında bir de yeni Erdoğan şarkısı eklenmiş olması kimseyi şaşırtmadı.
Biz gazeteciler ise bu sefer en arkalardaydık. “Akademisyenler”, “Kadın Kolları”, “Gençlik Kolları”, “Büyük Proje Çalışanları” gibi kategorilerin arkasında... Erdoğan gücünün zirvesinde. Bir anlamda aslında medyaya ihtiyacı bile yok. Yine de ana akım medya yöneticileri oradaydı. Ancak bu kez de hükümete muhalif duran kalemler ya da yayınlar yoktu. Kimi çağrılmadığından, kimi gelmek istemediğinden...
Bu durum normal değil. Doğrusu, siyaset yazan herkesin her 3 toplantıyı da izlemesi ve gözlemleyebilmesi. Biz, Milliyet olarak elimizden geldiğince bunu yapmaya çalıştık. Önyargısız analiz yaptık. Gazetecinin görüşü olabilir, taraf tutabilir, ancak habercilik yaparken profesyonel tavır, her 3 adayı da olabildiğince gözlemlemek, dinlemek, irdelemektir.
Yoksa, biz gazeteciler bile kendi aramızda kutuplaşır, habercilik yapayım derken tribündeki taraftarlara dönersek, siyasetçilerden ne bekleyebiliriz?
Hakan Fidan Davutoğlu’nu uyarmış
Cumhurbaşkanlığı tantanasında bazı haberler gözden kaçıyor. Bunlardan biri de Murat Sabuncu’nun geçen hafta T24’te Musul’daki rehinelerle ilgili kaleme aldığı bir yazı.
Basın yasağı nedeniyle bazı detayları atlıyorum. Ancak Murat, ‘üst düzey bir devlet yetkilisine’ dayanarak MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın konsolosluk baskınından 3 gün önce IŞİD’in Musul’a yaklaştığı ve konsolosluğun boşaltılması gerektiğini söylemiş. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ise “Bayrak dalgalanmalı“ diyerek buna karşı çıkmış. Yazıya göre iki ismin arası bu yüzden açılmış.
Dün Murat’la konuştum, ardından da kendi kaynaklarımı yokladım. Evet, MİT Müsteşarı sahiden konsolosluğun boşaltılmasını talep etmiş. Doğru olan da buydu. Fidan orada ‘iskelet kadro‘ denilen özel harekat timini bırakmanın dahi doğru olmayacağını savunmuş.
Bu detaylar önemli. Şimdiye kadar kamuoyu Musul baskınını bir ‘istihbarat zaafı’ olarak gördü. Belli ki asıl sorun, siyasi mekanizmada, karar verme sürecinde yaşanmış.