Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Dondurucu bir İstanbul gecesi, Tarihi Yarımada’nın en eski su yapılarından biri olan Şerefiye Sarnıcı’ndayız. Mimari özelliklerinden yola çıkılarak 2. Theodosius (408-450) döneminde yapıldığı öngörülüyormuş, dolayısıyla aşağı yukarı 1600 yıllık bir tarih var etrafımızda. Gerçekten çok görkemli bir yapı, tavan yüksekliği 11 metre kadarmış, ayrıca 360 derece Projection Mapping sistemine sahip ve internet sitesindeki bilgiye göre dünyada bu sistemin entegre edildiği en eski yapı. Sarnıç için beş bölümden oluşan 10 dakikalık bir gösteri hazırlanmış, bu sayede zaten adımınızı attığınız anda nefesinizi kesen mekânda bir de İstanbul’un su kültürüne, belleğine dair bir deneyim yaşıyorsunuz.

Haberin Devamı

Fakat bizim bu gece burada bulunma amacımız çok daha farklı bir deneyim yaşamak ve ben onu birçok sebepten hayatımın unutulmazları arasına eklemiş bulunuyorum. O büyülü ortama loş bir sahne kurulmuş. Tek bir sandalye, tek bir mikrofon. Biraz sonra memleketin en önemli rock gruplarından Duman’ın solisti Kaan Tangöze gitarıyla gelip oturacak oraya ve bize Âşık Mahzuni Şerif’ten 10 adet türkü söyleyecek. Bu solo çalışmanın ilk teklileri “Haşlayın Beni” ve “Gül Yüzlü Cananım” 2021’in eylül ve ekim aylarında dinleyiciyle buluşmuştu. Albümün tamamı da ocak ayında “Âşık Mahzuni Şerif Türküleri” adıyla dijital platformlarda yerini aldı. Bu bizim albümle tanışma konserimiz, Kaan Tangöze’nin de hayatındaki ilk “lansman konseri” imiş az sonra ifade edeceği üzere.

Şimdi, bir rock müzisyeninin, olanca mütevazılığına rağmen esasen bir “rock star”ın, üstelik bildiğimiz üzere kendisi de gayet sağlam parçalar yazabilirken yani malzeme sıkıntısı çekmezken bu toprakların halk ozanlarının türkülerini yorumlaması bence başlı başına önemli bir şey. Kaan Tangöze de bunu yıllardır yapıyor. Kim bilir, belki birileri “Kendim Ettim Kendim Buldum”u ilk ondan duydu, sonra Neşet Ertaş’la tanıştı. Ya da Âşık Veysel’le (Kendisinin “Âşık Veysel deyince akan sular duruyor” dediğini hatırlatarak). Ya da Oksijen’de Alper Bahçekapılı’ya anlatırken “Benim için Beethoven gibi” diye tanımladığı Âşık Mahzuni’yle.

Haberin Devamı

Yorumunu seven var, sevmeyen var, kimisi hiç yakıştırmamış iki ismi birbirine. Bana kalırsa ondaki bu sadelik, bu süssüz püssüz, gösterişsiz tavır cuk oturuyor Âşık Mahzuni’nin sözüne, müziğine. Tamamını İstanbul’da kendi stüdyosunda kaydetmiş, dinlerken verdiği hissiyat da zaten dolaysız, aracısız, sahici bir duygu aktarımı. Klip olarak kendi YouTube kanalına yükledikleri Kayseri’de çekilmiş adeta zamansız / mekânız manzaralar ve omzunda / elinde gitarıyla Kaan Tangöze'den oluşuyor.

“Ah, neyleyim? Düşkün oldum dünyada / Ateşle, tığ ile şişleyin beni / Sevda dedikleri bir bela imiş / Gelmeyin yanıma, boşlayın beni” diye başlayan, biraz Neşet Ertaş biraz Sezen Aksu ile sona eren o gecenin de tırnak içinde bir gösterişli yanı varsa o da “lansman konseri” tanımı olabilir. Onun dışında biz bütün etiketlerinden sıyrılmış bir müzisyenden, bir ozandan başka bir ozanın türkülerini dinledik. Tek gitarla ve büyük bir samimiyetle. Sözlerinin vuruculuğu ve zamansızlığı üzerine bir şey söylemeye gerek var mı bilmiyorum. Bunları böyle 1600 yıllık bir sarnıçta dinlerken neyin geçici neyin kalıcı olduğunu daha da fazla düşünüyor insan. Ne yazık ki insanın özü değişmiyor, hırsları, iktidar tutkusu, kendini bu dünyada ebedi sanışları, aldanışları yıllar geçse de hep aynı kalıyor. Ve ne güzel ki halk ozanları var, ona bunu ısrarla hatırlatıyor. Duymak istediğinde tabii.