Chanel’ler içinde bir halk kızı

28 Aralık 2014

Ömrünüzde “Bu Tarz Benim” diye bir programa bakmamış olabilirsiniz... Magazin programları hiç “tarz”ınız olmayabilir... Gazetelerin “renkli” ekleri de... Ama Nur Yerlitaş diye birini duymamış olamazsınız. Ya internette caps’leriyle fırlamıştır önünüze... Ya izlediğiniz bir spor programında birdenbire Ahmet Çakar’ın birine “Gelmiş geçmiş en büyük televizyon fenomeni” muamelesi yapıp “Sen bir ekran hayvanısın” dediğini duyup merak etmişsinizdir... Olmadı “Metallica’nın ‘Nothing Else Matters’ şarkısında tuhaf hareketler yapan bu kadın kim ola ki?” demişsinizdir... Bir şey olmuştur yani, muhakkak. Çünkü bu yıl artık ezbere bilinen mimikleri, el kol hareketleri, “tarz bulduğu” yarışmacılara havalandırdığı kuşları ile sahiden Nur Yerlitaş’ın yılı oldu. Üstelik hâlâ hakkında bilinmeyenler bilinenlerden fazla...

İdolü annesi

1960 yılında İstanbul Süleymaniye’de doğduğunu biliyoruz. İnternette yazdığı gibi 11 Aralık’ta değil, ağustos ayında. Çünkü her fırsatta söylüyor, olanca şatafatıyla tipik bir Aslan burcu kendisi. Arap kökenli bir aile, renkli, kalabalık evler, sofralar çocukluğunu anlatırken söz etmekten hoşlandığı motifler... Hatta Armağan Çağlayan’a verdiği röportajdan

Yazının Devamı

BU HABER ATLANSA NE KAYBEDERiZ?

26 Aralık 2014

Magazinde bu haftanın günah keçisi Bülent İnal olacak gibi görünüyor.
Değil mi ki kameralara gülümseyerek girdiği doğum günü partisinden sabaha karşı 4’te yalpalayarak çıkmış ve bu halde görüntülenmek istemediği için hırçınlaşmış, hep birlikte üzerine çullanabiliriz.

NEDEN EMPATİ KURMUYORUZ?
“Dizin başladığı zaman reklamını yapmak için basından medet umarsın ama...” diye parmak sallayabiliriz, “İçeri girerken oradaki kameraları görmedin mi, belli ki çıktığında da orada olacaklar, ağzınla içseydin” diye akıl da verebiliriz, “Dizisi kaldırıldı, sinirleri bozuk, düşüşe geçti” diye acıyabiliriz... Bir tek o dilimize pek doladığımız ‘empati’yi denemeyiz...
“Benim de arkadaşlarımla dışarı çıktığım, sonunu düşünmeden içtiğim, evin yolunu zor bulduğum oluyor. Allah muhafaza birisi orada bir fotoğrafımı çekip instagram’a koymaya kalkışsa kıyameti koparırım, sabah gözümü açar açmaz silerim” demeyiz mesela.
Siz 200 tane ahbabınıza öyle görünmek istemezken o insanın bütün ülkeye ‘rezil olmak’ istememesini anlamayız hiç.

Yazının Devamı

HAYAT DERSi NEREDEN ALINIR?

23 Aralık 2014

Bir yıl daha sona eriyor ya, ortalık ‘hayat dersi’ne kesti. Facebook arkadaşlarım, Twitter’cılar, hep bir ağızdan yıl boyu düşünmediklerimizin muhasebesini yapmaktayız.
Tamamen insan yapısı olduğunda herhalde hemfikir olduğumuz bir tarihin üzerine dünyanın anlamını yükleyip, bir kez daha ‘yeni yıl’dan bizi tümden değiştirmesini ummaktayız.
Bunun için de her köşede ‘hayat dersi’ arıyoruz. “Bu yazıyı okuyun, müthiş bir hayat dersi”...
“Şu filmden alınacak acayip hayat dersleri var”...
“Filancanın hayat hikayesine baksanıza, nasıl derslerle dolu...”
Eğri oturup doğru konuşalım, kaçınız okuduğu bir hikayeden, gördüğü bir filmden sahici ve kalıcı bir ders çıkarıp hayatını değiştirdi? En fazla “Vay be, ne hayatlar var” deyip bir gece üstüne düşünüp sonra gene kendi güvenli sularınıza, gündelik endişelerinize dönmediniz mi? Gene bir yerlerde hap şeklinde sunulacak ‘hayat dersi’ aramaya devam etmediniz mi?
Şimdi, başta söylediklerimi tümden inkar ederek diyorum ki: Hazır ‘yeni bir yıl’ da geliyorken, bence şöyle bir karar alabiliriz:

Yazının Devamı

ADAM GiBi TiYATRO...

19 Aralık 2014

Sizi ne gibi küçük sürprizler ve parlak fikirlerle buluşturacaklarını kestiremediğiniz bir topluluk Tiyatroadam.
Tek bildiğiniz şu olabilir ki, bir oyununa gidiyorsanız; dekorundan müziğine, özenli ve dört başı mamur bir oyun izleyeceksinizdir.
Geçen yıl ‘Arturo Ui’nin Önlenebilir Tırmanışı’ ile tiyatro ödüllerine damgalarını vurdular, bu yıl Dürrenmatt’ın ‘5. Frank’ını sahneliyorlar.
Oyun, Frank Bankası’nın iki yüz yıldır kuşaktan kuşağa aktarılan dolandırıcılık genleriyle nasıl hortumlandığını anlatıyor.
Bankayı ayakta tutmak için her türlü hile, hurda, şiddet, katliam mübah. Herhangi bir insani duyguya; sevgiye, şefkate, merhamete yer yok. Ancak 5. Frank ataları kadar acımasız olamadığından, yönetim zayıf düşüyor ve işler giderek kötüye gidiyor.
Hakikaten çok çarpıcı bir metin ve çok yerinde bir seçim, dün olduğu gibi bugün de güncel.
Fatih Koyunoğlu, Dürrenmatt’ın kan dondurucu bir şiddeti, baş döndürücü bir komediye dönüştürerek veren metnini, müthiş dinamik, tempolu bir rejiyle tamamlamış. Aşkın Şenol, Ayça Koyunoğlu, Ayça Güngör, Alican Yılmaz, Berk Yaygın, Deniz Özmen, Gökhan Azlağ, Hivda Zizan Alp, Mehmet Solmaz, Pelin Bölükbaş, Serdar Akülker’den oluşan

Yazının Devamı

Oyunun yönünü çevirebiliriz...

16 Aralık 2014

Bir salon dolusu insan, yüzümüzde aynı “Hayat şahane bir şey değil mi?” gülümsemesiyle çıkıyoruz oyundan. Bir saat 15 dakika gibi bir süre boyunca kahkahalarla gülmüşüz, arada gözlerimiz yaşarsa da çok mutlu olmuşuz, basbayağı yaşadığımızı hissetmiş -hatırlamışız çünkü.
Dot’un yeni perde açan ‘İki Kişilik Yaz’ı, bütün bunlara kadir olan oyun.
David Greig-Gordon McIntyre imzalı şahane bir metin, yönetmen Serkan Salihoğlu’nun dinamik, canlı yorumu ve birbirlerini avuçlarının içi gibi bildikleri son derece belli olan, inanılmaz bir uyumla oyunun her saniyesini bir şölene çeviren zımba gibi iki oyuncu: Gizem Erdem ile Tuğrul Tülek...
‘İki Kişilik Yaz’, yağmurlu bir hafta sonunda Edinburgh’da bir barda yolları kesişen bir kadınla bir erkeğin hikayesini anlatıyor: Helena ve Bob...

GARİP BİR KİMYA…
Helena, 35 yaşında, bekar, boşanma avukatı.

Yazının Devamı

“Herkesin bavulunda kıyafetleri olur, benim salata tabağım”

14 Aralık 2014

“Kayıp Şehir”in Duygu’su Ayta Sözeri, ilk kez başrol oynayacağı “Diva” oyunuyla tiyatro sahnelerinde. O artık hayatını iki bavula koyup diyar diyar dolaştığı yılların meyvelerini topluyor

Otobüsle çok yolculuk edenler bilir... Bir şehrin, bir kasabanın içinden geçersiniz... Evlerin pencerelerinde ışıklar yanar, siz uzağından geçersiniz... Daha çok yol varsa “eve” varmanıza, bir garip yalnızlık duygusu çöker üstünüze... Bir de yolun sonunda varacak evinizin olmadığını düşünün, hayatınızı iki bavula koyup bir şehirden bir şehire gittiğinizi...

“Hiç kimse bilmez, ‘Evlerin ışıkları bir bir yanarken gel sen ne çektiğimi bir de bana sor’ şarkısı bana başka şey ifade eder. O insanların evlerinin olması, o gün o evde uyuyor olmalarının duygusu beni çok yaralardı.” Tatlı tatlı anlatıyor, en acı şeyleri bile Ayta Sözeri: “Herkesin bavulunda kıyafetler olur. Hayır, benim salata tabağım, çay fincanım vardı, bir gün evim olursa
o tabakta salata yapmak istiyorum, o kupada çay içmek istiyorum diye onları da gittiğim her yere götürürdüm.”

O bavulda hayaller, ümitler, çoğaltılmış sevinçler, hasır altı edilmiş hüzünler var... Açıyoruz beraberce...

Hayalindeki meslek genetik

Yazının Devamı

KLiŞELERi YIKAN MÜZEYYEN...

12 Aralık 2014

Kadın karakterin ne kadar güçlü olursa olsun dönüp dolaşıp bağlandığı, eninde sonunda ağladığı aşk filmlerinden- ve hatta gerçeğinden- o kadar sıkılmışım ki, ‘Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku’yu keyifle izledim.
Zira Arif, bir ilişki yaşamayıp sadece kadınlara ‘ilişen’, “Bu ne biçim şey?” diye sordukları noktada arkasında kapı kilidinin çıt sesini bırakarak ait olduğu otel odalarına dönen bir adam... Ne iş yaptığı sorulursa ‘yazarım’ diyor, halihazırda ilk kitabını yazıp bitirmeye çalışmakta, haftada birkaç gün bir barda DJ’lik yapıyor, bir de sözüm ona ‘kadınları anlamaya çalışıyor’.
Sanki tek bir kadın tipi varmış, onun özelliklerini belirlediğinde hayatın denklemini çözmüş olacakmış gibi... Bu nedenle de zaten, yazdığı romanda kadının adı da yok, kim olduğu, nereden gelip nereye gittiği de belli değil. Kadın işte...
Ancak günün birinde, karşısına ‘farklı’ bir kadın çıkıyor; Müzeyyen...
Ve Arif ilk defa her hikayenin sonunu kendisinin yazamayacağını öğreniyor. Kıskançlıkla, sahip olma güdüsüyle, kaybetme korkusuyla yüzleşiyor... Bir de korkunun ecele faydası olmadığı gerçeğiyle...

KLİŞELİKTEN UZAK

Yazının Devamı

NERESi ARTI 18?

9 Aralık 2014

Bu da yeni adet anlaşılan... Hoşa gitmeyen şeylerden söz eden filmlerin gösterime girmesini engelleyemiyorsak, hiç değilse yaş sınırlaması getirip seyircisini azaltıyoruz.
Daha önce Onur Ünlü’nün ‘İtirazım
Var’ına gelmişti bu kimsenin sebebini çözemediği sınır; şimdi de Fatih Akın’ın ‘Kesik’i ‘artı 18’ kısıtlamasına takılmış durumda. Gerekçe?
İçerdiği korku ve şiddet sahneleri imiş. Şu kadarını kesin şekilde söyleyebilirim ki, mesele şiddet ve korku sahnesiyse, onlardan misal, Yüzüklerin Efendisi’nde daha çok var.
Nitekim Avrupa’da film, artı 12 ibaresiyle gösterime girebilmiş. Bizim çocuklar daha hassas herhalde.
Üstelik Fatih Akın, sinemadaki şiddet sahneleri konusunda son derece dikkatli bir yönetmen. Milliyet Sanat dergisi için yaptığımız söyleşide bir sinemacının bu konuda sorumluluğu olduğunu, beyazperdedeki daha çok şiddet, daha çok kan gösterme yarışına son derece karşı olduğunu söylemişti. Şiddeti, sinema yoluyla sıradanlaştırmanın sonucunun Youtube’dan izlediğimiz kafa kesme sahnelerine vardığı kanaatindeydi.
Böyle düşünen bir yönetmenin, 18 yaşından küçüklerin izleyemeyeceği şiddet sahneleri çekmesi mümkün mü?

Yazının Devamı