DEĞiŞEN SADECE YUMRUĞUN SAHiBi

10 Şubat 2015

Hayvanların sadece ‘sahipleri’ için çalıştığı, çalışmakla kalsa iyi, onun için ve o istediği sürece nefes aldığı bir çiftlik... Ne koyunların postları kendilerine ait, ne tavukların yumurtaları... Ne de tabii domuzların canları... Mr. Jones’un paşa gönlü ne zaman isterse, o gün satırın ucunda kelleleri.
Bir gün karar veriyorlar, bu gidişe bir dur demeye. Bir araya gelince güçlü olduklarını görüyorlar. Mr. Jones’a falan pabuç bırakmayacaklarını... Ve yönetimi ele geçirip artık kendileri için çalışıp kendi yiyecekleri, her şeyi eşitçe paylaşacakları adil bir düzen kuruyorlar. Bir de hayvan anayasası yapıyorlar, bütün hayvanların eşit olduğunu söyleyen. İnsanlarla dost olmayacaklarını, onların yaptıklarını yapmayacaklarını...
Asla öldürmeyeceklerini...

Şahane bir masal ama...
Gök hepsinin, dereler, çayır çimen de... Değmeyin keyiflerine...
Şahane bir masal, değil mi? “Ve sonsuza dek mutlu yaşadılar” deyip huzurlu bir uykuya dalabiliriz. Ama bir de sonrası var ki, George Orwell bunu yazmış ‘Hayvan Çiftliği’ romanında. Peter Hall sahneye uyarlamış, Bakırköy Belediye Tiyatroları da Emrah Eren’in rejisiyle oynuyor.

Yazının Devamı

ÇARESiZLiKTEN DOĞAN ÇARE

6 Şubat 2015

Dizi dünyasındaki kaypak zeminden hepimiz şikayet ediyoruz. Yeni başlayan bir işin üç bölüm süreceğinin bile garantisi yok, reyting ölçüm sistemi artık iyice evlere şenlik, AB grubunu dikkate alan kalmadı. O yüzden sürekli aynı çoluklu çocuklu, acıklı, gönül telimizi ‘kemiren’ dramlarla birbirinin aynı ‘komedi’lere mahkumuz. Biraz eli yüzü düzgün bir iş gördük mü üzülerek helvasını kavurmaya başlıyoruz. Nasıl olsa bugün var, yarın yok...
Sansür desen aldı başını yürüdü. İçki şişesine, bardağına, alkolün sözcüğüne tahammül yok. Hikayede o olmasın, bu olmasın, öpüşülmesin, sevişilmesin, aman ‘genel’ ahlak kuralları çiğnenmesin diye diye hep beraber ilkokul düzeyine indik çok şükür.
Dizilerin iki saati geçen sürelerinden oyuncusundan yazarına bütün sektör şikayet ederken bir arpa boyu yol gidilemiyor. Her hafta ciklet gibi uzayan hikayeler izlemek zorunda kalıyoruz.
Neyse, bütün bu feci halleri sıralama sebebim tünelin ucunda bir ışık görünmüş olması. Dizi sektörü RTÜK ve reyting sisteminin yardımıyla kendi kendini imha ederken, bir süredir alt yapı çalışmalarının sürdüğünü duyduğumuz dijital dünya hayata geçmeye hazırlanıyor.

İnternetten yayın yakında
Doğu

Yazının Devamı

100 KÜÇÜK ADAM

3 Şubat 2015

“Gerçekten içimde konuşanlardan nefret ediyorum. O kadar kötücüller ki, mesela kendime aynada bakıyorum, ‘İyi miyim ya?’ ‘Rezalet” diyen var... Mutluyum falan, ‘B.k mutlusun’... Bara gidiyorum, ‘Ooo eğleniyor musun, iyi peki şu şeyler ne olacak, hiçbirini düşünmüyorsun’ falan.
Sürekli kötücül. Beni mutsuz etmek için çalışan bir sürü tip. Bir kahveye benziyor zihnim. Okey oynuyorlar, taş sesleri falan var, gürültülü bir yer.”
Engin Günaydın’la 2013’te yaptığımız söyleşiden en çok aklımda kalan, bu cümleler olmuştu. Sanırım aynı kötücül tipler benim kafamın içinde de ikamet ettiğinden.
Bir arkadaşımla “Kafamın içinde 100 küçük adam konuşuyor” deriz biz onlardan söz ederken.
Bütün dertleri içinde yaşadıkları insana huzur yüzü göstermemek olan 100 küçük adam... Nasıl da hayalgücü yüksek birer senarist gibi çalışırlar... Kendinizi mutlu mu hissettiniz bir an? Hop, hemen bir endişe baloncuğu yollarlar kafanızın içine.
Her olayın arkasındaki, karanlık, kötü, can sıkıcı yönü titizlikle bulur çıkarırlar. Ondan sonra sen sağ, ben selamet...
Neyse ki Engin Günaydın kafasının içindeki faaliyeti doğru yere kanalize etmiş, bu senaryo yazarlarını faydalı bir işe koşmuş sonunda ki,

Yazının Devamı

Önce kalemi vuruldu, sonra kalbi

1 Şubat 2015

Abdi İpekçi 24 yaşında başına geçtiği Milliyet’i baştan yaratmış; dürüst, tarafsız, ilkeli gazeteciliğin adı olmuştu. Onu hain bir saldırıya kurban vermemizin üstünden tam 36 yıl geçti...

Bütün lise hayatını gazeteci olma hayaliyle geçirmiş bir delikanlı. Sonunda amcası elinden tutup Vatan gazetesinin sahibi ve başyazarı Ahmet Emin Yalman’ın karşısına çıkarıyor yeğenini. “Bak” diyor, “Benim yeğenim. Galatasaray mezunu, hukuk öğrencisi ama kafasına koymuş, gazeteci olmak istiyor. Sana teslim ediyorum.”

Vatan gazetesine girerek hayatının sevincini yaşayan delikanlıyı, 15 gün sonra büyük bir hayal kırıklığı bekliyor.
“Bu çocuktan gazeteci olmaz” diyor Yalman; “Siz bunu tüccar yapın.”

Ve son derece yanlış bir karar vermiş oluyor. Çünkü karşısındaki delikanlı, Türkiye’de gazeteci denince akla gelen ilk birkaç isimden biri olacak. Hem de çok kısa bir süre sonra...

Sene 1949. O delikanlı da 20 yaşındaki Abdi İpekçi. Neredeyse doğar doğmaz tanıştığı acılardan okumaya yazmaya sığınarak büyüyen, hedefini daha çok küçük yaşta belirleyen ve kısacık yaşamında o yolda çığır açan
bir gazeteci...

Yazının Devamı

‘Yılmaz’ı neden seviyoruz?

30 Ocak 2015

Bir adam ki, üzerine aldığı hiçbir sorumluluğu yerine getirmiyor. Kötülüğünden değil, unutuyor... Habire yüksekten atıyor, tutamıyor. Bir takım vaatlerde bulunuyor, yerine getiremiyor. Olayları işine geldiği gibi yorumluyor, tam olarak yalan söylüyor demeyelim de, gerçeğin açısını az biraz değiştiriyor. 40 küsür yaşına gelmiş, büyümemekte direniyor. Hâlâ annesinin arkasından terlik fırlattığı oğlan çocuğu olarak yaşayıp gidiyor.
Ve sonuç ne? Biz kadınlar kendisine bayılıyoruz.
Evet, hele hele ‘Aramızda Kalsın’ da bittikten sonra dizi alemindeki tek neşe kaynağımız olan ‘Gönül İşleri’nin ‘Deli Yılmaz’ına olan sevgimiz bambaşka.
Karısını en yakın arkadaşıyla aldattı, affettik. Kendisine aşık olan ikinci kadına sanki kafasına silah dayamış da başına bela olmuş gibi davrandı, kızamadık. Öfkesine hakim olamayıp kadını itip kakarken merdivenden düşürdü, gene gözümüzden düşmedi. Bir demet lale aldı, “Hakkını helal et” dedi, ettik. Ne öyle fazla başarılı bir işi var, ne aman aman parası, ne evi; bir tek altındaki eski arabası... Tamam, zamanında yıldız bir futbolcuymuş ama birikimi filan yok, belli ki yemiş bitirmiş elinde avucunda ne varsa. Kibar mı desen, hiç değil. Dangıl

Yazının Devamı

AŞK BUNA BENZEMiYOR

27 Ocak 2015

Şu sıralar vizyonda yerli film patlaması olduğunu gördükçe “Sinemamızda bir hareketlilik, bir hareketlilik, ne güzel” ile “Peki görüp göreceğimiz bu mu yani?” arasında gidip geliyorum. Tabii ki yeni yönetmenler, yeni hikayeler, yeni serüvenler çıkıyor karşımıza, çok şükür. Özellikle ‘Başka Sinema’ salonlarında.
Ama insanın canı zaman zaman iç açan bir romantik komedi ya da duygulandıran bir aşk filmi de izlemek istiyor. Ve bilmediğim bir sebepten biz orada sürekli sınıfta kalıyoruz. Duygularımız mı köreldi, aşkın ne olduğunu mu unuttuk da hayal gücümüz o yönde çalışmıyor, artık ‘Hatice’si her neyse, netice parlak değil.
A. Taner Elhan’ın senaryosunu Bedia Ceylan Güzelce’nin yazdığı, Burak Özçivit ve Fahriye Evcen’li yeni filmi ‘Aşk Sana Benzer’, fragmanından da açıkça anladığımız üzere, bir Ege kasabasında yeşeren bir aşk hikayesini anlatıyor. Kasabaya yabancı bir kız geliyor, ilçe sınırlarına adım attığı anda ‘Ali’nin yeri diye bir aile yadigarı balık restoranı işletmekte olan delikanlımızın dikkatini çekiyor. Hikayesini pek bilmediğimiz - ve filmin sonunda da öğrenemediğimiz - kız, ki biz adını ‘Deniz’ zannediyoruz; dondurmacıda çalışmaya başlıyor. İki genç arasındaki

Yazının Devamı

ALT TARAFI BiR FiLM

23 Ocak 2015

Birkaç hafta önce mail kutularımıza düşen bir basın bülteni vardı. Başlık: “Usta yönetmen Hakan Şahin: Film eleştirmenlerini önemsemiyorum.”
Bu bir röportaj, ve ‘usta yönetmen’ Şahin Bey, ‘çarpıcı’ açıklamalarda bulunmuş. Diyor ki “Film eleştirmenlerinin yazdıklarını okumam. Film eleştirmenleri ne iş yapar, bunu da bilmiyorum. Oturun iki sahne yazın, deseniz yazamazlar, şunu çek deseniz çekemezler. Yani bunu yapamayan insanlar beni nasıl eleştirebilirler bunu anlamıyorum.”
Bunun nasıl kendi kendini çürüten, saçma bir iddia olduğuna dair daha önce kalem oynatmışlığım var.
Özetlemek gerekirse, işi sinemacılık olan birinin bu ikisinin iki ayrı meslek olduğunu ayırt edebilmesini bekliyor gönül. Umarım bir gün kabul edeceksiniz ki film eleştirmeni; bir filmi izleyip onu okuyabilen, hakkında yazı yazabilen insana deniyor. Film çekene değil. Dolayısıyla “Al eline kamerayı çek bakayım” denmiyor ona dünyanın hiçbir yerinde.
Neyse, o zaman artık bu asırlık tartışmayı bir kez daha ateşlemeye gerek duymamıştım, bunu haber olsun diye aralarında film eleştirmenlerinin de bulunduğu bir dizi medya mensubuna yollayan PR’cıyı içimden tebrik edip yoluma devam etmiştim.
Ama bugün, daha

Yazının Devamı

HAYALLER VE GERÇEKLER

20 Ocak 2015

30 yaş üstü şehirli kadının şarkılarını kim söylüyor derseniz, akla gelecek ilk isim Göksel bence. Hatta yıl yıl onun şarkılarına bakarsanız, giderek artan hüznü ve umutsuzluğu da takip edebilirsiniz.
Önce ‘Belki de akıllanır’ umudu taşıyarak ‘Sabır’ dileyen şarkısıyla girmişti hayatımıza. Ardından ‘Depresyon’un milli marşı geldi ama onda bile alaycı bir tavır, girilen depresyondan çıkma vaadi vardı.
Sonra da hep allı pullu elbiselerin arkasına saklanmış bir hüzün, bir bekleyiş, bir ihtimal umudu taşıyan küçük kız şarkıları dinledik ondan. Aradaki cover albümleriyle sanıyorum o küçük kız dönemini kapatmış oldu ki, şu an olgun bir kadının son derece isabetli oklarını taşıyor şarkıları. Hele hele yeni çıkan ‘Sen Orda Yoksun’dakiler...

HAYAL KURMADAN AŞK OLMAZ
Zaten albümün isim şarkısından belliydi, taşıyacağı iklim... “Siyah beyaz bir adamdı hayalimdeki resim” diye başlıyor şarkı. Göksel de verdiği röportajlarda şarkıda Metin Erksan’ın ‘Sevmek Zamanı’na gönderme olduğunu söylüyor... Ve genellikle bir insanın gerçeğinden çok hayalini sevdiğini... Ve tabii ki, hayalin gerçekten daha iyi olduğunu...
Bütün albüme ve hâlâ aşk yaşamakta ısrarlı bünyelere sinen

Yazının Devamı