iÇiNiZDE KAÇ KiŞi KONUŞUYOR?

4 Kasım 2014

Siz de bazen hatta sık sık, kafanızda her biri ayrı tondan söyleyen bir koronun konuşup durduğunu hisseder misiniz?
“Akşam filancaları yemeğe çağırsam ama ya eti tam kıvamında pişiremezsem? Söyledikleri saatte gelmezlerse de soğursa, ya da erken gelirlerse de yetişmezse? Masaya sığamazsak? Rahat edemezlerse? Mutfakta mı otursak acaba yoksa salonda mı? En iyisi salon, daha geniş... O zaman da sürekli mutfağa gidip gelmem gerekecek. Masayı mutfağa mı taşısam? Müzik seti salonda kalır bu sefer... Tamam, hepsini birden mutfağa taşırım. Önce salonda birer içki alsak daha mı iyi olur peki?”
Bu böyle sonsuza kadar gider, her bertaraf ettiğiniz endişe(cik) bir diğerine kapı açmak suretiyle, kafanızı bir münazara alanına dönüştürür. Sonuçta büyük olasılıkla kimseyi çağırmaz, kendi güvenli alanınızda tek başınıza oturur, televizyona bakarak sandviçinizi yersiniz. Sen sağ, ben selamet...
Ama ikimiz de yalnız...

BAŞ DÖNDÜREN BİR KOMEDİ
Oyun Atölyesi’nin ilk provalarından birine konuk olduğum oyunu ‘Dolu Düşün Boş Konuş’ seyirciyle buluştu bu cuma.

Yazının Devamı

ÖLÜMDEN ŞAKA MALZEMESi ÇIKMAZ

31 Ekim 2014

Adının önünde ‘mizahçı’ sıfatını taşıyan Salih Memecan, ölümlerden şaka çıkartmaya, gazetesi onları yayınlamaya, vicdan sahibi insanlar da bakıp bakıp dövünmeye devam ediyorlar.
Ölüm oruçları, bulunmaz bir mizah malzemesi oldu onun için. Gezi olaylarında ölen gencecik çocuklar, keza...
Hadi bütün bunlar onun benimsediği ‘dünya görüşüyle’, artık nasıl bir görüşse o, açıklanabilir belki...
Ama maden faciasında bir komiklik arama halini neyle açıklayacağız?
Neyi eleştirdiğini, çizdiği şeyin nesini komik bulduğunu da pek anlamak mümkün değil. Zaten yüreğin karardıkça mizahtan da uzaklaşırsın bana göre.
Mizah içinde bir çocuk saflığı muhafaza edebilenlerin işidir. Diğerlerinin zaman geçtikçe nasıl kendini tekrarladığını, tatsızlaştığını ve giderek kötücülleştiğini görüyoruz.
Dünyaya, olaylara, yaşananlara bir çocuğun gözleriyle bakarsan neyin komik, neyin acıklı olduğunu ayırt edebilirsin. Ucu sana dokunsa da dokunmasa da, bir ölüme üzülürsün mesela, ister istemez. Senin gibi mi düşünüyor, ‘sizden’ mi, ‘onlardan’ mı diye bakamazsın.

Yazının Devamı

KORKANLARIN HiKAYESi OLMAZ!

28 Ekim 2014

Önce Hümeyra’nın adımlarıyla tanıyoruz kasabayı...
Onun uçarcasına giden, tüy gibi hafif adımlarıyla...
Yıllar yıllar önce, o duvarların gencecik bir kıza nasıl ağır geldiğini tahmin etmek mümkün değil. Bir eve dönüş neşesi var, yolları adımlayışında.
Ruhu hafif, yıllar karartmamış kalbini.
Sonra yine tiyatro, sinema ve müziğimizin bir diğer ‘diva’sı çıkıyor sahneye: Işıl Yücesoy. Olanca sertliği ve 40 yılın öfkesiyle. Sanki onca yıl hiç yaşamamış; öfkesini ve kinini beslemiş sadece.
Belli ki kötü şeyler yaşanmış aralarında zamanında ama ne bilmiyoruz... Adım adım keşfediyoruz.
Hatice ve Hanife... İki kız kardeş...

Yazının Devamı

TOMBUL hali GuZELDi OYSA

24 Ekim 2014

Renee Zellweger’i hep sevdim. Kapakları biraz düşük ama içleri gülen mavi gözleriyle, insanda makas alma isteği uyandıran yanaklarıyla ve de Bridget Jones zamanında biraz daha büyüttüğü, her an bir yerlere çarpıp, bir şeyleri devirebilecekmiş gibi görünen poposuyla...
Güzelliğin ilk şartının, zayıflık sayıldığı Hollywood’un nazar boncuğu gibiydi...
Aslında hepi topu bir iki kilo ‘fazlası’ vardı ama tombul kategorisine sokuluyordu. Bu haliyle de güzel, çok tatlıydı.
Geçen gün bir de baktık; tanıdığımız Renee gitmiş, bambaşka bir kadın gelmiş.
İncecik bir kadın; zarif bir kadın ama üzgünüm, tatsız bir kadın. Estetik operasyon geçirmiş diyorlar. İnsan kendini para verip, nasıl bu hale getirir belli değil. Kendisi de “Ne alakası var, operasyon filan geçirmedim, sadece daha sağlıklı, huzurlu, mutlu bir hayat sürüyorum” demiş ama yüzünde gördüğümüz ifade hiç buna benzemiyor.
Daha ziyade “Allahım 45 oldum, devrim geçiyor” diye paniğe kapılıp kendisine yeni bir yüz yaptırmış gibi.

Zaten ünlülerin plastik cerrahı Alessi Weighs, görüntüleri inceleyip neresine ne yaptırdığını sıralamış, doğru herhalde.

Yazının Devamı

CEHENNEM BURASI DEĞiLSE NERESi?

21 Ekim 2014

Geçen hafta kendi deyişiyle ‘yaşam defterini kapatan’ Mehmet Pişkin, bu hayata son notunu bırakırken yol açacağı kargaşayı tahmin ediyor muydu, bilemiyorum. Kuşkusuz; görülmesini, konuşulmasını istemese sadece arkadaşlarına yollardı veda videosunu. Belli ki 36 yıllık ömrünün son 14 dakikasıyla tanımadığı insanların da hayatına dokunmak istedi bir yerinden.
Ama hiç de azımsanmayacak kadar çok sayıda kişinin, bir insanın kendi hayatı üzerine verdiği son kararına hem de hakaretler ederek müdahale etme hakkını kendilerinde göreceklerini hesap etmemiştir herhalde.
***
Sosyal medya çok kalp kırıcı bir yer haline geldi. İsteyenin istediği nefreti, kini, salyayı saçabildiği bir yer...
Bu dünyadan kendi isteğiyle çekip gitmeden önce geride kalanlara son derece zarif cümlelerle veda eden, ağzından kimse için kötü tek bir sözcük çıkmayan, videosuyla sadece iyi dilekler bırakan bir adama “Cehennemde yanıyor” diyebilecek insanların cirit attığı bir yer...
Nasıl bu kadar kötü olabiliyorlar? Ben mi anlayamıyorum bir türlü?
Size ne kardeşim? Kimin inanıp kimin inanmadığından, kimin yaşamı anlamlı bulup, kimin bulmadığından?

Yazının Devamı

Az konuşup çok iş yapıyor

19 Ekim 2014

Timuçin Esen’i tanımlayacak kelime bulmaya çalışarak başlıyorumişe. “Karizmatik?” Evet... “Yetenekli?” Kuşkusuz... Tercih etse de etmese de çok ünlü, ama “rahat” hiç değil... “Endişeli” biraz, birazda “tutuk” belki... Sonra 2011’de albümünü Mehmet Tez’e anlatırken kurduğu cümleleri okuyorum. Albümün adı “Mayhoş”tu, şöyle anlatıyordu nedenini: “Mayhoş nasıl bir tattır anlatamazsın ya... Tarif edemezsin, ne tatlı ne ekşi. Ortada. Hayat da öyle.” Timuçin Esen de biraz öyle... Onunla röportaj yapan bir gazeteciysen, işin çok zor. Her soru havada asılıp kalır sanki, alnındaki çizgiler belirginleşir, soru hoşuna mı gitti, kızdı mı anlamazsın...
Tek cümlelik cevaplar verir...

Sustukça daha çok merak edilen biri

Sevmiyor kendisinden söz etmeyi, yapacak bir şey yok... Ama sustukça merak edilen biri... Hep yeni şeyler öğrenen, yeni hayaller kuran, yeni kapılar açan, az konuşup çok iş yapan birinin anlatılmaya değer hikayesi bu...

Devlet Su İşleri’nde çalışan avukat Nihal ve Üstün Esen’in tek çocuğu Timuçin, 14 Ağustos 1973’te Adana’da dünyaya geldi, yedi yaşına kadar Elazığ’da yaşadı. Ailesi Niğdeli ve kendisini illa bir yerli kabul etmesi gerekirse, orası Niğde. Ebru Çapa’ya

Yazının Devamı

GOETHE, SANSÜR, iSTiFA...

17 Ekim 2014

Zaten türlü türlü dertle mücadele eden Devlet Tiyatroları’nda enteresan bir de ‘sansür’ krizi yaşanmakta...
Ortada iki gün önce prömiyer yapan ‘Güneş Batarken Bile Büyük’ oyunuyla ilgili bir sansür iddiası, bu nedenle istifa ettiğini söyleyen bir genel sanat yönetmeni ve kendisine sansürle ilgili herhangi bir tebliğ gelmediğini belirten bir yazar-yönetmen var. Yani tamamı iddialar ve söylentiler üzerine kurulu bir kriz...
Hatta bir diğer söylenti de Mustafa Kurt’un hakkında soruşturma açılacağı haberleri üzerine istifa ettiği ve ‘sansüre karşı duran genel sanat yönetmeni’ sıfatını beğendiği için bu iddiayı ortaya attığı yönünde. Zaten oyunun yazarı ve yönetmeni Kazım Akşar da “Mustafa Kurt’un kendince bir kahramanlık yaptığına inanıyorum” diyordu, dün Milliyet’ten Gülden Öktem’e yaptığı açıklamada...

SANSÜR HAYATIMIZIN PARÇASI
İşin içinden çıkmak mümkün değil ama kesin ve acı olan şu ki; sansür epeydir hayatımızın doğal bir parçası.
Ne şaşırıyoruz duyduğumuzda, ne de sarsılıyoruz. Olsa olsa benim yaptığım gibi, “Aman bu söylentiler çıktıysa oyunun başına bir şey gelebilir, tez zamanda göreyim” deyip tiyatro salonuna koşmak bir yol olabilir.

Yazının Devamı

BiRKAÇ SAAT AVUNMAK iÇiN

14 Ekim 2014

Geçen yıl Tolga Örnek’in ‘Senin Hikayen’ filmini izlediğimde en çok Selma Ergeç ile Timuçin Esen arasındaki kimyaya bayılmış, aslında bugüne kadar pek de bu tür rollerde oynamamış iki oyuncudan şahane bir romantik komedi ikilisi çıkardığı için yönetmeni tebrik etmiştim. Ve bu ikiliyi romantik komedi türünde bir dizide izlemek gibi bir hayalim olduğunu da söylemiştim.
Sonuçta dediğim oldu; Selma Ergeç ve Timuçin Esen ‘Gönül İşleri’nde bir aradalar. Ama çift olarak değil, enişte baldız olarak.
Timuçin Esen’in karısı rolünde şahane bir oyuncu olan Bennu Yıldırımlar’ı, Selma Ergeç’i nikah masasında bırakan hırsız nişanlı olarak da Fırat Çelik’i izliyoruz ki, sanırım ‘Fatmagül’ün Suçu Ne?’ itibariyle kendisini güvenilir adam rolünde izlemek mümkün olmayacak!
İnsanın gerçek hayattaki sıkışma ve bunalma derecesi arttıkça gülümsetecek şeyler izlemek istiyor, bu kesin. İnandırıcı olsun olmasın, pembe dünyalar bir süreliğine de olsa (ki bu bir Türk dizisiyse bu süre reklamıyla özetiyle 3 saat demek) avutuyor insanı.
Kaçışsa kaçış, evet.

TATLI BİR HİKAYESİ VAR...

Yazının Devamı