Yeni ekibi açıklandığından beri heyecanla beklediğim Altın Portakal bugün başlıyor da, ne yazık ki kekremsi bir tad var ağzımızda...
“Ülkenin geri kalanı gül bahçesi mi ki, sineması, festivali coşsun” diyebilirsiniz ve yerden göğe haklı olursunuz tabii...
Reyan Tuvi’nin ‘Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek’ adlı belgeselinin yarışma dışı bırakılmasıyla başlayan süreç, önceki gün belgesel yarışma bölümünün iptal edilmesine kadar vardı. Çünkü sansürü protesto eden, filmi tepkiler sonunda yine bir müdahaleyle yarışmaya geri alan festival yönetiminden özür bekleyen yönetmen ve yapımcılar filmlerini çektiler yarışmadan.
Ortada da kocaman bir kaos kaldı.
Birdenbire festival, bugüne kadar kapısından geçmemiş herkesin meselesi oldu.
“Film geri alınmış ya, daha ne istiyorlar?” diye soranlar mı istersiniz, Akif Beki gibi bu kargaşanın sorumlusu olarak ön jürinin lanetlenip bir daha festival ortamlarına sokulmamasını isteyenler mi...
***
Utanıyorum sahiden... Ülkemde bir gazete, bir belediye başkanının danışmanını renkli görüntüleri nedeniyle diline dolamaya kalktığında. Renkli görüntü tabii ki benim ifadem değil, kendilerinin başlığı...
“Şaşırtan renkli görüntüler!”
Nedir bunlar?
Şişli Belediye Başkanı Hayri İnönü’nün danışmanı Boysan Yakar’ın LGBT Onur Yürüyüşleri’nde ya da eşcinsel hakları için katıldığı başka etkinliklerde çekilmiş fotoğrafları...
‘Renkli’nin hakaret niyetine kullanıldığı başka kültür var mı bilmiyorum ama haberde alaycı bir dil kullanmayı deneyen Sabah gazetesi habire sözcüğü tırnak içine almış: “Şişli Belediye Başkanı İnönü’nün ‘Renkli baş danışmanı’ Yakar” şeklinde.
DESTEKSİZ İDDİALAR...
Kapalı alanlarda sigara yasağını sonuna kadar destekleyenlerden biriyim. Hatta şu an bakıyorum, nasıl oluyormuş da o herkesin baca gibi tüttüğü mekanlarda eğlenebiliyormuşuz, aklım almıyor.
Eve döndüğümüzde üstümüzün başımızın nasıl koktuğunu, bazı yerlerden gözümden yaşlar geldiği için çıkmak zorunda kaldığımı hatırladıkça “Ne kadar doğru kararmış” diyorum. İnsanların temiz hava soluma özgürlüğüne nasıl kastediyormuşuz...
“CIS” MI DİYELİM?
Nitekim bu yeni düzenlemeye de çabuk alıştı insanlar. Restoranların, barların kapı önleri sigara içenler için yeni bir sosyalleşme alanı oldu. Ve evet, ikide bir kalkıp kapı önüne çıkma zorunluluğu sigara tüketimini azalttı. Yetmez mi?
İlla “Cıs” deyip insanların eline mi vurmak lazım? Siz devlet olarak insanların temiz hava alma özgürlüğünü sağlasanız, gerisini artık onlar hür iradeleriyle kendileri belirleseler olmuyor mu?
Anlaşılan olmuyor ki, ekim ayı itibariyle açık alanlara da ciddi bir sınırlama geliyor. Nereleri etkiliyor yasak? Hastane-okul bahçelerini, park, restoran, kafe açık alanlarını...
Okul bahçesini anladık diyelim, insanların zaten dertli olup iki satır efkar dağıtmak için bir sigara tellendirdiği hastane
Çok bildiğim hayat hikayelerinden biri değildi Bergen’inki... İşte meşhur kezzap hikayesini biliyordum herkes kadar, bir de genç yaşta öldürüldüğünü... Gözümün önünde hayli geçkin bir kadın portresi onu düşününce... Sarı kabarık saçları tek gözünü kapatıyor. Bir de acı gülümseme, yüzünün geri kalanında...
Güzel denemez ama baktıkça bakası geliyor insanın, öyle bir ifadesi var. Aslında bir değil, birçok ifade var o yüzde. Çok sevmiş, çok sevildiğine inanmış bir kadının gururunu da okuyabiliyorsunuz yeterince dikkatli bakarsanız, feleğin bütün sillelerini sırayla patlattığı birinin yılgınlığını da...
Böyle bir şarkı söyler mi insan?
“İçimde bir his var öleceğim diye / Tanrıya yalvardım daha yaşatsın diye...”
Ve kaç yaşında... Meğer o yüzüne baktığım ‘geçkin’ kadın bu dünyadan göçtüğünde 29 yaşındaymış!
BELGESEL ROMANI ELİMİZDE
Ne kadar çok seviyoruz, “Bir zamanlar kartaldı” haberlerini... “Genç kızların rüyalarını süslerdi”... “Bir yürürdü, herkes dönüp bakardı”... “Yürekleri hoplatırdı”...
Ve vazgeçilmez başlığı bu tip yazıların: “Ne oldu sana bilmem kim?”
Ne olmuş olabilir? Ya o da zamanı durduramamıştır hepimiz gibi yaş almıştır... Ya sürekli fit dolanma hastalığından kurtulmuş, kilo almıştır... Ya genç yaştan itibaren göz önünde olup didiklenmekten yorulmuş, bu hayatı anlamsız bulur olmuş, bunalıma girmiştir...
Bir insanın hayattaki varoluş sebebi sürekli yürek hoplatıp bakışları üzerine toplamak olamaz çünkü, öyle değil mi?
Ondan sonra inzivaya çekilsen kurtulamazsın “O eski halinden eser yok şimdi” nakaratından...
Brigitte Bardot 80 oldu, kurtulamadı...
Bu aralar sosyal medyada popüler konumuz, Koton’un insanı görür görmez giyimden kuşamdan soğutan, mümkünse ailece çuval giymek suretiyle tarz sahibi olmaya iten çocuklu reklamı. Tabii bir reklamdan kapitalizme karşı olmasını, düzenin esiri olmamasını filan bekleyemeyiz, fıtratı gereği... Büyük bir sosyal duyarlılık, “Alan var, alamayan var, bebeklikten itibaren tarz sahibi olun, habire yeni kılık kıyafet isteyin mesajı vermesek mi biz çocuklara?” gibi bir ince düşünce de herhalde beklenti çıtasını yükseltmek olur.
KOKUŞMUŞ KLİŞELER (!)
Fakat köşesinde düpedüz pedofili üzerine kurulu berbat bir fıkrayı ‘tebessüm’ amaçlı kullanan Hıncal Uluç bizi kokuşmuş klişelere saplanmakla itham etmesin diye Pedagoji Derneği’nin yaptığı açıklamaya da mı göz atmayacağız?
Çünkü reklamı eleştirenleri böyle nitelendiriyor kendisi...
Pedagoji Derneği’nin “Çocukların, bir ürünün satışı amacıyla kullanılmasını, çocukların öne çıkarılarak bir ürünün tanıtılmasını doğru bulmuyoruz.”, “Çocukların gündeminde moda yoktur” gibi...
“Çocuklara, ‘Ayrıcalıklı olun, tarzınız, modanız olsun’ mesajının verilmesi doğru değildir. Çocukları, kıyafetleriyle ayrıcalıklı, farklı olmaya sevk etmek
Mevlana kitabıyla kredi kartı reklamını aynı bünyeye sığdırabilen yazarımız Elif Şafak’ın yapacağı hiçbir şey beni artık şaşırtmaz diyordum ki, Habertürk’ü gördüm pazar sabahı...
Kendisi 14 ila 16 senedir et yemezmiş, otobur- muş da artık etobur olmuş, onu müjdeliyor bizlere. Bu yıl konusundaki karışıklığa az sonra döneceğim...
“Ne yerse yesin, bizi neden ilgilendiriyor?” diye sormayın, gazete pazar ekinde iki koca sayfa açmakla yetinmeyip hem ekin, hem de gazetenin ana sayfasından gözümüze sokmuş bu mühim haberi. Ve o korkunç fotoğrafları...
Favori fotoğrafımızda Elif Şafak, iki avucuna bir hayvan beyni almış, objektiflere gülümsemekte.
Pazar kahvaltısında maruz kaldığımız görüntü bu; gözümüze sokulan kanlı bir hayvan beyni.
Orijinal bir poz mu?
Elbette değil.
Gidebilenler için deniz, güneş, tekne, hepsi güzel ama şehirde kalanların da artık oyunların ve konserlerin başlaması gibi bir beklentisi var. Ve nihayet tek tek yeni sezon programları açıklanmaya başladı.
Geçen gün Salon İKSV’de toplandık, Tektekçi’nin kokteylleri ve Belle and Sebastian’dan Richard Colburn’un DJ seti eşliğinde.
Daha çok yeni keşiflerin mekanı olarak bilinen mekanın ekim-kasım-aralık programında yine yükselmekte olan birçok grup olduğunu müjdeleyen Bengi Ünsal’ın konuşmasının ardından; programa dair bir minik video izledik ve her çıkan grupta salona bir heyecan dalgası yayıldı.
Alkışların şiddetinden anlayabildik ki, merakla beklenen bir dolu grup var listede, başta 10 Ekim’deki açılış grubu Future Islands olmak üzere.
Bengi Ünsal’ın dediğine göre gelecek grupların bazılarını İKSV Genel Müdürü Görgün Taner de tanımıyormuş, ki kendisi müzik ilgisi-bilgisiyle bilinir ama belli ki çok yakında “Vay be, İstanbul’a, Salon’a gelmişlerdi” diyeceğiz arkalarından.
Ünsal’ın şahane ifadesiyle söylersek; “Biz geleceğin büyük isimlerini henüz bir üst lige geçmeden yakalayıp Salon’un samimi atmosferinde müzikseverlerle buluşturmak için çabalıyoruz...”