Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Çelik soyunup kontrbasın arkasına geçtiği fotoğraflarıyla bu hafta sosyal medyayı salladı. Bir kez daha anladık ki devir değişse de Çelik’in kendinden bahsettirme yöntemleri sabit kalıyor

Bandanalı çocuğun suçu neydi

Şarkıları sözlerini sorgulamadan sevdiğimiz bir dönemin şarkıcısı Çelik. Pop müzik “patlamış”, ortalığa bugün hâlâ barların en hoplaya zıplaya dinlenen şarkıları saçılmış. İzel-Çelik-Ercan dağılmış, Çelik Erişçi üzerinde meşhur renkli kazağı (ileride iPhone kazağı olarak anılacak unutulmaz bir kült obje), başında bandanası ile “Ateşlerde”. “Gitme, gelme, yapma, etme derken / Bir sıkımlık aşkımız da bitti / Gönlüm şimdi yeni bir kızda” diyor, “Dum ka ka” diye de devam ediyor: “Hayır mı şer mi bilmiyor ama, ateşte”.

Haberin Devamı

“Popçu Çelik”in tek başına doğuşuydu bu. Ama onun “popçu” sıfatıyla derdi vardı ve sık sık altını çizdiği “akademik kariyerinden” ötürü “başka bir yerde” görüyordu kendisini. O “yeri” korumak için de her yol mübahtı.

“İstediğim zaman istediğim rolü yaparım”

12 mayıs 1966’da İstanbul Silahtar’da bir işçi ailesinin çocuğu olarak dünyaya geldi Çelik Erişçi. İsmi, babasının çalıştığı Arçelik fabrikasından geliyordu. Pendik Lisesi’ni ite kaka bitirdikten sonra gizli gizli konservatuvar sınavına girdi ve İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı Temel Bilimler Bölümü’nde kontrbas eğitimine başladı. Evet, bu hafta sosyal medyayı çalkalayan o enstrüman... Yüksek lisans ve doktorayla devam edecekti eğitimine. Bir yandan da geceleri gazino sahnelerinde, kabarelerde çalışarak hayatını kazanıyordu.

1991’de İzel-Çelik-Ercan olarak ilk ve tek albümlerini çıkardılar, biz de bu dağ, bayır, park, bahçe dolaşan üçlüyle tanışmış olduk. Yalnız İzel ile Ercan
o dönem sevgili olduğu için, Çelik biraz geçerken uğramış gibi duruyordu, nitekim bir yıl sonra ayrıldı aralarından. İnternet sitesinde “İhtimal ki erken kibir, şımarıklık belki de tecrübesizlikten dolayı şimdilerde çok aradığım arkadaşlarımdan ayrılarak kariyerimi tek sürdürme kararı aldım” diye “özeleştirisini” verse de, 2012 yılında katıldığı “2. Sayfa” programında bütün faturayı İzel’e kesmişti.

Haberin Devamı

Anlattığına göre İzel ile Ercan ona “Şunu yap, bunu yapma” diye 10 maddelik bir liste vermiş, o da bu “10 Emir”i kabul etmediği için gruptan ayrılmıştı. Ercan “Valla beni İzel fiştekledi” demişti sonradan. 20 sene sonra “Beyaz Show”da bir araya gelip güle oynaya “Özledim”i söyleseler de, “Benim için İzel’den bir cacık olmaz” diyordu Çelik. “Ama birbirinizi çok özlemiş duruyordunuz?” sorusuna da “Abi ben artistim” diye cevap veriyordu: “İstediğim zaman istediğim rolü yaparım. Bizim mesleğimiz bu.”

Tarikat söylentileri ve polemikle geçti yılları

Evet, mesleği büyük ölçüde “buydu”... Yazdığı, söylediği şarkılardan çok işin “artistlik” bölümüydü, konuşulan. “Her sene bir albüm” düsturuyla fabrika gibi şarkı üretse de en çok Atatürk sevgisiyle anılıyordu mesela. “Hercai”, “Dilberim”, “Afedersin”, “Kızımız Olacaktı”ların arasına “Yüce Atatürk” şarkısını sokuveriyordu çünkü. Yetmiyordu, bir sonraki albümde “Yüce Ata’m” geliyordu... Şarkı yapamadıysa kartonetten dile getiriyordu duygularını: “Her anımızın bir önceki anımızdan iyi olması, ilericiliğin gereğidir ve bu anlayışın sahibi YÜCE ATATÜRK’tür.” Mazhar Alanson’un bir karşılaşmalarında “Naber Çelik, Atatürk nasıl?” diye sorması boşuna değildi yani.

Haberin Devamı

Ve aynı Çelik, 2014’te Ülke TV’de Esra Elönü’nün “Hâlâ Atatürkçü müsün?”sorusuyla karşılaştığında “Senin söylediğin anlamda bir ideolojiye hiç sahip olmadım” diyordu: “Ben Atatürkçü olunması gerektiğini düşünmüyorum, ben Atatürk olunması gerektiğini düşünüyorum.”

Hâlâ anlayamayanlardansanız birde “Allah’ın 99 esması”ndan “Adl” ile açıklıyordu durumu: “Göksel olanı yere indirip dünya hayatında da uygulamak lazım. Ben ‘adalet’ esması mülkün temelidir sözünü kendime ilke olarak benimseyebilirim. Bunu Atatürk değil Gandhi de söylese Gandhici olabilirim. Demek ki bizim için esas olan sözü söyleyenler değil de sözün hakikati.”

Gene mi olmadı? E onun açıklaması, 2000’de yaptığı “Aman Aman” şarkısında: “Artık devir değişti / E tabii Çelik de değişti / Kısa kes artık bitti/ Senin modan geçti / Şimdi o kadın moda, bay bay”.

“Sekizinci” adlı albümünü Sting’in, David Bowie’nin çalıştığı dev müzisyenlerle kaydeden bir müzisyen olsa da, daha çok tarikat söylentileri, o sıralar sevgili olduğu eski eşi Buket Saygı’ya mesaj çektiği için Kadir İnanır’a verilen “ayarlar”, adını Ata koyduğu bir evlat ve bolca polemikle geçti yıllar. “Yumuşakçalar ve Diplomasi” diye bir kitap yazdı, Yeniçağ gazetesinde de köşe yazıları... 2006-2011 arasında albüm yapmadı. “Düşünme süreci” dedi bunun adına. “Popçu” lafından iyice sıkılmıştı. “Cici Kız şarkısı mesela, sosyolojidir” diye dert yanıyordu Radikal’den Berrin Karakaş’a: “Sözlerin altına bakın, ‘Harbiden popçu musun, ne demek istiyorsun?’ dersiniz.”

Daha neler yapabileceğini tahmin etmek bile güç

Peki nasıl aşacaktı bu tanımı? Kadın kılığına girerek! Kendi yazıp yönettiği “Şizoid” adlı kabarede sahneye kadın olarak çıkacak, böylelikle toplumda
“en öteki” olarak görülen kadının halini anlamış olacaktı. 2013’te Milliyet’te Defne Samyeli’ne verdiği röportajda, “Kadın olunca bir adam bana internet üzerinden ‘A... k....mun karısı!’ yazdı. Bu adam benim kadın halimi bulsa, ağzımı burnumu kırar, yerlerde sürükler” diye anlatıyordu çözdüğü durumu. Ama makyajdan kostüme kime başvurduysa “Adamın her tarafından erkeklik hormonu fışkırıyor, yapamayız” cevabını aldığını belirtmekten de geri kalmıyordu. Allah muhafaza, “kadınsı” bir yönü yoktu yani. Röportajda “Oyunun sonunda aletimi gösteriyorum” bile dediyse de pek uzun ömürlü olamadı şov.

Ancak Çelik yolun bu olduğu konusunda kararlı olmalı ki geçtiğimiz hafta aletini değil ama geri kalanını sergileyen fotoğraflarıyla düştü gündeme. Tabii ki yine anlaşılamayan bir eleştiri gizli derinlerde. Ayrıca yine bir “alet” muhabbeti: “Sanatçıların halini, kalbini anlatmak için bu fast food sistem çok yetersiz. O büyük aletin arkasına kendini ürkek bir şekilde saklayan gönülde neler var anlaşılmalı...”

Biz de öyle umuyoruz. Bu sefer anlaşılsın inşallah. Aksi halde, “Ben artık o 25 yıl önceki bandanalı çocuk değilim” deyip o bandanalı çocuğu mumla aratan fotoğraflar çektiren Çelik’in bu olgun yaşında “O büyük aletin arkasına saklanan ürkek gönlü” bize göstermek için daha neler yapabileceğini tahmin etmek bile güç...

“Ya sipsi çalsaydı”

Bandanalı çocuğun suçu neydi

Tahmin edileceği gibi, Çelik’in fotoğrafları sosyal medyada müthiş ilgi gördü bu hafta. Ekşi Sözlük’te “Devir değişti, Çelik buruştu” esprileri mi istersiniz, “Ateşteyim klibindeki o meşhur kazağından binlerce özür dileyip tövbe etmek” isteyenler mi, “Maazallah ya sipsi çalsaydı” diye sevinenler mi... Çello mu kontrbas mı, ağda mı, epilasyon mu tartışmalarıda cabası. Zaytung’da çıkan haber ise şöyleydi: “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geride tartışılacak, polemik konusu olacak bir açıklama bile yapmadan Umre’ye gitmesiyle gündemde oluşan kısa süreli boşluk, Türkiye’ye pahalıya mal oldu. Uzun bir süredir gözlerden ırak olan Çelik Erişçi, fırsatı iyi değerlendirerek kontrbasıyla birlikte kameraların karşısına geçerken, ortaya çıkan manzara 7’den 70’e herkesi derinden etkiledi. Fotoğraflara hazırlıksız yakalanan Türkiye, panik halinde konuşulacak yeni bir konu arayışına girerken, Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu ise fotoğraflara maruz kalan vatandaşlara gündemdeki diğer maddelere konsantre olmaya çalışmaları ve bol bol yoğurt yemeleri yönünde tavsiyede bulundu.”

“Öldürülmediğim için suçlu oldum”

Çelik’in Dost Tarikatı üyesi olduğu iddiaları, yakın olduğu bilinen İhsan Güven ile eşi öldürüldükten sonra iyice arttı. Cinayet davasında tanıklık yapan Çelik, “İhsan Güven, Atatürk ilkelerine bağlı emekli bir binbaşıdır, tarikat lideri değildir. Ben bir tarikat üyesi değilim” derken, bir süre sonra ölüm tehditleri aldığını ve Azerbaycan’a yerleştiğini öğrendik. Hürriyet’ten Sema Eren’in röportajında “Türkiye’de yaşamam çok zor” diyordu: “Ruhsatlı bir silahım ve bir de pompalı tüfeğim var. Polis sorgusunda teröristler Atatürk ilkelerine bağlı olmam sebebiyle hedeflerinde olduğumu belirtmişlerdi. Ben de kendimi ve ailemi korumanın yollarını aramaya başladım.” Daha önce kıskançlığından bezdiğini açıkladığı karısından da aslında bu yüzden boşanmıştı, dediğine göre.

Bu arada Ergenekon savcısı Zekeriya Öz’ün raporunda “Çelik’in fikir birlikteliği bulunan İhsan Güven ve Doç. Dr. Necip Hablemitoğlu’nun öldürülmesine rağmen, kendisinin öldürülmemesinin manidar ve düşündürücü olduğu” vurgulanıyordu. Çelik’in cevabı ne oldu: “Keşke bu memlekette gerçekten bir Ergenekon olsaydı, bir saniye düşünmeden katılırdım, ama nerede?”

“Sanat dünyasında tek başına muhalefetim” diyordu: “Kesin olarak siyasete atılacağım ve mutlaka devlet içerisinde görev alacağım. Benim gibi fikirlere ülkemin ihtiyacı var. Fikirlerini söyleyen, yıllarca ülkede olabilecekler konusunda uyarılar yapan, kitap yazan, şarkılarında acil durum alarmı veren, dostları öldürülen, tehdit altında yaşayan, öldürülmediği için suçlu duruma düşen biri olarak söylüyorum bunları...”