Oktay Akbal
"...içeriye girdikten sonra, müderris ve öğrencilerle selamlaştıktan sonra Gazi bir sıra üstüne oturdu. Müderrise şu soruyu sordu:
- Hoca Efendi dersiniz nedir?
- Lisan - ül Arabi
- Yani öğrenciye Arap dilini mi öğretiyorsunuz.
- Evet.
Gazi bu cevap üzerine öğrencilerden birini ayağa kaldırdı:
- Al şu tebeşiri, tahtaya geç. Söyleyeceğimi yaz ve Arapçaya çevir.
Gazi şu cümleyi yazdı:
`Eski Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde birçok azınlık ile birlikte Arap azınlığı da vardı. Bugün milli sınırlarımız içinde ise Arap azınlığı yoktur.'
Öğrenci bu sözleri bir türlü Arapçaya çeviremez. Başka bir öğrenci kalkar, o da yapamaz. Müderrisin kendisi bile belki bu çeviriyi yapamayacaktır. Gazi, sınıfa bakar, yirmi yaşın eşiğinde sağlıklı gençler... Yıl 1921'dir, Anadolu'da bütün ulusun katılımıyla bağımsızlık savaşı yaşanmaktadır. Gazi ayağa kalkar, Hoca'ya şu sözlerle seslenir:
- Hoca efendi memleket savaşıyor, istiklal ve varlığını kurtarmaya çalışıyor. Böyle önemli bir zamanda Lisan - ül - Arabi ile vakit geçirmek, bu gürbüz Türk çocuklarını cephelerden alıkoyarak bu karanlık odalara tıkmak günahtır. Bir dil bu tür karanlık odaların içinde öğrenilmez. Lisan öğrenmek daha çok bir çevre sorunudur. Akşehir, bir Anadolu, bir Türk kasabasıdır. Burada Arapça konuşan kimse yoktur. Onun için bu dili öğrenmeye de lüzum yoktur. Çünkü Arapça bugün ilim ve fen dili değildir.
Gazi Akşehir'de bir başka okula, Milli
Eğitim Bakanlığı'na bağlı bir liseye gider, orası da önceki medreseden farksızdır, başı sarıklı hocalar burada da Arapça öğretmektedirler. Karatahtada "itidal" sözcüğünü okuyan Gazi bir öğrenciye sorar "itidal"in ne anlama geldiğini. Öğrenci bilemez, arkadaşı da bilemez. Gazi hocaya döner:
- İtidali tanımlar mısınız?
Hoca:
- İtidal, adaletten gelir.
Gazi hocayı susturur:
- Ben sana itidalin nerden gelip nereye gittiğini sormadım. İtidalin anlamını sordum.
Hoca duraklayınca Gazi kızar:
- Adalet, der, seni bu pencereden aşağı atmaktır. Çünkü sen kendin bir şey bilmiyorsun. Nerede kaldı, bu çocuklara öğretebilesin."
Bu konuyu birkaç kez yazmıştım. Bir kez daha yinelemekte yarar gördüm. Daha 1921'de Atatürk bugün pek çok politikacının, hatta pek çok sözde bilimcinin, gazeteci geçinenlerin anlayamadığı bir gerçeği görmüştü. Arapça azınlığın olmadığı bir ülkede Arapça öğretmenin yanlışlığını, Arapçanın bilim ve kültür olmadığını... Yurdu kurtardıktan sonra, devrimlerle yeni bir ulus, çağdaş bir toplum yaratmak amacıyla okullardan Arapça, Farsça derslerini kaldırmıştı.
Milli Güvenlik Kurulu sekiz yıllık kesintisiz öğretim istiyor. Erbakan, Çiller ve DYP'li iki bakan da var bu kararı onaylamış... Ama şimdi iş tersine döndü. Bu kez kesintisiz sekiz yıllık öğretim imam hatipleştirilmek isteniyor! Geçen akşam bir Refahlının dediği gibi "Bütün öğretim imam hatipleşecek",
son üç sınıfa seçmeli dersler konuldu mu, bunların içinde Arap dilini ve Kuran'ı öğrenmek de yer aldı mı, bütün öğrenciler ister istemez bu uygulamaya zorlanacaktır. İki kez ikinin dört olması gibi bir kesinlik!..
Atatürk ne demişti bir Karadeniz kentinde karşısına çıkıp medreseler yeniden açılsın diyenlere:
"Okul istemiyorsunuz, halbuki millet okul istiyor. Bırakınız artık bu zavallı millet, bu memleket evladı yetişsin. Medreseler açılmayacaktır. Millete okul lazımdır."
MGK'da alınan kararlar eksiksiz, hiçbir yozlaştırılmaya uğramadan uygulanmalıdır. Türk gençleri medrese kafasıyla yetiştirilmek istemiyor. Yobazlardan, softalardan, fosilleşmiş politikacılardan korkmayalım! Atatürk'ün yetmişbeş yıl önce söylediklerine kulak verelim; dinleyelim:
"Yobazların bir tehlike teşkil ettiği hayaldir. Bu türlü insanların din ve imanla hiçbir samimi alakaları yoktur. Dini taassup onlar için bir nüfuz ve menfaat aletidir"...
Yazara Emailakbal@milliyet.com.tr