Coşkudan kaygıya... Beşiktaş'ın ilk yarıda hepimize yaşattığı ruhsal gel-gitin özeti bu... 2. yarıda sıkıntılar ve onları aşan muhteşem bir macera... İşte o da kaygıdan saygıya dönüşün öyküsü...
Şampiyonlar Ligi'nde evindeki tüm maçları berabere bitiren siyah-beyazlılar, yakın tarihteki hayal kırıklığını anımsattılar bize. İç sahadaki Malmö (2-2)ve Valerenga (3-3) beraberlikleriyle elenmiş olan Beşiktaş, dün de ilk yarı sonunda aynı korkuyu yaşadı...
Aboubakar ve Babel'le 2-0 öne geçen takım, 31'de Younousi'nin volesini seyretti. Bu golde Adriano'nun büyük hatası var. Rakibinin üzerine gideceğine sırtını dönüyor, ne yaparsan yap, dercesine... Olacak şey değil. Barça'da da böyle yapabiliyor muydu acaba?
Maç sıkıntılı bir skora dönüşünce hiç olmaması gereken şey oluverdi. 2006'daki Materazi-Zidane örneğindeki gibi topsuz alanda Aboubakar rakibine kafayı vuruverdi. Dördüncü hakemin uyarması falan derken Kamerunlu doğrudan kırmızı kartla gönderildi. Yanlış hareket, doğru karar!. Böyle bir çılgınlığı ya da cahilliği yapabilmek için saf bir amatör olmak lazım. Merak etmeyin futbol tarihi böyle saf golcülerin öyküleriyle dolu.
Aboubakar'ın takımı 10 kişi bırakan hareketi, acaba Beşiktaş
Basketbol, kuralları, taktikleriyle sürekli değişen bir oyun... O nedenle futbolun 154 yıldan beri değişmeyen oyun kuralları ve görece tutucu kültürüne karşılık potalarda farklı bir yaşam tarzı vardır. Aklın ve istatistiğin öne geçtiği, hayallerin ve hedeflerin daha ölçülü, daha mantıklı tutulduğu bir kültür...
Son yıllarda Türk Basketbolu, inanılmaz bir gelişme gösterdi. Bunun yansımaları yeterli görülmeyebilir. Ama şurası kesin ki Avrupa’nın en kaliteli basketbol ligi, bizim ülkemizde oynanıyor.
Futbolda Premiership ne ise Türkiye’de STBL (Spor Toto Basketbol Ligi) odur. Bu ligin kurumlaşmış, gelenek oluşturmuş, öncülükler yapmış kulüpleri ve takımları vardır...
Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş gibi...
Anadolu Efes, Banvit, Pınar Karşıyaka, Tofaş, Darüşşafaka Doğuş gibi...
Yapı taşlarından biri de Halk Enerji TED Ankara Kolejliler’dir. Onlar kaliteli basketbolu oynamaya çalışırlar. Büyük bütçeleri yoktur, muhteşem bir camiaları vardır. Türk Eğitim Derneği bursuyla okuyup hayata atılan her mezun, o takımı ailenin en değerli parçası olarak görür.
Son yıllarda Doğuş grubunun finansal enerjisiyle gücü ve kalitesi yükselen, iddiası büyüyen Darüşşafaka da camia
“Ne güzel oyuncumuzdun sen Ricardo Abi...
Trivelan başka, rabonan bir başkaydı..
Çalımların, pasların asistlerin..
Yazık oldu, tribün mü senin yerin!”
Ahmet Muhip Dranas hangi takımı tutardı, bilmiyorum... Beşiktaşlı olsaydı, yukarıdaki şiiri Fahriye Abla kıvamında yazabilirdi.
Ricardo Quaresma dün gerçekten yokluğuyla büyüdü. Haksızlık etmeyelim, ilk yarıda sağ kanatta ona vekalet eden Aboubakar da beklenenden fazlasını yaptı. Çalım attı, top ortaladı, şut denedi ama olmadı. Koca takım, maçın başından sonuna Quaresma’yı aradı. Kayserispor hemen her defasında Sergen Yalçın’ın kalabalık savunma ve kontratağa dayalı çabuk oyun anlayışıyla Beşiktaşlıları soğuk havada terletti. Umut, Welliton, Deniz ve Varela’nın rahat, sakin ve hızlı hücumları Beşiktaş savunmasında panik yarattı. Konuk takımın oyununda bekler Levent ve Erkan Kaş’ın da önemli payı vardı.
Beşiktaş’ta alkışı da takdiri de hak eden iki adam vardı dün... Vincent Aboubakar ve Fabricio Ramirez D’Agosto... Biri attığı öteki tuttuğu toplarla büyüdü. Sergen Yalçın 1 puana mı seviniyor, yoksa 3 puanı kaçırdığına mı yanıyor? Herhalde ikincisi...
Beşiktaş’ı kadro zenginliği ve derinliğiyle övdük. Ama görüldü ki o zenginlik, kadrod
Nafile bir 45 dakika ve nafile bir kaç adamla heba olan oyun... Neyse ki, sakar-makar Aboubakar var... Arkadaşlarından alamadığı pası Olympiakos kalecisi Leali’den aldı. Çocuğun ikramını da karşılıksız bırakmadı.
Bu gol elbette Beşiktaş için yeni ufuklar açacaktır. Vodafone Arena’nın rüzgarı da hesaplandığında çeyrek final hayal sayılmaz...
Ama eğri oturup, doğru konuşalım... Beşiktaş’ın bu kadar dağınık, etkisiz ve verimsiz bir 45 dakikayı boşa geçirmesi ayıp değilse nedir? Efendim, yüzde 66’ya 34 top bizdeymiş... Ne manası var! Sen kazandığın kornerleri kullanamazsan, hücumda doğru dürüst şut atamazsan neye yarar bu oran!
Şenol Güneş, Tolgay’ı, Atiba’ya muavin tayin ediyor... Ayrıca sarı kart sınırında... Tolgay, o kadar savruk, dengesiz ve telaşlı oynuyor ki, rakip, ceza alanı çevresinde Beşiktaş’a karşı lokum gibi frikikler kazanıyor... Merak etmeyin sarı kartını da görüyor Tolgay... Yararlanmak için sahaya sürdüğümüz adam takımını yaralıyor... Talisca, beyaz saçından ötürü ‘Kartal Yuvası’ndaki Akbaba’ diye takılıyor... Ama o çullanmayı bilmiyor... Ayağına gelen fırsatları leş gibi cansız vuruşlarla kaleciye ya da auta gönderiyor... Maçın etkisiz ve işsiz elemanı... Sanki halı
Maradona 1986 Dünya Kupası’nda İngiltere’ye eliyle bir gol attı. 2010 Dünya Kupası elemeleri play-off maçında da Thiery Henry eliyle William Gallas’a asist yaparak İrlanda’yı kulvar dışına itmiş, Fransa’ya Güney Afrika yolunu açmıştı.
Her iki olayda da atılan gollerin “el emeği” (!) takımların yanına kâr kaldı. Kurala ve centilmenliğe aykırı fırsatçılıklar için FIFA ve UEFA her defasında futbolcuların reflekse ya da reaksiyona bağlı olarak topu elle kontrol edebileceğine, asıl sorumluluğun hakemlere ait olduğunu açıkladılar. IFAB (International Football Association Board) böyle uygun görmüştü! Bu kararın futbolda etik kaygıları bir yana ittiğini, futbolcuların fırsatı bulduğu anda değerlendirmesine (!) çanak tuttuğunu söyleyenler kimseye laf anlatamadı.
Süper Lig’e ve Fenerbahçe-Osmanlıspor maçına dönersek...
Mehmet Topal, maçın sonucunu belirleyen golü, bilerek ya da bilmeyerek, eline temas edip seken topu şutlayarak attı.
Pazar akşamından beri memleket futbolunun eksenine yerleştirdik bu golü...
Büyük fırsatı ganimet bilip Mehmet Topal’a çullandılar... Emek hırsızlığını ballandıra ballandıra en şehvetli cümlelerle anlattılar. Mehmet Topal, kamuoyu önünde bir anda günah keçisi ilan
Galatasaray, İgor Tudor dönemine çok acele ayak uydurmalı... Hırvat teknik adam bir takım radikal kararları peş peşe alıyor. Henüz uygulamaya koymadığı ama çok yadırganacak başka kararları da var. Bu arada bir özeleştiri yaparak tribüne gönderilmesine yol açan davranışlarını gözden geçirmeli. Burada ister istemez akla gelen soru da şu: Acaba Ali Palabıyık yeni antrenöre bir ayar mı vermek istedi? Neyse karara saygılıyız.
Tudor’un radikal değişiklikleri var. Onlardan ilk örneği savunmada 4’lüden üçlüye dönmesi... Hemen söyleyelim ki düne kadar dörtlü oynayan sarı -kırmızılı takım, bu üçlü savunmaya dönerken epey zorlanacak, zaman zaman fire verecek. Burada Conte’nin Chelsea’de aynı dönüşümü yaptığını, itirazlara karşın ısrar ettiğini ve zirveye yerleştiğini de söylememiz gerekir. İgor her türlü riski göze aldığına göre herkes sabırla beklemeli.
Dörtlü orta alan ve üçlü hücum hattıyla Galatasaray beklediği golleri çabuk buldu. Önce Bruma, sonra da Eren Derdiyok. Biri yakından, öteki uzaktan... Her iki golde de asist Josue’nin... Portekizli, düne kadar ancak dört maçta forma giyebilmiş. Belki de kiralık pozisyonunda oynadığı için ciddi olarak düşünülmedi. Ama hakça söyleyelim: Araya
Şampiyonluk yolu belli... Önde giden yakalanmazsa şampiyon olur, yakalanırsa ikincilikle kapatır sezonu. İşte sıkıntı da burada... Galatasaray ve Fenerbahçe’yi büyük farkla geride bırakmak değil önemli olan. Onları zaten unuttuk bu hesapta. Beşiktaş için şimdi önemli olan, Medipol Başakşehir’le arayı korumak... Dört puanlık değişebilir farka takılmadan çıktığı her maçı kazanmak.
Kolay olmuyor elbette... Rizespor tehlike bölgesine çakılıp kalmış. Haftalar azalırken iyi futbol oynadığı halde karşılığını alamamanın sıkıntısı, gerginliği var. O yüzden işte Beşiktaş tribünleri coşkuyla şampiyonluk şarkıları söyleye dursun, her iki takım baskı altında... Futbolcular gergin...
Beşiktaş, beşli-altılı ataklarla Rizespor’a yükleniyor. Hemen her atakta duvara top atıyorlar. Orta alandan takviyeli Rizespor savunması için bu topu kazanma fırsatı... Hemen hemen kestikleri her akında topu Recep Niyaz’la buluşturuyorlar. Aykut Kocaman hocanın kulakları çınlasın, Recep Niyaz’ın geleceğine kefildi. Dün attığı toplarla, oyun kurma çabalarıyla Rizespor’un en iyisiydi.
Beşiktaş’a dönersek... Gerginlik, ilk yarıda üç sarı karta mal oldu. İlkini Gökhan Gönül gördü (taktik faul), ikincisini Quaresma...
Fenerbahçe, Aziz Yıldırım döneminin belki de en talihsiz, en karanlık, en başarısız günlerini yaşıyor.
Bugüne kadar Süper Lig’in son haftasında, son dakikada kaybettiği şampiyonlukları hatırlıyoruz.
Hayal kırıklığı yaratan yüksek maliyetli transferlerini de. Ama hiçbirinde bu kadar moral bozucu, gelecek adına kaygı verici bir tablo ortaya çıkmadı.
Aziz Yıldırım, kuşkusuz Fenerbahçe’de en çok yatırım yapan başkan olarak anılacaktır. Ne var ki o tesis ve yatırım zenginliğinin yanına futbol aklını koyup koymadığı tartışmalıdır.
İşbaşına geldiği günden beri hemen hiçbir antrenörle barış içinde ayrılmamış, antrenörlük mesleğine hak ettiği saygıyı göstermemiş ve bazıları için de sürekli ipotekler koymuştur.
Bu tablo Yıldırım’ın iddiasına yakışmayan bir tablodur.. Peki buraya nasıl gelindi? Aziz Başkan’ın kişisel iradesinin kontrolsuz ve tartışmasız kabulüyle. O nedenle yurt içinde duygusal geleneklerle yapılamayan denetlemeler, UEFA’nın Finansal Fair Play ilkelerinde duvara toslamış, Fenerbahçe, tarihinde görülmeyen sıkıntılı bir sürece girmiştir. Bu süreçten kolay çıkılamayacağı bilinmelidir.
“Ancak sattığın futbolculardan elde ettiğin gelir kadar bonservis ücreti ödeyerek transfer