Şenol Güneş, gönlünde yatan aslanın UEFA Kupası olduğunu söylemiş. Hoca’nın ligdeki hedefi de elbette şampiyonluk... Ama şampiyonluğu kısık sesle dile getirip adeta kulağımıza söylerken uluslararası alanda daha açık ve net konuşuyor. Evet, UEFA Avrupa Ligi’nde en azından bir final oynamaya niyeti var ama...
Niyet başka, kısmet başka!
Öncelikle şunu söylemekte yarar var: Beşiktaş iyi bir takım... Futbolcular pasla yardımlaşarak topu sürekli karşı kaleye taşıyorlar... Zaman zaman tempolarına, teknik becerilerine güvenerek rakibi baskı altına alıyorlar. Ama yine de bu baskının garantisi yok, defosu çok.
Beşiktaş’ta dünkü en büyük defo Gökhan Töre markasını taşıyordu. Evet, Quaresma’nın attığı golde büyük payı var, ayağına sağlık. Fakat topla buluşmalarında sürekli “kayıp” veriyor Gökhan.. Arkadaşları tarafından ana istasyon olarak kabul ediliyor. Topu kazanan Gökhan’ı arıyor, ona veriyor. O da çalım, dripling, müthiş özgüven duygusuyla dalıyor ikili-üçlü makasların içine. Topu da kaybediyor. Lokomotiv Moskova kazandığı topları kullanma konusunda Gökhan (ya da Beşiktaş) kadar cömert değil. Onlar daha sistematik, daha akılcı biçimde Fernandes’le, Maicon’la, Samedov’la çok
Trabzonspor - Gaziantepspor maçı, saha sonucu ile (2-2) değil, saha içinde ve dışında yaşanan olaylar nedeniyle tarihe geçecek nitelikte.
Çağatay Şahan, maçın sonlarında Cardozo’nun ayağından çıkan topa yerde eliyle temas eden Gaziantepsporlu Arakoyo’nun hareketine beklenen penaltıyı vermiyor.
Hemen her maçta tartışılan, sıkça itiraz edilen kararlardan biri. Kaldı ki yerdeki futbolcunun eliyle topun temasına göz göre göre penaltı vermeyen hakemler de var, temas ettiğini farz ederek (!) penaltı verenler de. Bu tür tartışmalar, günlerce sürebilir.
Kendi adıma - doğru ya da yanlış- Çağatay Şahan’ın cesaretle “vicdani” bir karar verdiğine inanıyorum. Çoğu hakemin eyyamcılığından yakınırız. Burada tartışma hakemin neden eyyamcılık yapmadığı noktasına kadar gelip tıkanıyor.
Sonrasında gelişen olaylar ise tüyler ürpertici.
Çağatay Şahan ve arkadaşları 4 saat süreyle soyunma odasından çıkamıyorlar. Kapı kilitli. Trabzonspor Kulübü Başkanı İbrahim Hacıosmanoğlu, bir milletvekilinin ricasıyla “hiç kıramayacağı bir büyüğünün” isteği üzerine “Kapıyı açın, bırakın!” talimatı veriyor.
TCK’da kişiyi arzusu hilafına alıkoymak, hürriyetini engellemek suç. Bu suçu işleyenler için
Beşiktaş’ın “görücüye” çıktığı bir maçtı bu... Bol skorlu deplasman gösterilerinden liderlikle dönen siyah - beyazlılar, hem oynadıkları futbol, hem de zirvenin yarattığı özgüven duygusuyla taraftarlarını Başakşehir Fatih Terim Stadı’na topladı. Herkesin beklentisi, “iyi bir sunumla” tribünleri mutlu etmeleriydi. Bir de “özel görücü” vardı tribünde: Joachim Löw!
Alman Milli Takımı’nın teknik patronu Perşembe akşamı Galatasaraylı Podolski’yi izlemiş, dün de Başakşehir’e gelmişti. Sağbek ve santrfor konusunda sıkıntıya giren ülke futbolunda Andreas Beck ile Mario Gomez’i çıplak gözle izleyecekti.
Beşiktaş taraftarının da, özel konuk Löw’ün de ilk yarıdaki oyunu izlerken sıkıldıklarını söyleyemem. En azından Kasımpaşa’nın oynadığı futbol heyecan yaratıyordu. Çalımbay, geçen yıl çuvallarla gol yiyen takımı yeniden organize etmiş, savunmanın göbeğindeki Donk’u merkeze alarak daha dengeli bir ekip oluşturmuştu. Scarrione’nin yokluğuna rağmen Kasımpaşa Beşiktaş’a kolay teslim olmadı. İlk yarıda topla daha çok oynayan, hücumda daha çok görünen takım Kasımpaşa’ydı. Beşiktaş ise dağınık oynuyor, özellikle Quaresma kaybettiği toplarla Kasımpaşa’nın ekmeğine yağ sürüyordu. Necip Uysal
Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım, yine gazetecilere, basın mensuplarına, genel adıyla medyaya öfkeleniyor. Anında, ayak üstü aldığı kararı da açıklıyor: “Bundan sonra basın akreditasyonlarını ben yapacağım. Fenerbahçe aleyhine yazanları stada almayacağım. Akredite etmeyeceğim!”
Ajax maçının oynanacağı Perşembe akşamı TSYD Genel Başkanı Oğuz Tongsir’le buluşuyor. Aslında bu görüşmenin oluş biçimi çelişkilerle dolu. Ayak üstü gazetecilere yaptığı açıklamada “Oğuz’u çağırdım, konuşacağız” diyor. Nezaketten uzak bir üslup. Oysa telefon konuşmasında Başkan o kadar kaba değil. Sıcak ve samimi sözlerle konuşuyor: “İsterseniz ben geleyim, ya da siz buyrun görüşelim.”
O görüşmenin ardından akreditasyon işlemlerinin yine TSYD tarafından yapılması kararlaştırılıyor. Dernek ayrıca, maçlara sadece TSYD üyelerinin akredite edileceğini açıklıyor. TSYD, üyesi olmayan gazetecilerle ilgili yaptırımlara itiraz etmiyor, onların sorumluluğunu üstlenmiyor.
Ajax maçında görevli gazetecilerden dördü, Başkan tarafından veto edilmiş. Bunlardan biri TSYD üyesi... Fenerbahçe Başkanı o arkadaşla ilgili işlemi durduruyor. Ama üç gazeteci cezalı! Hafta sonunda oynanan Fenerbahçe - Galatasaray
Popüler müziğin emektar solistlerinden Coşkun Demir dostuma göre Süper Lig’in en dominant takımı Beşiktaş... Coşkun, Beşiktaş’ın meydan okuyan, baskılı ve zaman zaman keyif veren futbolunu izlerken, müzik diliyle bir tanımlama yapıyor: “Bu takım Do...Mi...Sol... Si bemol sesler veriyor. Yani tam da en etkili Do majör 7 kıvamında!” Sanat diliyle oyuna bakış böyle bir şey...
Antalya’nın yeni stadına gönülden bir nazarlık konduralım. Eh, artık o stat da bir milli maç ister, değil mi sayın TFF?
Coşkun Demir’in müzik diliyle anlattıklarından yola çıkarsak...
Ricardo Quaresma, Oğuzhan Özyakup, Olcay Şahan ve Mario Gomez, dörtlü bir gösteriyle açılışı gerçek bir “show”a dönüştürdüler... Haydi, Coşkun’un diliyle konuşalım: Bunun adı görsel konser!
Elbette dört adamdan ibaret değil Beşiktaş... Her şeyden önce takım ruhuyla koşuyorlar, oynadıkları oyundan giderek keyif alıyorlar. Zaman zaman Eto’o’nun golündeki gibi defansif arızalar çıksa da bu oyun seyre değer. Do majör 7 oyununun en önemli yanı da şu: Dün Gökhan ve Sosa yoktu... Hiç eksiklik duygusuna kapılmadan tıkır tıkır oynadılar. Yarın o hücum dörtlüsü değişse de merak etmeyin aynı dominant futbol kaldığı yerden devam
Tam da Başkan Aziz Yıldırım’ın Yüksek Divan Kurulu toplantısında söyledikleri gibi oynanıyordu maç... Evet, Kadıköy’e her gelişlerinde adeta bacakları titriyordu Galatasaraylı futbolcuların. Topla hemen her buluşmalarında rakibin presiyle bocalıyor, isabetsiz ya da hatalı paslarla kaybediyorlardı. Fenerbahçe’nin hücumdaki en etkin silahları savunmanın iki beki Gökhan ile tadını çıkardılar. Hamzaoğlu’nun savunma hattı sağda da solda da çöktü. Sağbek Sabri, biraz olsun Podolski’den destek alıyordu. Solda Carole ise Yasin Öztekin’in sorumsuz ve savunma anlayışından yoksun oyunuyla Gökhan’ın önünde adeta ezildi. Bu ezikliğin bedeli bir gol yediler. Aslında Fırat Aydınus’un fıtratında olan bir goldü bu.
Gökhan ortaladığı zaman o topu tokatlayan Muslera, Diego’nun önüne düşürdü meşin yuvarlağı. O sırada ofsayt pozisyonundaki Van Persie, ayağını sallayarak, hamle ederek oyuna katılıyordu. Pasiften aktife geçmişti. Yardımcısı da uyarmadı kendisini. Böylece Fenerbahçe futbolun fıtratından da yararlanmış oluyordu. Aydınus bu açık ofsaytı görmeyerek, atlayarak derbi maçın terazisine gölge düşürdü.
Bu gole Galatasaray’ın göstereceği tepkiyi boşuna bekledi maçı izleyenler... Galatasaray
Al sana, ver bana... At ileri, vur geri!... Beşiktaş’ın kararsız, amaçsız, dağınık, bin pasla oynadığı vıdı vıdı futbolunun özeti bu. Lokomotiv Moskova’nın tehdit eden baskısını ilk on dakikada atlatan Beşiktaş oyunun ortağı olduğunu göstermeye başladı. Dahası bu oyunda söyleyecek sözü de olmalıydı. Ne var ki Mario Gomez gibi “enternasyonal” bir golcüyü beslemeyi, onu topla buluşturmayı bir türlü akıl edemediler.
Evet, Quaresma ve Gökhan Beşiktaş’ın iki kanadında Lokomotiv’in bir türlü kontrol edemediği, durduramadığı iki adamdı. Quaresma’yı ancak faullerle durduruyorlardı. Gökhan Töre ise rakibin markajıyla değil, kendi top tutma, çalım atma inadıyla baş başaydı. Topu kazandıktan sonra bir - iki rakibini saf dışı ediyor, ceza yayına yönelip yeni bir savunma kalabalığına dalıyor ve orada isabetsiz paslarla vakit geçiriyordu. Sosa ve Oğuzhan’dan da hücuma dönük iyi bir servis çıkmadı.
Böyle bir oyunda kanattan top ortalamazsan, ceza alanına girip Gomez’le oynamaz, duvar yapmazsan nasıl atacaksın golü? Beşiktaş’ın topla oynama yüzdesi (59/41) -evet- rakibinden çok fazlaydı. Ama bu oyun üretken değildi. Rakibe kaptırılan her topun can acıtma olasılığı vardı. Maç boyunca
Süper Lig’in sekizinci haftası, skor tabelasının ardındaki gerçekleri de göz önüne getirmesiyle önem kazandı.
Özellikle Fenerbahçe ve Trabzonspor için. İki kulüp, sezona fırtına gibi transfer hamleleriyle girdi... O turnikede gelenler ve gidenler adeta baş döndürdü. Ancak o parıltılı yıldızlara, atılan imzalara, sahaya çıkan kadrolara baktığınız zaman yine de bir şeylerin eksik kaldığını görüyorsunuz.
Van Persie’den Ozan Tufan’a, Volkan Şen’den Nani’ye, Fernandao’dan Jose Sousa’ya yeni gelen yerli ve yabancılar, hep birlikte bir bütün oluşturabilmiş değil. Saha sonuçları puan cetvelinde takımı iddiasına uygun bir yerde tutsa bile, oynanan oyun Fenerbahçe’yi mutlu etmeye yetmiyor. Sezon başından beri yedek soyunduğu maçlarda Pereira’ya anormal tepkiler gösteren Robin van Persie, Kayseri’de tek vuruşla takımına 3 puanı getiren adam oldu. Ancak bu sonuçtan da başka bir tartışma çıktı: Fenerbahçe 4-2-4 ya da 4-4-2 oynar mı oynayamaz mı? Tartışma süredursun, Pereira’nın geleceği de bulutlanmaya başladı. UEFA Avrupa Ligi’ndeki Ajax ve Süper Lig’deki Galatasaray derbisinden beklenen sonuç alınmazsa Pereira görevde kalabilir mi? Bu soruya yanıt arayanlar, Aziz Yıldırım’ın