Saracoğlu Stadı’nda yeniden gördük ki Fenerbahçe artık demini almış... Fabrika ayarları yenilenmiş... Hep birlikte takım oyunu, birbirine uyum sağlamış, çabuk düşünen, çabuk karar veren, bir tür telepati ile arkadaşının zihnini okuyan oyuncular, Trabzonspor’a nefes aldırmadı ilk yarıda. Arada Mehmet Ekici ve Erkan Zengin’le kontra çıkışları da olmasa Trabzonspor’un bu maça oynama niyet ve isteğiyle geldiğine hiç inanmayacaktık...
Fenerbahçe, iki günden beri Nani’siz, Volkan Şen’li bir onbirle hazırlanıyordu maça. En azından sarı - lacivertli takımın antrenmanlarını, kulislerini izleyen muhabir arkadaşlara göre böyleydi. Ama Pereira son anda kararını verdi, Nani’yle başladı.
Savunmanın hiç de zorlanmadan tıkır tıkır oynadığı maça Fenerbahçe orta alanı damga vurdu. Mehmet Topal, De Souza merkezde iki yönlü oyunu başarıyla gerçekleştirdiler. Nani, Diego ve Alper yüksek tempoda akıllı ve becerikli oyunlarıyla göz doldurdu. Böylesine mekanik bir işlevsellik serfileyen takımda Robin van Persie’nin de “show” yapması beklenebilirdi. Olmadı. Fenerbahçe’nin baskılı, yüksek tempolu oyununda Hasan Ali Kaldırım, Gökhan Gönül, hem bek, hem de açık oyuncusu kimlikleriyle “fark yaratan”
UEFA Avrupa Ligi’ni dün “iyi bir rotasyon” fırsatı olarak kullandı Şenol Güneş... Necip, Kerim ve Cenk’e ilk on birde forma verdi. Olcay’ı, Mario Gomez’i kulübede bekletti. Jose Sosa’yı ise maça bile getirmedi. Doğru ve yerinde kararlar... Ne var ki Beşiktaş’ın en yorgun ve en özverili adamı Atiba’dan asla vazgeçemiyordu Şenol Hoca... Bu bir hata mıydı? Kesinlikle hayır!. Atiba öylesine devamlılık ve enerji sahibi ki, onu bir süre için de olsa kenara alsanız, Beşiktaş “stop” edebilir. Böyle bir riski göze almak da o kadar kolay olmamalı.
Skenderbeu, canlı, dinamik, enerji dolu bir takım. Genç ve tecrübesiz oyuncular, temiz bir anlayışla mücadele ediyorlar. O nedenle zaman zaman sert savunma hamleleriyle Beşiktaş’ın işini zorlaştırdılar. Kontraklara çıkarken çabuk ve beceriliydiler. Düne kadar böyle durumlarda sıkça “avlanan” Beşiktaş savunması Arnavut takımına geçit vermedi. Bunda Rhodolfo başta olmak üzere savunmanın tümüyle uyumlu oyunu ve dinamik müdahaleleri çok başarılıydı. Ersan Gülüm’ün sakatlanıp çıkmasından sonra Şenol Hoca’nın Miloseviç’i değil, Tosiç’i tercih etmesi dikkat çekiciydi. Sırası gelmişken İsmailKöybaşı’nın ilk goldeki asistini, yükselen formunu ve
Hayırlı, uğurlu olsun... Mustafa Denizli’nin Galatasaray’a 23 yıl sonra yeniden teknik direktör olarak dönmesi, spor tarihimize altı çizilerek yazılacak önemli bir karardır. Bu karara varana kadar arada geçen 23 yılda Mustafa Denizli’nin Florya’nın kapılarından bir daha asla geçemeyeceğini söyleyen başkanlar ve yöneticiler de gördük, o günleri yaşamamış, öğrenmemiş kanı kaynayan taraftar gruplarının Mustafa Denizli’yi küçümseyen, inciten pankartlı gösterilerini de.
O 23 yılda Mustafa Denizli, pişerek, yanarak büyüdü. Kariyer yolculuğunda bazen yüksekten akan çağlayanlar gibi enerji vererek, bazen de sakin ve sessiz deltasını çizen yorgun nehirler gibi futbolun denizlerine akarak olgunlaştı. Şimdi yeniden Galatasaray’a dönerken, Galatasaray’la birlikte Fenerbahçe ve Beşiktaş’a da şampiyonluk kazandırmanın onuru var çantasında.
Yola çıktığı zaman sınırları zorlayan bir vizyon ve cesaret kahramanıydı... Milli Takım’la Londra’ya giderken, niyetinin “yenmek” olduğunu söyleyince çok yadırgandı, 8-0’dan sonra adeta alay edildi. Galatasaray’ı Şampiyonlar Kulüpler Kupası’nda yarı finale taşıyan yolun başında Neuchatel Xamax’a karşı tur şansını soranlara “Yüzde 51” dediğinde de kıyamet
Süper Lig’in stresli haftaları peş peşe yaşanıyor. Zirvedeki rakipler bir gün önce oynayınca ertesi gün maça çıkan fena halde baskı altında kalıyor. Bu eşiği aşmak da o kadar kolay değil. Özellikle Beşiktaş için dün Sivasspor’u yenmek, deveyi hendekten atlatmak kadar zor işti. Zoru başardılar.
Sivasspor’dan başlayalım. Ligin alt sıralarında, gözümüzün alışmadığı yere takılıp kaldılar. Sadece bir galibiyet, bolca beraberlikleri (6) var. Yine de Sergen Yalçın’dan sonra teknik sorumluluğu üstlenen Okan Buruk, oyuncu seçimi ve oyun kurgusunda kolay teslim olmayacağının mesajını veriyor. 4-3-3’de Burhan, Eneramo ve Aatıf’la niyet gösteriyor. Sivasspor maç boyunca o niyetini sahaya da yansıttı. Aatıf Chahechouhe ve Eneramo, yüzde yüz golle sonuçlanacak pozisyonlara girdiler. Ya auta attılar, ya da Tolga’ya teslim oldular. Beşiktaş savunmasına korkulu anlar yaşattılar.
Beşiktaş oyuna çok iyi başladı. Oğuzhan, Olcay, Quaresma’nın göz okşayan oyun kurguları ve yarattıkları pozisyonlar, bol skorlu bir gösteri vaadediyordu. Ne var ki o kurgularda Mario Gomez oyuna dahil değildi. Bu durum Gomez’in suçu mu ? Hayır!. Sadece şu: Beşiktaş, elinde Gomez gibi önemli bir silah varken onunla
Sanki tarih tekerrür ediyor. 1996’da, ilk defa Avrupa Futbol Şampiyonası’na katılma hakkı elde eden Milli Takım, yakın gelecekte büyük başarıların müjdesini vermeye hazırlanıyor.
Evet, 1996’da İngiltere’de katıldıkları ilk şampiyonada Hırvatistan, Portekiz ve Danimarka karşısında tutunamamış, tek gol bile atamadan gruplardan geri dönmüşlerdi. Rüştü, Recep Çetin, Hakan Şükür, Ertuğrul Sağlam, Bülent Korkmaz, Alpay Özalan, Ogün, Abdullah, Saffet Sancaklı, Sergen, Tugay, Tayfun Korkut ve Arif Erdem’in yer aldığı o unutulmaz kadro, daha sonra yükselerek yoluna devam etti. 2000’de Galatasaray’la gelen UEFA Kupası ve Avrupa Şampiyonası’ndaki çeyrek final başarısı futbolumuzun uluslararası arenada değerini artırdı. Sonradan kadroya katılan Okan, Suat, Emre’lerle 2002 Dünya Kupası’ndaki üçüncülük, Türkiye’nin FIFA’da yedinci sıraya kadar yükselmesine yol açtı.
Umutlu gelecek
Arada geçen yıllarda iki Avrupa Şampiyonası, üç Dünya Kupası’nı pas geçtik. İstikrarsız, dengesiz ve başarısız dönemler geçirdik. O süreçte unutulmaz maçlarla Euro 2008’de yarı final oynamak, başarıda sürekliliği getirmedi.
Bugün, tarih tekerrür ediyor derken, yeni bir kuşağın başarısına tanıklık ettiğimizi
“Bak, dedi, ligin onbir haftasını geride bıraktık, hâlâ yabancıları konuşuyoruz. Onlar paralarını alıp oynayacaklar ve gidecekler... Geriye bir şey bırakmadan. Asıl bizim çocukları konuşmalıyız!.”
Metin Türel’i aradım. Türk futbol antrenörlerinin hocasını... 78 yaşına gelmiş Metin Abi... Ama sarı saçlar hâlâ pırıl pırıl... Gözler güleç. Yorgun sesinde kullandığı sözcüklerde inceden bir filozof, bir bilge adamla konuştuğunuzu hissediyorsunuz.
“-Bu yabancı oyuncu konusundaki serbesti iyi hoş da, alt yapılar iflasın eşiğine geldi. Bu üretimsizlik, yok sayma hali bize çok pahalıya patlayacak. Bursaspor mesela... Adamlar çok üretken bir alt yapıya sahip. Önemli oyuncular yetiştirdiler. Gel gelelim, bu yıl 9 yabancı futbolcu transfer ettiler. Böyle mi olmalı yani. Kulüp biraz gençleştirme yapsa, daha ne yıldızlar çıkarabilir. Yapmadılar. Yanlış yaptılar.”
Peki ligdeki yabancılar? Biz de onlardan konuşsak biraz?
Metin Abi, “Ehhhh... İşte” diyor. Zorluyor kendini... “Şu Fernandao iyi çıktı” diyor, “Dışarıdan gelenlere bakarsak... Mario Gomez çok faydalı. Fiorentina’daki sakatlık döneminde çocuk neredeyse futbolu unutacaktı. Neyse Beşiktaş’ta sorunsuz oynuyor. Çok diri. Rakip
Homo Polemikus... Polemikçi insan tipi. Bugünlerde başı sıkışan ya da rakipleriyle baş edemeyen çoğu kişi gibi Vitor Pereira da polemiklere, tartışmalara giriyor. Yeni tartışma alanları açıp oradan sıyrılmak istiyor. Otomatiğe bağlanmış biçimde 1-0’lık skorlarla maç kazanıyor. Peki bu durum futbolseverlerin, özellikle Fenerbahçe taraftarlarının hoşuna gidiyor mu? Hayır. Çünkü onlar, sadece “Neticeye” değil, “Hatice’ye de bakmak” gerektiğini düşünüyorlar.
Hatice’ye (oyuna) gönül verenler, biraz coşku istiyorlar. Renk istiyorlar. Oyundan keyif almak istiyorlar. Kimbilir, sayılarla kafayı yiyen çağımız insanının dijital kültürün renksizliğine ve ruhsuzluğuna karşı bir başkaldırısı olabilir belki de bu durum. Pereira, işbaşı yaptığı günden beri Fenerbahçe’de birçok sorunla uğraşmak zorunda kaldı. Hâlâ kendini bulamayan Robin van Persie örneği gibi... Beklerin ileri çıkmasını durdurdu... Sonradan bu sorunları aştı. Takım savunmasını da oturttu. Gelecekte daha iyi bir oyun, daha az sorunlu bir takım oluşabilir. Belki Mehmet Topal’la Souza yanyana oynamaz, Volkan’dan, Ozan’dan daha çok yararlanır. Durum ümitsiz değil... Ama Pereira tahammülsüz. Biz onu anlıyoruz... Ama O da bizi
Bursaspor - Beşiktaş ligin travmalı iki takımı... Yıllar önce ev sahibinin küme düşmesiyle oluşan algı, iki kulübü de rekabetten hasım pozisyonuna taşımış. En azından taraftarlar açısından durum böyle. Eh, durum böyle olunca saha içindeki oyun da etkileniyor elbet. Futbol rengini, derinliğini kaybediyor. Kısır bir itiş - kakışa dönüşüyor. Dahası, iki takım da bir kaza golüne takılmamak için enerjilerini de dikkatlerini de savunmada yoğunlaştırıyorlar.
Bursaspor dünkü maçta beraberliğe adeta razı oldu. Topu kazandıklarında hücuma yöneldiler ama rastgele vuruşlardan doğru dürüst bir şut çıkmadı. Dahası, baştan da dediğimiz gibi savunma engellerini aşamadılar. Beşiktaş da rakip savunmayı aşmakta çok zorlandı. Özellikle Mario Gomez! Serdar Aziz ve Dany’ye ilaveten Hosogai’nin de katılımıyla üçlü bir kıskaçın içinde adeta hapsoldu. Topla buluşmalarından bir sol şut, bir kafa vuruşu çıkarabildi, fazlasını yapamadı.
Beşiktaş’ın artık ezberlenmiş Gomez önlemlerine karşı daha yaratıcı, daha etkili karşı oyunlar geliştirmesi gerekiyor. Özellikle 10 kez korner kullanan takımın, stoperlerle gol aramak yerine Gomez’i topla buluşturması, kanat ataklarında da etkin ve verimli ortalar