Gökte ararken yerde bulmak böyle bir şey sanırım. Hafta boyunca savunma hattındaki sorunlardan dolayı ekstra çalışma ile ayakta durmanın hazırlıklarını yapan Beşiktaş, Başakşehir gibi yükselme sürecindeki bir takıma karşı “oynayarak”, işi rastlantıya bırakmadan, doğrudan “akıl” ve “emek” ürünlerini elde etti.
Düşünün, kaleciniz haksız bir kırmızı kartla iki haftalık ceza almış. Yedeği Utku sakatlığı tam geçmeden eldiven giymiş. Savunma dörtlüsü de olduğu gibi değişmiş. Dorukhan, Necip, Montero, Rıdvan’la maça başlamak, özellikle Başakşehir’e karşı savunma yapmak o kadar kolay değil.
Ama kaleci Utku ve o dört adam, Beşiktaş’ı ayakta tutuyor ilk yarı boyunca. Dorukhan sağ önde ileri çıkarak oynuyor. Josef, rakip ataklarını karşılamada ilk istasyon… Tecrübesiyle güven veriyor. Ghezzal, Mensah, Atiba ve Larin ileri-geri hem hücum, hem de takım savunması anlamında makine düzeniyle çalışıyorlar. Aboubakar, koşularıyla rakip baskısında orta alana koşarak yardımlaşmasıyla çok farklı işler
Uluslar Ligi’ne bir türlü ısınamadık… UEFA’nın “zorlama” organizasyonuna istediğimiz gibi de başlayamadık. Sezonu geç açıp Macarlardan kendi sahamızda aldığımız yenilginin sıkıntısı gruptaki etkinliğimizi de sınırladı. Üç beraberlikten sonra Rusya’yı yenme başarısı “A, sahi burada da bir hedef varmış” duygusu yarattı. O duygu, geç uyanışın da etkisiyle Milli Takım’ın motivasyonuna yetmedi. Hele Cengiz Ünder’in cezalı oluşu, ekibimizin enerjisini düşüren çok önemli talihsizlikti. Yanı sıra yanlış oyun ve yanlışi takım tertibi, pahalı bir dersle sonuçlandı.
Ferenç Puskaş Stadı’ndaki maçın ilk yarısındaki gözlemlerim böyle. Oldukça yavaş bir oyun… Düşük tempolu, koşuşuz, şutsuz, durağan bir ilk yarı izledik. Macarlar da durgundu… İlk yarıda grup liderliğinde final heyecanı taşımayan bir maça tanık olduk.
Mert Günok, bir defasında Macar rakibiyle çalımlı malımlı, yürek hoplatan bir ikili mücadeleye girişip nefesimizi daralttı, o kadar. Bir de kurtarışı
Hükmen yenilgi kararlarının kamuoyunda tartışıldığı ve anlatıldığı şekliyle hayata geçmesi, uygulanması halinde, koronavirüs kurbanları arasına bazı kulüplerin, futbolcuların ve hocaların da katılabileceğini söyleyebiliriz. Hayır, Tanrı korusun, biyolojik ölümden söz etmiyorum. Kurumsal çöküşlerden, kariyer kayıplarından ve işsizlikten kaygılanıyorum.
TFF, “Gerekirse alt yapıdan takviye oyuncu al, en az 14 futbolcuyla sahaya çık ve oyna. Bunu yapamazsan hükmen yenik sayılırsın” diyor.
Bu kadar basit mi yani? Kulüplerde organize alt yapı çalışması var mı? Oradaki çocuklar zaten U19 ligleri olmadığı için maç yapamıyorlar. Bazısında ciddi ve devamlı antrenman olanağı bile yok. O çocukları şok uygulamayla sahaya çıkarmak ne kadar mümkün ve isabetli olabilir.
Diyelim ki 14 oyuncuyu denk getiremedi ve hükmen yenik sayıldı o takım… Sadece maçı ve 3 puanı kaybetmesi değil… Belki de küme düşmesi söz konusu.
Sağlık sorunları, kulübün ve takımın yetersizliğine, kusuruna bağlanarak adeta
Şenol Hoca, 31 maçta kalesini koruduğu, 68 maçta kenardan yönettiği A Milli Takım’la 100. maçına çıkıyor. Bir anlamda altın jübile bu... Kazanmak istiyoruz. Hem ülke futbolunun ve deprem acısıyla yüreği yanan millet adına… Hem 2000’lerin başında yakaladığımız ”altın kuşak”ın EURO 2020’de yenilenerek boy göstermesi adına.
Hem ölümle kucak kucağa korona savaşı veren “sağlıkçılarımız” ve depremdeki “kurtarıcılarımız” için… Hem de Şenol Güneş’le birlikte 100’ümüzün gülmesi için.
Hep birlikte beklediğimiz, hasret kaldığımız bir galibiyet bu.
Yalnız “küçük” (!) bir sorunumuz var… Şu peş peşe yaşadığımız beraberlik serilerinde, ninnilerle uyuyan bebelere döndü Milli Takım.
Uyanmaları, ayağa kalkıp silkinmeleri için, ille de “dananın bostana girmesi” gerekiyor.
Golü yedikten sonra hışımla ayağa kalkıp, aşkla, şevkle, biraz da öfkeyle saldırıyorlar.
Lahanayı “danaya” yedirmemek için girişiyorlar.
Abdullah Avcı, Antalyaspor’un cazip ve sıcak önerisini değil de Trabzonspor’un zorluk derecesi yüksek çalışma ortamını tercih etti.
Neden?
Trabzonspor, koşullar ne olursa olsun meydan okuyan, zirve için savaşan, şampiyonluk görmeyen kuşaklarıyla yıllardır şampiyonluk mücadelesi veren bir takım da ondan.
Neden 2.5 yıllık sözleşme?
Abdullah Avcı, operasyonların değil, projelerin hocası. O yüzden 2.5 yıllık.
Başakşehir, şampiyonluğa programlanmış tertemiz bir projeydi. Orada futbolcularıyla birlikte büyük hedefi mayaladı, hamurunu yoğurdu. Bıraktığı yerden aynen yürüdü proje… Hocanın rüyasını gördüğü şampiyonlukları ve kupaları Okan Buruk defalarca yaşamış, oyunculuk kariyerinin üstüne hocalık kariyerinde de tırmanmaya başlamıştı. Kendi emeğini de katarak fırına verdi o büyük projeyi. Pişti ve pişirdi.
Hoca, Beşiktaş’a gitmişti. Adı her yıl meydan okuyanlar listesine kayıtlı bir kulübe. Üç yıllık sözleşme yaptı, olmadı. Yarı yola gelmeden koptular.
Gaziantep FK, Beşiktaş için her zaman zor rakip… Futbolcuları çabuk, savunmayı da iyi biliyorlar, kapanmayı ve kontralara çıkmayı da. Kenarda da Sumudica gibi “fenomen” bir antrenör var. Böyle bir takıma karşı daha çabuk, daha baskılı ve daha akıllı, çözümleyici bir oyunla mücadele edebilirsiniz. Ama öyle oynamıyor Beşiktaş.
Geçen hafta Malatyaspor önündeki kadar rahat değiller. Yavaş ve etkisiz bir oyunla oyalanıyorlar. Topla oynama yüzdeniz 69’u gösteriyorsa, en azından bir - iki korner kazanmalısınız. O köşe vuruşlarını hiç (0) yapamıyor ve 2’si isabetli toplam 6 şut atıyorlar ilk yarıda. Beşiktaş’ın bir hafta önceki gibi devam eden özelliği, kaybettiği topları geri alma konusundaki ısrarı. Sert oynayan rakibine karşı ikili-üçlü sıkıştırmalarla kapıyorlar topu ama bunları kullanırken aynı ölçüde yaratıcı değiller. Dahası savunmada ve orta alanda kazandıkları topları hücumda, rakip ceza alanında çok kolay kaybediyorlar. O yüzden ne korner kazanabiliyorlar, ne de etkili
Süleyman Hurma kırk yıllık dostum… Futbolun yönetiminde bilgisi ve uzmanlığıyla kariyer yapmış. Sportif Direktör ya da Futbol Direktörü görevlerinin ilk örneklerinden… Trabzonspor, Kayserispor, Samsunspor kulüplerinde önemli işlere imza atmış. Güçlü kadrolar kuran, bazı futbolcuları antrenörlük mesleği ile tanıştıran, Karlı ve başarılı futbolcu satışlarında kulüplere para kazandıran spor adamı.
O, şimdi Karagümrük AŞ’nin patronu. Kulübün sahibi ve başkanı.
Artık derneklerden şirketlere evrilmekte olan futbolumuzda “sahiplik” anlayışının temsilcisi durumunda.
İşini başarıyla sürdürürken, neden böyle bir yola girmiş?
“- Ben hep projelere inandım. O projelere aklımla, vizyonumla hayat vermeye çalıştım. Sağolsunlar, yönetimlerden de destek gördüm. Ama antrenör arkadaşlarım ve futbolcular zaman zaman beni hayal kırıklığına uğrattılar. Ertuğrul Sağlam’ı antrenörlüğe başlatan benim. Kayserispor’da şampiyonluğa oynayacak bir proje takımı kurduk mesela… Ben o projelerin
İzmir’de beton bloklar, kolonlar, demir, tuğla ve taş, yüreğimize çökmüş... Acılıyız. Canlarımız gitmiş. Çocuklarımızdan ayrılmışız. Kurtarılanlarla teselli bulmaya çalışıyoruz, yetmiyor. Deprem yaşama sevincimizi alıp götürüyor. Dünkü maçlarda sadece İstanbulspor’un Keçiörengücü’ne karşı ilk yarıyı siyah bantla oynadığını anlatıyor İzmirli dostumuz Bülent Buda. Peki ötekiler duyarsız mı? Hayır, bunu söylemek haksızlık olur. Saygı duruşlarıyla paylaşıyoruz acımızı. Geçmiş olsun.
Hayata dönersek...
Beşiktaş pandemi sürecinde ilk kez bir bölüm seyircisiyle buluşuyor. Localar ve tribünler maça ruh katıyor. İyi bir tablo. Beşiktaş ilk yarıda oyuna el koyuyor. Topa sahip olma oranı 77/23 (Maçın tamamında 68/32)... Sayıların ötesinde ilk yarının toplamda en az yarım saatini rakip yarı alanda, rakibin ceza alanı ve yakın çevresinde oynuyor siyah-beyazlılar...
Dikkatimi çeken konu: Beşiktaş, sanki sol yumruğuyla rakibini nakavt etmeye alışmış bir boksör gibi. Sol kanattan inanılmaz yoğunlukta