İçinde yaşadığımız dünya bir çıkmazda ve giderek sevimsizleşiyor. Hiçbir soruna kalıcı bir çözüm üretmeden, müthiş bir karışıklık, koşuşturmaca ve kaos halinde yaşıyoruz. Dünya tarihinde yaşanmış bütün yanlışlar tekrar tekrar önümüze çıkıyor. İklim krizinden gıda güvenliğine, yoksulluktan göçlere, salgınlardan savaşlara kadar uzanan sorunlar zinciri. Her biri, teknolojik ilerlemenin yarattığı yepyeni sorunlarla birlikte katlanarak büyüyor.
Mesela dünyanın çöp sorunu! Öyle ki; dünyayı tam anlamıyla bir çöplüğe çevirdik. Bu kirliliğin boyutunu anlamak için, durup çevremize bakarsak, dünya genelinde yılda 2.1 milyar ton çöp ürettiğimizi göreceğiz.
Üstelik bunun sadece yüzde 16’sı geri dönüştürülebiliyor. Yüzde 46’sı da geri dönüştürülemeyecek şekilde doğaya atılıyor. Dünyadan başka gidecek hiçbir yeri olmayan insanlık, aslında sorunlara teknolojiye dayalı çözümler üretme yeteneğine
Bir hafta sonra yaklaşık 5 milyon genç ilk kez sandığa gidecek. Bu nedenle bir süredir sosyal medyada genç seçmenlerin siyasi görüşlerini, seçimle ilgili değerlendirmelerini, adaylar hakkındaki yorumlarını, hangi paylaşımlara nasıl tepki verdiklerini anlamaya çalışıyorum. Bu durumu elbette toplumbilimciler değerlendirecektir.
Ama benim gördüğüm iki şey var: Birincisi sokak jargonuyla konuşan ya da kifayetsiz muhteris bazı siyasetçilerin kutuplaştırıcı nefret söylemleri arttıkça gençler de saygı eşiğini aşıyor. Karşılıklı bir yüz göz olma hali var. Haliyle sosyal medyadaki gençlerin paylaşım ve yorumları restleşme, hesap sorma, had bildirme ya da tehditkâr söylemlere daha yatkın hale geliyor. İkincisi gençlerin önemli bir kısmının siyasetteki gelgitleri. Geleceklerinden kaygılılar ama siyasette yeterli bilgiye sahip değiller. Siyasi tercihleri sosyal medyadaki bilgilerle sınırlı. Paylaşımlara ve yorumlara bakarsak, gençlerin en azından bir kısmının tutarlı ve bilinçli bir siyasi tercih yapıp yapmadıkları konusunda kafası hayli karışık.
***
Asl
Halk arasında “Cübbeli Ahmet Hoca” diye bilinen Ahmet Mahmut Ünlü, geçtiğimiz günlerde yayınladığı videoda şöyle diyor: “Kadın koku sürünüp dışarı çıkıyor. Çok tehlikeli. Allah muhafaza!” Burada “Allah muhafaza” ifadesi, parfüm sürüp sokağa çıkan bir kadının başına her şey gelebilir mealinde: Dayak yiyebilir, tacize uğrayabilir, şiddet görebilir...
Yasakların sonu yoktur. Cübbeli Hoca’nın da yok! Konuşmasının devamında türbanlı, kapalı kadınları da hedef alıyor: “Geldiğimiz noktada başörtüsü örtüyor; yanağında allık, gözünde pulluk… Haram. Bu ziynettir” diyerek...
Daha öncesinde de depremin fuhuş yuvalarını vurduğunu, satranç oynayanların lanetlendiğini, kadının açık kadınlara bakmasının bile haram olduğunu söyleyerek neredeyse hayatın kendisini bir günah haline getirdi.
Çünkü toplumu yeniden dizayn etmek, hizaya sokmak için bir şeyi suç sayarsanız yarın bir başka şeyi de suç sayarsınız. Birini yasaklarsanız, diğerini de
Dünyada makamını bir günlüğüne çocuklara teslim eden ve onların düşüncelerine değer veren muazzam bir geleneğe sahip tek ülkeyiz. O koltuklara oturan her çocuk, ilk talimatını genellikle öğrencilerin sorunlarına çözüm üretmesi için Millî Eğitim Bakanı’na verdi. Basına verdiği demeçlerde, savaşa ve teröre karşı çıktı. Çocuk haklarına değinmeden, Atatürk’ü anmadan o koltuklardan inmedi. Bir günlüğüne, Cumhurbaşkanı ya da Başbakan bazen de Bakan olan o çocuklara ne olduğunu biliyor musunuz? Çoğu mühendis oldu, hukukçu oldu, tasarımcı oldu, sanatçı oldu, uluslararası siyaset okudu…
Bu, ülkenin en görünür en aydınlık yüzü. Fakat bu aydınlık yüz, bu geleneği sürdürmekte kararlı olan çocuklara gereken değeri vermeyen büyüklerin zihniyetiyle gölgeleniyor. Ne devlet ne de aileler, çeşitli gerekçelerle eğitime bütçe ayırmıyor. Basına yansıdığı kadarıyla sığınmacı çocukları da eklersek, bugün okul
Son zamanlarda yorumsuz haber bulmak neredeyse imkânsız hale geldi. Yorumların önemli bir kısmı da seçime değil de sanki bir kavgaya hazırlanıyoruz kıvamında. İşin tuhafı bu yorumları adaylardan, siyaset ve toplumbilimcilerden çok gazeteciler yapıyor. Çeşitli haber kanallarına, tartışma programlarına konuk olan bazı gazeteciler, meslek etiğini bir tarafa bırakıp, taraf oldukları partinin bir neferi gibi davranmakta bir sakınca görmüyorlar!
Medyadaki sorun artık sadece kamuoyunu manipüle eden yalan yanlış haberlerdeki ısrarın sürdürülmesi değil. İrili ufaklı pek çok partinin kitleleri endişeye sevk eden kutuplaştırıcı, ırkçı, ayrımcı, tehlikeli söylemlerini meşrulaştırmak da değil. Sorun; kendilerini iktidar ya da muhalefete göre konumlandıran bazı gazetecilerin, çeşitli haber kanallarında, tartışma programlarında seçime katılacak adayları ve partileri, kendi siyasi tercihleri üzerinden yorumlamasında. Sandığa gidecek seçmene saygı duymayıp, kendi düşüncelerini ve görüşlerini dayatmasında... Bu da toplumda daha fazla kutuplaşma, daha fazla siyasi
Türk-İş’in kongre salonu tıklım tıklım… 1991’de Türk siyasi tarihinin en sürrealist seçim kampanyasında verdiği vaatlerle iktidar olan Süleyman Demirel kürsüde. İşçiler, Demirel’e seçim öncesi verdiği ama yerine getirmediği sözleri hatırlatarak sataşıyorlar. Demirel, bir sessizlik anını bekliyor ve işçilere dönerek şöyle diyor: “Yapmadım. Bu benim kabahatimdir. Fakat sizin hiç mi kabahatiniz yoktur? Bunların yapılacak işler olmadığını, yerine getirilemeyecek sözler olduğunu, seçimden önce neden söylemediniz?” Demirel, konuşmasının ardından salondan yükselen kahkaha ve alkışlarla kürsüden iniyor!
***
Türkiye şimdi yeni bir seçime hazırlanırken, partilerin seçim kampanyaları yine çeşitli vaatlerle dolu. Buna karşın o kadar uzun süre birbirimizle kutuplaşarak, farklılaşarak, restleşerek yaşadık ki, bugün hayli gergin siyasetçiler ve mizah duygusunu tamamen kaybetmiş, kafası karışık, asık suratlı bir seçmenle karşı karşıyayız. Medya ve siyaset bilimcilerin de durumu farklı
11 Şubat 2003...
Hakkâri’ye kar yağıyor ve Kurban Bayramı’nın ilk günü. 14-15 yaşlarında ortaokul öğrencisi dört çocuk mahallelerinde eski bir medrese önünde sigara içerken, yanlarında bir ekip otosu duruyor. Polisler hemen orada çocukları gözaltına alıp karakola götürüyor. Suçları; karın üzerine, ayakkabılarıyla karı ezerek slogan yazmak! Bu tür davalardan geriye ne kalırsa bizim elimizde de o kalıyor; çocukların dava dosyalarına giren anlatımları:
“... Çocuklar, emniyete götürüldüklerini, bir komiserin kendilerine sinkaflı küfürlerde bulunarak kar üzerinde ayakkabılarıyla slogan yazdıklarına dair suçlamalarda bulunduğunu, saçlarından çektiklerini, tekme ve tokatla kendilerini darp ettiklerini, saatlerce karın altında bekletildiklerini, ayakkabı izlerinin alındığını ve gözlerinin kapalı olduğunu, okumalarına izin verilmeden kendilerine ifade imzalatıldığını, götürüldükleri doktorun kendilerini muayene etmediğini, emniyete tekrar getirildiklerini, yine saçlarından tutmak
Yaşadığımız büyük depremin yarattığı travmadan edindiğimiz toplumsal bilinç ve tecrübeyle belki biraz olsun “değişiriz” diye umutlanıyorsunuz ama hiç öyle olmuyor. Aksine bazı haberler insanda çaresizlik, öfke ve utanç yaratıyor. Çünkü daha felaketin enkazı bile kaldırılmamışken, karşınıza şöyle bir haber çıkıyor: “Betonun kalitesinin düşük olduğu iddiasıyla çıkan tartışma cinayetle sonuçlandı.” Haberde, Avcılar’da kentsel dönüşüm kapsamında yenilenen bir binanın inşaatı için getirilen betonun kalitesiz olduğunu söyleyen Şantiye şefi Vedat Acar’ı, beton firmasında görevli Mehmet Raşit Koruli’nin başına çekiçle vurup, bıçaklayarak öldürdüğü belirtiliyor. Koruli’nin emniyetteki ifadesinde, “betonun kalitesi” yüzünden tartışmanın çıktığını doğruladığı öne sürülüyor. Yani biri işini doğru yapmak istediği için mezara, diğeri işi fırsata çevirmeye çalıştığı için cezaevine giriyor.
***
Oysa