Belma Akçura

Belma Akçura

bakcura@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Musul başta olmak üzere bölgede gerçekleştirdiği bütün eylemleri dünyaya sosyal medya üzerinden bizzat kendisi servis eden Irak Şam İslam Devleti’nin (IŞİD), Türkiye’nin Musul Başkonsolosluğu’ndan kaçırdığı 49 kişiyle ilgili haberlere mahkeme kararıyla yayın yasağı getirilmesi medya özgürlüğü açısından tartışmalara yol açtı. Mahkeme yayın yasağında medyada yer alacak haberlerle “rehinelerin hayatının riske edilmesini” gerekçe olarak gösteriyor.

Yargının yetkisi yok
Oysa hukukçulara göre; Türk hukuk sistemi yargı organlarına “yayın yasağı” koyma yetkisi vermiyor. Bu yetki sadece Başbakan veya görevlendireceği bakana aittir. O da “millî güvenliğin açıkça gerekli kıldığı hâllerde yahut kamu düzeninin ciddî şekilde bozulmasının kuvvetle muhtemel olduğu durumlarda” tanınmış bir yetkidir. Anayasa’nın 28. maddesine göre de “Basın hürdür, sansür edilemez” ve devlete, “basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alma” görevini yüklemiştir. Dolayısıyla neyle sınırlandırıldığı açıkça belirtilmeyen bu karar bir yayın yasağından çok, basına sansür niteliğini taşımaktadır.
İletişim bilimciler ise kamuoyunu ilgilendiren hassas konulara getirilen yayın yasağıyla aslında toplumda söylentilerin ve yanlış bilgilerin daha fazla karmaşaya yol açacağı, bunun da sorunu içinden çıkılmaz hale dönüştüreceği konusuna dikkat çekiyor.

Kennedy özür dilemişti
Sadece Türkiye’de değil, Amerika, İngiltere gibi başka pek çok ülkenin, terör, çatışma ve savaş ortamlarında medyaya açık ya da dolaylı ‘sansür’ uygulamalarının olumsuz sonuçları basın tarihinde örnekleriyle yer almaktadır.
Örneğin Domuzlar Körfezi çıkartması. ABD’nin Küba’da Castro’yu devirmek için rejim karşıtı güçleri silahlandırarak adaya çıkartma yapması medyada yer alınca, Başkan Kennedy medya yöneticilerini arayarak, konuya ilişkin haberlerin yayımlanmasını engellemiş, yaşanan başarısızlık sonrasında Kennedy ‘Keşke gazeteler yazsaydı, belki o zaman böylesine bir felaket yaşamazdık’ diye özeleştiri yapmak durumunda kalmıştı.
Türkiye’de de son dönemde kamuoyunu ilgilendiren birçok haberlere yayın yasağı getirildi. Bu da hangi durumlarda yayın yasağı uygulamasına gidilebilir? Ya da gidilmeli midir? Medyanın kendi öz denetimini yapması gereken durumlara müdahale edilmesi doğru mu? gibi soruları da beraberinde getirmekte.

Rehineler ve Türk medyası
Bir haberin nasıl kullanılıp kullanılmayacağı yayın yasağı ile değil, medyanın kendi öz denetimiyle sağlanabilir. Türkiye medyası rehinelerin hayatını tehlikeye atacak haberler yapmama konusunda bugün kendi özdenetimini yapabilecek birikim ve sağduyuya sahip bir medya değilse nedir?
Özetle bu yayın yasağıyla hem kamunun bilgi edinme hakkı hem de gazetecinin haber verme hakkı ve yükümlülüğü devlet eliyle ihlal edilmiş olmakta. Oysa yargının basın etiğini denetleme gibi bir görevi yoktur ve olamaz da.

Yasak değil sansür
Kaldı ki; vatandaşlarımızın akıbeti konusunda kamuoyunu bilgilendirmek siyasal iktidarın olduğu kadar, gazetecilerin de görevidir. Kamuoyunu sadece terör örgütünden gelen veya sosyal medyada manipüle edilmiş haberlere mahkûm edilemez. Musul’da rehinelerin hayatının tehlikeye atılmaması, sorumlu habercilik anlayışının zaten bir gereğidir. Buna yasak getirmek ise kamuoyunun haber alma hakkının ihlal edilmesi demektir.
Rehine krizi konusunda medyanın bilgilendirilmesi aynı zamanda hükümetin rehineler için risk yaratabilecek olası durumu, kamuoyuyla paylaşmasına da olanak sağlayacaktır.