Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan bu yana var olan Kürt sorunun çözümsüzlüğüne sadece terör ya da siyaset değil, çatışmacı, kışkırtıcı söylem ve nefret dilini kullanan basın da ön ayak oldu... Geçmiş yıllarda hesap soran, hedef gösteren, ötekileştiren, olayları çarpıtan tehlikeli haberciliğin sonuçlarını hepimiz biliyoruz. O yıllarda atılan başlıklar sorunu çözmedi; aksine her gün daha fazla şehit cenazeleriyle bu coğrafyada yaşayan insanlarımızı ayrıştırdık, sorunları öteledik, etnik kimlikleri yüzünden insanları karşı karşıya getirdik. Bugün yine aynı oyunlar oynanıyor.
Barış dili kullanılmalı
Dolayısıyla medyanın üzerine düşen ‘barış gazeteciliği’ yapmaktır. Medya barışa katkı sağlayacaksa diline ve üslubuna dikkat etmelidir. Hatırlarsanız barış görüşmeleri sürecinde taraflar; çatışmacı dil yerine barış dilini kullandığı için medya da dilini değiştirmiş görünüyordu.
Ancak son olayların medyada yer alışı gösteriyor ki; medya kışkırtıcılıktan uzak barış dilini henüz içselleştiremedi. İki tarafa da eşit mesafede durması gerektiğini, iki tarafı da dinlemesi gerektiğini, çözüm üreten bir dil üzerinden olayları çarpıtmadan kamuoyu ile paylaşması gerektiğini çabuk unuttu. Bugün hala Kürt kökenli bir milletvekilinin “siyasi mücadele” ifadesini “silahlı mücadele” diye yazarak olayları çarpıtan, ‘biz’ ve ‘onlar’ kutuplaşmasını yaratan bir medyanın bu sürece katkı sağlaması beklenebilir mi?
PKK silahı bırakmalı
Hepimizin üzerine görevler düşüyor... Siyasilerin şehit cenazeleri üzerinden siyaset yapmaması, aklıselim davranması, PKK’nın şart koşul ileri sürmeden tek taraflı silahları bırakması, şehit haberlerini öne çıkartarak basının ya da üretilmiş yalan haberlerle sosyal medyanın kamuoyunu tahrik etmemesi hepimizin yararınadır. Basın kendi geçmiş tarihinden ders çıkartmak zorunda...Çünkü artık biliyoruz ki; bu ülke insanını bölmek, ülkeyi bölmek demektir...