Bilgin Gökberk

Bilgin Gökberk

bilgingokberk@mail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı



Ercan (Güven), Hıncal Uluç ve diğer 49 kişi diye yorumluyor Sabah jürisini. Doğru, spordaki kalabalık da Uluç'a göre "o ve diğerleri" değil mi ? Veya "usta and his men". Mesela iki tane "yılın sporcusu" bile fazla geliyor nedense "usta ve 'man'larına". Yeniyi överken nedense "eskiyi" de sövmek zorunda hissediyorlar kendilerini.
"Naapalım"Hıncal abi böyle, bir keresinde de basketbol yazdıklarında okumaktan keyif aldığım iki yazar var demişti. Ahmet Kurt ve Bilgin Gökberk. (Sanki övüyordu) Ama basketbol yazmıyorlar (yazıyordum halbuki). Bilgin, kendisinden başkasının anlamadığı bir dilde mizah yazıyor. Her gördüğümde söylüyorum (doğru, söylüyordu). Genel Yayın Yönetmenine söyle, sana bir köşe versin (vermişti zaten). Ne istersen yaz (ne istersem de yazıyordum zaten), ama basketbol da yaz (yazıyorum demeye de utanmıştım). Bir cümleyle beni, basket yazılarımı, köşemi yok saymıştı. Kelimeleri öyle demagojik kullanabiliyordu ki, ben de susmuştum. 25 bin kitaplı, 97'sinde hala kitap yazan yüz yaşındaki babam, Alman Lisesi'nden sonra tam Almanya'ya gitmek üzereyken "Oğlum, seni tanıyorum, 'Alman'dan sıkıldın, yarıda bırakacaksın. Döndüğünde, gittiğinden tek farkın, daha iyi Almancan olacak. İtalya'ya git, farklı bir kültürü daha tanı. Yarıda dönsen bile hiç olmazsa 'İtalyancan' da olur" demiş, Katmandu'da "bağcı" olmak isteyen birinden (ben) bir rönesans çocuğu yaratmak istemişti, yada o "eski İstanbul zerafeti"yle bana hissetirmeden bir rönesans geçirmemi istemişti. Etrafımdakiler "oralara" gitmesin diye aldıkça alırken bizimkilerin "orada" kalmam için sattıkça satması gayrimenkullerimi azaltmıştı belki ama "başka menkullerimi" de çoğaltmıştı tabi. Öyle veya böyle alt tarafı karmakarışık, romantik bir Akdeniz "ucube"si olabilmiştim ancak.

Dante'nin sevgilisi bana da kaçabilir
"Usta"lara göre kendimden başkasının anlamadığı bir mizah tarzına (?) sahip olmamın sebebi, İtalyan edebiyatının herşeyi Dante'nin, sevgilisinin ondan bile sıkılıp, ilkokulsuz bir tüccara kaçtığını anlatan bir Floransa hikayesiydi. Çok "cila"dan kaçan sevgilinin, kaçtığında bulduğu da taaa içten gelen bir "seni seviyorum"du o hikayeye göre...
Farklı dilleri, farklı "dillendirme"yi biliyorum, seviyorum da. Ama taaa içimden gelen "sokakça"yı konuşmayı daha seviyorum. "Sokakça" yazmayı da. Yarın belki daha "cilalı" konuşurum, belki daha "cilalı" yazarım da.
O dille ulaşmak istediklerime "daha bence"ulaşabiliyorum da. "Ben gibilere" de ihtiyacı var bizim kalabalığın, biliyorum. Farklıyım tabii, onu da biliyorum. Bu farkı onların bildiğini de biliyorum. "Ya tutarsa"dan onların "tırstığını" da biliyorum. "Ben gibi" bugün varım. "Ben gibilerle biz" olmadan da varım. Yarın varolmak için "biz" olmam gerekiyorsa da yokum bu spor kalabalığında...
Ve siz tabii. Hemen hemen her konuda "bir ben yazdım" hala her daim "in" ise, bu da onların değil, sizin yüzünüzden. Tembelsiniz. Biraz kıpırdasanız bak "bu" da sizlerin dediğini daha önce yazmış, ya da "o" da yazmış deseniz, diyebilseniz, onlar da bu kadar rahat atıp tutamayacaklar zaten. Ama sizi iyi tanıyorlar. Dedim ya, siz de öyle tembelsinizki...

Oktay Mahmuti'ye grubunu sen seç deselerdi bu kadarını düşünmezdi bile, bu kadarı da ayıp olur diye. Yolları açık. Ama Ülker'in işi çok zor. Zor çünkü Kaunas, Maccabi, Valencia var. Çok zor çünkü dörtlü final de Tel Aviv'de. ULEB organizasyonu içindeki herkes Tel Aviv'in renkli olması için ev sahibinin de orada olmasını istiyor. Bir tek Ülker hariç tabii. Hem rakiplerine karşı oynayacaklar, hem de ULEB'e karşı. Çok favorili gruplarda az galibiyetin yeterli olması Ülker'in tek avantajı belki. Unutmadan. Ülker bugüne kadar hep kapasitesinin altında oynadı. Efes de hep üstünde. Hatırlatmak istedim.

Bütün soruları bilmektense bazı cevapları bilmek daha iyidir.
İmza: Kimse kim, önemli mi.

Son maçlarına yedi biletli seyircinin gelmesini baz aldık, bu kadar yer ayırdık, umarız kendilerine ayrılan koltukları doldururlar.
İmza: Fenerbahçeli bir yönetici (hem de gergin geçmesi beklenen derbiden birkaç gün önce).
Not: Sevgili Fatih Altaylı, kulakların çınlasın. Her gün ne zaman adam oluruz diyorsun ya...

Donatella (Piatti)'nın evindeydik. Fransa'dan birkaç günlüğüne gelen Mine'cim (Kırıkkanat) "Avrupa"dan bir günlüğüne Asya'ya gelen en sempatik Fenerbahçeli fanatik Feryal'cim (Pere), ultraslan Elif'cik (Yıldız) ve doğma büyüme Asyalı Ben (Gökberk). Sebze çorbası içtik, patatesli, Brüksel lahanalı rosto yedik desem havası kalmayacak yediklerimizin. Yani önce minestrone (nefisti), sonra arrosto con patatine e cavolini di Bruxel al'olio di oliva (yaaa) ve sonunda da Donatella'ca "kurabye alla Turca" (bizim kurabiye) ve de espresso tabii. Böyle "pazarlıyor" işte İtalyan herşeyini. Ha sebze çorbası, ha minestrone değil mi ? Ha rosto, ha arrosto veya işte ha Sergen ha David (Beckham), ha Büyükada, ha Santorini. Farkları "tad"larında değilki, iyi pazarlanan "ad"larında.

Bilgin'den
Bugün de seni seviyorum.
26 Şubat 2004 (Bugünün "dünü" yani).

İtalya'daki o sık bulunduğum "dün"lerde bienallerde, film festivallerinde Robert de Niro'dan Fellini ailesine, Al Pacino'dan bilmemkime, hatta "Romalı günler"de sık sık Silvio Berlusconi'den savcı Pietro'ya o kadar çok kişi ile "boncorno"laşmıştım ki. Ve de az da olsa, o kadar sık "az" konuşmuştum ki. Üstelik sık sık da aramıştım o zaman "öylesine" (aramıza para sokmamıştık) yazdığım "sabahçıları". "İlgilenir misiniz ?". Tuhaf, ama hiç ilgilenmemişlerdi. Bence "üst"lerine söylememişlerdi bile. Sonra birgün bir "sevgili abim" "oğlum sen bulaşma bu işlere, basketbol yazarısın sadece basketbol yaz" demişti, "bir - iki röportaj daha yollarsan başın belaya girecek". Bu gazetenin "dış" haberi, "iç" haberi, "sinema"sı, "kültür"ü, şusu busu bir sürü bölümü var. Onlara sonra "siz ne iş yapıyorsunuz, bak, 'kıytırık' bir basketbol yazarı neler buluyor, neler derler. Ya onları kovarlar, ama o kalabalığı kovamayacaklarına göre de bence seni kovarlar...

Yıldırım niye Donat'a konuştu?
Hiç kimse ile konuşmayan Aziz Yıldırım'la Yavuz Donat'ın yaptığı röportajı görünce de bunlar aklıma geldi. Bizim Ercan (Güven) soruyor dünkü ters köşesinde. "Spor yazarları siyasetçilerle 'veya diğerleri' neden röportaj yapmaz ? Konjünktür mü müsaade etmiyor, spor yazarları gerekli donanıma mı sahip değil ? Ben de "bence" yanıt vermek istedim sevgili Ercan'a.
Şimdi Parma'daymış mesela Yavuz Donat, hani Floransa'yı Terim'in yüzünden Türkler'in akınına uğrayan altı üstü birkaç kiliseli bir köyün biraz büyüğü diye anlatmıştı. Bakalım Parma için de neler yazacak şimdi "usta" ? "Spor"da "ustalar" ve "eskiler", "ben ben ben" ve "hep ben, hep ben" dediği müddetçe ne yeniler çıkıyor ortaya, ne de onlar "yenileniyor" tabii. O zaman da işte Aziz Yıldırım, Donat'a konuşuyor, Floransa'yı da Donat anlatıyor (anlatamıyor).

SERİ İLANLAR

Cuma'ları ise Milliyet'teyiz (Başka şubemiz yoktur.)
İmza: Köyün Delisi







SPOR


ASLAN'A AÇIK HESAP: 2-2
At yarışları
Avrupa Ligleri
Harika kızlar: 53-50
İkinci Lig Puan Durumu
Detroit coştu
Eczacı ateşe düştü: 3-1
SON GÜLEN İYİ GÜLER: 3-2
İlk derbi Fener'in
Fenerbahçe alarmı
Doğan'ın tek hayali
BUZ KIRAN GENÇLER: 0-1
Antep'te Şimşek çaktı: 1-0
UEFA KUPASI'NDA DÜN
Bravo Aydın
İlk günde 16 rekor
Renkli saldırı
Vuran'a son görev
Haber turu...
Önemli galibiyet
Dante'nin benle ne alakası var
Kaçan balık
Gurur duyduk
Necati ve Anderson
Tur zora girdi