Çağdaş Ertuna

Çağdaş Ertuna

cagdas.ertuna@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

“Kayıp”, yönetmen Mete Sözer’in ilk kısa filmi. Başrolünde Özge Özpirinçci oynuyor. 14 dakikalık film yurt dışında birçok uluslararası festivalde24 ödül aldı. Bu hafta sonu da Massachusetts Bağımsız Film Festivali’nde üç ödüle aday. Mete Sözer’le Boston’da ‘Kayıp’ın hikayesini konuştuk

14 dakikalık filmle 24 ödül

Boston’da Somerville sinemasındayım. U2’nun stat yerine inatla Boston konserlerini verdiği salonda. Burada bulunma nedenim Massachusetts Bağımsız Film Festivali. Festivale bu yıl bir Türk yapımı, “Kayıp” da kabul edildi.
Şaşırıyorum, gösterim hafta içi bir öğleden sonra olmasına rağmen salon tıklım tıklım. Film başlıyor, Norman Cousins’ın “Hayattaki en büyük kayıp, ölüm değildir. En büyük kayıp, yaşarken içimizde ölendir” sözüyle...
14 dakika çabucak geçiyor, sonunda tüylerimiz diken diken oluyor.
Filmin yönetmeni, senaristi ve prodüktörü Mete Sözer de salonda. Film sonrası soruları yanıtlıyor. Film En İyi Kısa Film, En İyi Senaryo ve En İyi Kadın Oyuncu ödüllerine de aday seçildi. Sonuçlar bugün belli olacak.
Kısa film deyip geçmeyin. Asıl marifet, kısa ve öz anlatabilmek. Los Angeles’ta yaşayan Mete Sözer, 15 yıllık mimarlık hayatından sonra geçen yıl film çekmeye karar veriyor ve işe “Kayıp”la başlıyor. Gerisini yönetmenden dinleyelim...

14 dakikalık filmle 24 ödül
Mimarlıktan sinemaya nasıl geçtiniz?
İkisi de bir tekniğe bağlı, ışık, mekan, hareket, ölçek ve algı üstüne kurulu sanatlar. Farklı gibi görünseler de aslında değiller. Çocukluğumdan beri bilinçli, bilinçsiz hep kendimi sinemaya hazırladım. Bu geçiş bir günde olmadı ama cesaret bir günde oldu. Bunda yaşlanma kaygısının artması ve hayalleri gerçekleştirmeden ömrün bitme ihtimalinin de etkisi çok. Dijital devrim olmasaydı asla cesaret edemezdim. Artık akıllı telefonu olan çektiği filmi internete koyabiliyor, teknoloji meslekleri kişiselleştiriyor.

İlk filminiz “Kayıp”ın hikayesi ne?
O dönem film çekme niyetim yoktu. Hayatımda birçok kayıp vardı. Türkiye’ye tatile geldim. Fethiye’de bir otelde odadan çıkmadan bu hikayeyi yazdım. Psikolojide kayıpta beş evre var; inkar, öfke, pazarlık, depresyon ve kabul. Filmde bir kadının farklı yaşlarında geçen beş sahne var, kaybın evrelerini sembolize ediyor. Şimdi baktığımda bu filmin kendi kaybımla baş etme yolum olduğunu görüyorum. Basit bir proje diye başladım, makyajın bu kadar zor olacağını düşünmemiştim.
“Film depresif değil ama ağlayan çok oluyor”

Söz konusu kayıplar olunca film depresif mi oldu?
Depresif bir film olarak görmüyorum. Çok ağlayan da oluyor izlerken. Bu, daha çok kayıpların hayatın bir parçası olduğunu kabul edip bununla başedebileceğimizi gösteren bir film. Kabul ettiğiniz zaman her türlü krizle baş edebilirsiniz. Her kriz büyük bir fırsattır, istediğiniz değişiklikleri yapabilmek için.
En büyük kriz de kayıptır.

Yurt dışında birçok uluslararası festivalde ödül de aldınız...
Meksika, Costa Rica, Avustralya, İtalya, Amerika, Kanada, İngiltere, Almanya, Endonezya gibi birçok ülkeden 28 festival resmi olarak seçti ve 24 ödül aldık. Özge Özpirinçci ve Eşref Kolçak da
En İyi Oyuncu ödülleri aldılar.

Türkiye’deki festivallere de başvurdunuz mu?
Daha başvurmadım, Amerika’da yaşadığım için yurt dışı festivallerine başvurmam daha kolay oldu.

Filmi nerede izleyebiliriz?
Eylül ortasında First Glance Film Festival adlı uluslararası online bir yarışmada dört hafta boyunca 34 filmle birlikte yarışacak. İsteyen girip internetten izleyebilecek.

Başka projeleriniz var mı?
İki kısa filmden sonra şimdi bir uzun metraj çekiyoruz, henüz yarısı bitti.

“Filmi çekerken kimse doğru dürüst olacağına inanmadı”

Bütün filmi bir oyuncuya ve bir kamera açısına teslim etmek riskli mi?
Çok büyük bir risk, bu yüzden başta kimse inanmadı doğru dürüst bir şey olacağına. Özge’ye çok inandım, inanılmaz oynadı. Onun şanssızlığı, Türkiye’de bu tip rollerin ona gelmemesi, on
14 dakikalık filmle 24 ödül
u hep komşu kız, bitirim kız rollerinde izliyoruz. Yaşlı mimikleri ve jestleri çok başarılı. Dudaklarının titremesinden gözlerindeki hüzne kadar sanki o yaşları yaşamış da şimdi yine başa dönmüş gibiydi.

“Senaryoyu yazarken aklımda hep Özge vardı”

Başrol için Özge Özpirinçci’yi nasıl seçtiniz?
Senaryoyu yazarken hep aklımda Özge vardı. Senaryoyu Altan’a (Engin Altan Düzyatan) mail attım, “Oku, Özge ilgilenir mi?” diye. Ertesi gün Özge, “Çok beğendim” dedi. Filmde bir kadının 25 yaşından 85 yaşına kadar evreleri var. Özge, “Ben hangi yaşı oynayacağım?” diye sordu, “Hepsini sen oynayacaksın” dedim. 10 saniye sessizlik oldu, sonra daha da sevindi. Asıl sıkıntı makyajı Türkiye’de halledemeyeceğimizi anlayınca oldu. Büyük Hollywood prodüksiyonlarında bile kötü yaşlandırma olabiliyor. Belçikalı Lyonel Le ile anlaştık. Özge ve Altan’la Belçika’ya gittik Özge’nin kafa kalıbının çıkarılması için. Youtube’da o süreç var, “The Loss Behind The Scenes” ve “Özge’nin Çilesi” diye. Özge başına gelecekleri bilmiyordu. Kalıbın alınması üç saat sürdü. Bütün kafasını kapattılar, sadece iki delik açtılar, ne konuşabiliyor, ne görebiliyor, ne duyabiliyordu ve iki saat silikonun kafasında donmasını beklemesi gerekiyordu. Altan iki saat boyunca Özge’nin elini tuttu. Sonra filmi üç günde, Silivri’de, babamın beni ilk götürdüğü köftecide çektik, hata şansımız yoktu.