Nusret sadece dünya çapında ünlü olmadı. Hiçbir ünlüde böyle bir hayran kitlesi, heyecan fırtınası görmedim. Ne Tarkan gelse, ne Brad Pitt gelse kadın-erkek, çoluk çocuk böyle heyecanlanır; bir fotoğraf uğruna sıraya girip bekler.
Geçen gün tanınmış bir Türk işadamı gururla anlattı, “New York’ta, Miami’de kimlerin beni arayıp Nusret’te rezervasyon yaptırabilir misin dediğine inanamazsın!” İnanırım dedim, aynı şekilde ben de benzer istek telefonları, mesajları alıyorum. Daha geçen hafta dünyanın en büyük otel ve restoran zincirlerinden birinin sahibi “Miami’de çocuklarımı Nusret’e götüreceğim” dediğinde, hiç düşünmeden cevapladım, “Tabii yer bulursanız!”
Şaşırdı, “Ben mi yer bulamayacağım?” dedi. Malum, kendi mekanlarında deli gibi bekleme listeleri oluyor. Evet dedim gülerek. Nitekim tam da böyle oldu, çünkü Nusr-et Miami ve New York tıklım tıklım. Bütün bunların üzerine geçen hafta Dubai’de Nusret’le geleneksel kahvaltımızı yapıyoruz.
O eski arkadaşım, kendisiyle her zaman gurur duydum, şimdi de duyuyorum tabii. Bu kadar başarıya rağmen hiç şımarmadı.
Biliyorsunuz, Miami’den sonra New York’u da fethetti. “NY’ta steakhouse açmam bir Amerikalının Adana’da kebapçı açması gibi” diyor.
Her şey geçen hafta Hürriyet Cumartesi’nin “Türkiye’nin en iyi doğa otellerini seçiyoruz, jürimizde olur musunuz, hangi otelleri önerirsiniz?” demesiyle başladı.
O gün seçenekleri sıraladığımdan beri Kazdağları’na Manici Kasrı’na gitmek istiyorum.
Kazdağları olmazsa, en azından şehirde doğaya kavuşma hayalim var.
Sonunda hayalim gerçek oluyor, önce Polonezköy’de buluyorum kendimi, MisBahçem’de elma ağaçlarının arasında uzun bir yürüyüş, bahçede güneşin altında çay keyfi ve sonra dükkândan şekersiz reçel, elma sirkesi derken minik bir alışveriş...
Polonezköy’den dönüşte daha ruhum hazır değil, şehrin kalabalığına karışmaya.
Üçüncü köprüden geçip kendimi Kilyos’ta buluyorum.
Demirciköy’de Babylon’un büyük ümitlerle açılan ve ne yazık ki kısa sürede kapanmak durumunda kalan plajındayım.
Babylon’un hedefi burayı sadece yazlık bir plaj değil, organik tarımla ilgilenenden kışın şömine başında kitabını okumak isteyene, yazın müzik festivaline katılmak isteyenlere hitap edecek 12 ay yaşayan bir yer yaratmaktı.
Son birkaç gündür Enerji Bakanlığı’nın kamu spotunu konuşuyoruz, Prof. Dr. Aziz Sancar ve Prof. Dr. Bilge Demizköz’ün yer aldığı.
Nobelli bilim insanı Prof. Dr. Aziz Sancar’ı tanımayan bilmeyen yok, kendisinden bahsederken herkes son derece saygılı, hakkında konuşurken ağzından çıkanı iki kere düşünüyor.
Fakat sıra Prof. Dr. Bilge Demirköz’e gelince aynı hassasiyeti göstermeyen, ona bir figürandan bahseder gibi yaklaşan çok kişiye tanık oldum.İşin acı tarafı, bunu yapan genellikle kadınlar.
Onlar acımasızca eleştiriyor hemcinslerini.
Oysa artık cinsiyetleri aştığımız bir devirdeyiz; bilim adamı, bilim kadını değil, bilim insanını vurguladığımız bir dönemdeyiz.
Kadınların kadınlara acımasızlığı yeni bir şey değil, her ne kadar kadın hareketleriyle artık birbirimizi desteklemeye çalışsak da.
Prof. Dr. Bilge Demirköz’ü herkes yeterince tanımıyor olabilir.
Canlı müzik trendinin mahalle aralarına kadar yayılmasıyla, arabesk ve türevleri de yeniden canlandı.
Selami Şahin’den Coşkun Sabah’a birçok isim yeniden popüler oldu, artık gece hayatından farklı jenerasyonlar arabesk dinlemeye koşa koşa gidiyor.
37. İstanbul Film Festivali de Türk sinemasının en tanınmış eserlerinden birinin, Arabesk’in yıl dönümünü kutluyor.
6 Nisan’da başlayacak olan festival, sinemaseverlere usta yönetmenlerin yeni filmlerinden genç ustalara, yaratıcılığın sınırlarını zorlayan filmlerden klasik başyapıtlara zengin bir program sunacak.
Ertem Eğilmez’in repliklerinden şarkılarına hiç unutulmayan son filmi Arabesk, tam 30 yıl sonra, festivalde yeniden beyazperdede izleyicisiyle buluşuyor.
Üstelik film gösteriminin ardından izleyicileri %100 Arabesk bir konser bekliyor.
Festival kapsamında 9 Nisan 19.00’da Beyoğlu Sineması’nda gösterilecek olan film şerefine, Türkiye’de arabesk müziğin en unutulmaz, en çarpıcı isimleri Cahide’de sahneye çıkacak; üstelik sinema dünyasından isimlerle birlikte.
Farklı ülkelerden yeme-içme sektörünü bir araya getiren Global Gastroekonomi Zirvesi nasıl geçti? İşte zirveden notlar…
TURYİD ilk defa böyle bir işe kalkıştı, sektörün her alanından her seviyesinden farklı ismi bir araya getirdi ve gastronominin ekonomiye katkısını örneklerle anlattı. Dünyanın en iyi 51. restoranı seçilen Mikla’nın şefi Mehmet Gürs, “Çorbacıların, lokantacıların TÜSİAD’ı” diye özetledi TURYİD’i. Gerçekten de Turizm ve Restoran Yatırımcıları ve İşletmecileri Derneği üyelerinin hayatımızda en az TÜSİAD üyelerinin şirketleri kadar önemli bir yeri var. Herkesin kafe açmak istediği, restoran sahibi olmak istediği bir dönemdeyiz malum. Üstelik bu dönem çok da uzun süredir devam ediyor. İstanbul’da bir mekan, bir semt hızla parlayıp, hızla yok olurken herkesin içindeki restorancı olma isteğinin bu kadar uzun süre devam etmesi de şaşırtıcı. Yeme-içme sektörü ne kadar zor olsa da dışarıdan eğlenceli görünüyor tabii. Üstelik artık bu alanda markalaşmak da sadece Türkiye’de değil, bütün dünyada havalı kabul ediliyor. Bkz. Nusret.
Gastroekonomi zirvesinde aslında hiçbir şeyin tesadüf olmadığını bir kez daha gördük. San Sebastian gibi dünyanın metrekareye düşen en çok Michelin
İstanbul eski enerjisine kavuştu, bu hafta sosyal hayat büyük bir koşturmacayla geçti.
Önce Gül Ağış’ın Pera Palas’taki Lug Von Siga defilesine gidip moda dünyasıyla kucaklaştım.
Defile sonrası Vogue dergisi yayın yönetmeni Seda Domaniç’ten Mudo’nun kurucusu Mustafa Taviloğlu’na renkli bir kalabalık soluğu hemen yandaki Soho House’da aldı.
Pera Palas’ın ve Soho House’un tarihi binaları İstanbul’da olduğumuz için mutlu olmamızı sağladı bir kez daha.
Ertesi gün Mehtap Elaidi’nin annesi Sevim Elaidi’ye ithaf ettiği koleksiyonunu Zorlu Performans Sanatları Merkezi’nde izledim, büyük bir kalabalıkla birlikte.
Hemen arkasından Brand Who defilesi ve daha sonra Lucca’da partisi vardı.
Lucca’da her zamankinden daha genç ve farklı bir kitle dikkat çekiyordu.
Aynı saatlerde Etiler Hillside’da ise Tolga Karaçelik’in Sundance Film Festivali ödüllü ‘Kelebekler’ filminin özel gösterimi vardı.
S. Pellegrino ve Acqua Panna sponsorluğunda seçilen Dünyanın En İyi 100 Restoranı listesi, gastronomi dünyasında Michelin yıldızlarını söndürdü.
Peki ama her şey nasıl başladı?
Aslında 2002’de Londra’da bir sektör dergisinin ödülleri olarak başladı, geçen yıl ise Avustralya Turizm Bakanlığı’nın desteğiyle tören Londra dışına çıktı ve Melbourne’da yapıldı, Avustralya Restoran Tanıtım Kampanyası çerçevesinde.
Avustralya Restoran Tanıtım Kampanyası sayesinde, şimdiye kadar Hobart’taki Mona’da “Invite the World to Dinner” etkinliği düzenlendi.
Sidney’de Noma 10 hafta devam eden bir pop up restoran açtı.
60 saniyede sanal dünyada neler oluyor?
Google’da 2 milyon 315 bin arama yapılıyor.
Whatsapp’ta 44 milyon mesaj gönderiliyor.
Instagram’da 56 bin fotoğraf paylaşılıyor.
Facebook’ta 3 milyon 125 bin like alınıyor.
150 milyon e-posta gönderiliyor.
430 bin tweet atılıyor.
Bütün bu bilgi akışını izleyebilmek 7 gün 24 saatlik bir maraton.