Şimdi arayıp da rezervasyon yaptırmak isterseniz ancak bir ay sonraya yer buluyorsunuz. O da şanslıysanız.
Londra’nın son zamanlarda en çok ses getiren restoranı Chiltern Fire House.
Kapısında paparazziler saatlerce bekliyor. Neden mi? Bill Clinton’dan Kate Moss’a kadar, her gece burada bir ünlü isimle çarpışmak mümkün.
Restorandan çıkıp da bara geçmek için bile adınızın listede olması gerekiyor. Bara geçebilmek için yemek rezervasyonunuzu olması yetmiyor.
Chiltern Fire House, adından da anlaşıldığı gibi eski bir itfaiye binası.
Marylebone’da, Monocle’ın ve tabii kurucusu Tyler Brule’nin fethettiği bir sokakta. Burası aslında Chateau Marmont gibi efsane otellerin Amerikalı sahibi Andre Balazs tarafından 22 odalık bir otele dönüştürülmüş.
Balazs’ın Londra’daki ilk büyük projesi, 22 odalık otele tam 42 milyon sterlin yatırım yapılmış.
Her canlı nasıl bir gün ölümü tadacaksa, her kadın da bir gün çakma çanta tadacaktır!
Ne kadar ünlü olursa olsun, dünyanın bütün çantalarını alabilecek servete de sahip olsa, yine de bir gün çakma çantalarla bir sınav verecektir.
Tasarıma, orijinale, marka değerine ne kadar saygımız sonsuz olsa da; her kadının içinde bir canavar var ve o canavar bir arzu nesnesini daha ucuza kapatmanın verdiği uyanıklık hissiyle besleniyor.
“Asla çakma çanta kullanmam” diyenden korkun asıl! Bu kadar net reddediyorsa, mutlaka vardır evde, kenarda köşede kalmış bir çakma koleksiyonu.
Bir de göğsünü gere gere bununla övünenler var. Bkz. Kate Moss.
Moss, sık sık Bodrum’a LifeCo’ya detoksa geliyor, Türkbükü’nde kalırken İpekçe’den bol bol alışveriş yapıyor. Zaten alışveriş de olmasa, o kadar saat aç biilaç nasıl geçer?
Birkaç ay önce Milliyet’te Kate Moss’un barlar sokağında bir çakma çantacıda çekilmiş fotoğrafı vardı. Bodrum barlar sokağından çanta, deri ceket ve kilim alışverişi yaptığı yazıyordu. Daha fazla detaya girilmemişti. Oysa fotoğrafa biraz dikkatli bakınca, arkadaki sıra sıra çantayı fark etmemek mümkün değildi.
Bu hafta sonu New York Eski Belediye Başkanı Michael Bloomberg İstanbul’daydı. Kendisi 33 milyar dolarlık servetiyle dünyanın 16’ncı en zengini.
Bloomberg, Koç Üniversitesi’nde fahri doktora alırken, mezuniyet töreninde bir de konuşma yaptı. Konuşmanın en can alıcı noktası; kovulmakla ilgiliydi.
“Ben de 50 yıl önce, bu aylarda sizlerin yerindeydim. 1964 yılında elektrik mühendisliği diplomamı aldım ama mühendis olarak hiç çalışmadım. Bir gayrimenkul işini nasıl yöneteceğimi düşünerek, üstüne bir de işletme okudum. Bunun yerine, kendimi hiçbir şey bilmediğim başlangıç seviyesinde bir işte buldum. Bu işi de kovulduğum güne kadar yaptım. Kovulmak, başıma gelen en iyi şeylerden biri oldu. Kovulmasaydım kendi teknoloji şirketimi kuramayacaktım, New York Belediye Başkanlığı’na aday olamayacaktım, kendimi hayırseverliğe adayamayacaktım, bu mezuniyet konuşması için buraya davet edilmeyecektim.
Üniversiteden mezun olduğunuz gün, bütün kariyerinizi planlayamazsınız; kariyeriniz dümdüz ilerlemez, böyle olacağını düşünürseniz hayal kırıklığına uğrarsınız.”
İlham verici bir konuşmaydı, her kapanan kapının yeni bir kapı açacağını müjdeliyordu. Tabii bahsetmediği tek bir nokta
Istancool, uluslararası bir kültür-sanat festivali olma iddiasında ama aslında iki günlük bir paneller dizisi. Bu yıl konuşmacıların ve moderatörlerin çoğu Türkiye’den. Sık sık dinlediğimiz isimler olduğu için panellere katılım yine azdı.
Doğrusu yabancı konuklar da çok heyecan verici değildi. Belki benim için değildi, öğrenciler için daha cazip olabilirdi.
YERİ DAHA MERKEZİ OLMALI
Zaten bu panellerin hedef kitlesi öğrenciler olmalı ama bu pek mümkün değil çünkü Nakkaştepe’deki Vakko Moda Merkezi’ne ulaşım pek kolay değil. Paneller daha merkezi bir yerde yapılsa belki daha çok izleyici olur. Pera Müzesi iyi bir başlangıç...
Istancool’un panellerini izleyenler de; cuma akşamı Çırağan Sarayı’nda, cumartesi akşamı Esma Sultan Yalısı’nda davetlerine katılanlar da, aşağı yukarı aynı isimlerdi.
Aynı Venedik Mimarlık Bienali’nde olduğu gibi yine, “Ne mutlu, uluslararası bir proje yapılıyor” deyip, kendi kendimize eğlendik. Yabancıları saymaya kalkmadık bile, çünkü parmakla sayılacak kadar az sayıdaydı.
Bu yaz İstanbul’dan çok uzaklaşmadan da kendinizi tatilde gibi hissetmeniz mümkün. 2014 yazını şehirde daha iyi geçirebilmeniz için seçenekler
l Suma Beach’te hafta sonu: Geçen yaza kadar favori Burc Beach’ti. Geçen yaz açılan Suma Beach ise özgür ruhlara daha çok hitap etti. Cumartesileri gündüz plajda yayılıp akşam Suma’nın sabaha kadar süren partilerinde eğlenip sonrasında ise çadırlarda konaklayabilirsiniz. Pazarları ise Uzunya’da uzun bir öğle yemeğiyle güne başlanabilir.
l Burgazada’da konser: Şehirden uzaklaşmadan tatilde gibi hissetmek için en iyi seçeneklerden biri Burgazada. Üstelik adada İstanbul Müzik Festivali kapsamında
25 Haziran’da ölümünün 60’ıncı yılında Sait Faik’i hatırlamak için Fazıl Say ve arkadaşlarının konseri var. Bu konseri kaçıranlar için aynı ekibin 26 Haziran’da Zorlu Center Performans Sanatları Merkezi’nde olacağını hatırlatalım.
l Yeni terasları keşif: Son günlerde İstanbul gece hayatında en çok konuşulan teras Mixo. Taksim’deki Martı otelinde. Sadece manzarasıyla değil, zaman zaman Emre Narin’in çaldığı partileriyle de adından söz ettiriyor. Ayrıca Zorlu Center’daki Morini’nin ve Emirgan’daki La Boom’un terası da bu yazın gözdelerinden.
Perşembe akşamı Kanyon’un sinema katı ‘Kış Uykusu’ galası nedeniyle hınca hınç doluydu. Saat 20.30 olduğunda, Gina’da oturmuş film saatini bekleyenlerle, galada tebrikleri kabul edenler hızlıca yer değiştirdi.
Ebru-Nuri Bilge Ceylan ve Zeynep Özbatur Atakan başta olmak üzere ‘Kış Uykusu’ ekibi Gina’da bir yemekle kutladılar başarılarını.
Kutlama devam ederken Kanyon’daki tüm salonlar tıklım tıklımdı, yer bulmakta zorlananlar oldu. Herkes birbirine aynı şeyi soruyordu, “3 saat 16 dakika nasıl geçecek?”
Film başladı ve bitti. 3 saatlik bir sessizlik beklerken; aralarda bol bol kahkahalarla inledi salon.
Sonunda, belki salonda yönetmen olmadığı için, belki galalara alışık olmadığımız için, birkaç dakikalık alkış oldu sadece.
Oysa Cannes’daki ilk gösterimde tam 10 dakika alkışlanmıştı ‘Kış Uykusu’.
Uçak piste indiğinde bile dakikalarca alkışlayan biz; sinemada ise daha sabırsızdık 3 saat 16 dakika sonra.
Fark etmişsinizdir, sinema salonlarında son zamanlarda Türk filmleri aldı başını yürüdü. 10 filmden 7’si Türk filmi. Bazıları bu durumdan memnun, bazılarıysa şikayetçi.
İzlemeye kalkınca ise sonuç hep aynı: Film ya iyi başlıyor, sonradan çuvallıyor; ya kötü başlıyor sonradan açılıyor.
Ne yazık ki, al birini vur ötekine. Daha iyi olmalarını istiyoruz, bunun için de izleyerek destek olmaya çalışıyoruz. Ama aralarında bazıları var ki, daha fragmanı izler izlemez filmin ne kadar kötü olabileceğini anlıyorsunuz.
Doğrusu, bu kadar çok sayıda kötü filmin çekilmesini boşuna emek ve vakit kaybı olarak görmekten başka seçenek kalmıyor geriye.
Kabul etmek lazım; daha önümüzde çok uzun bir yol, alacağımız çok ders var. Gişe rekoru kıran yerli filmlerde bile yapımcı şirkette mutlu son olmadığını görüyoruz bugünlerde. Bkz. ‘Recep İvedik’ ve Fida Film.
Oscar lobisi yapmakla da olmadığını gördük. Tanıtımdan önce iyi film yapmak gerekiyor.
“İstanbul, hedefin çok çok gerisinde bence. Çünkü hâlâ bizim arzu ettiğimiz sayıda ziyaretçi çekemiyor dünyadan. İstanbul çok popüler bir kent oldu; bu bir bakıma doğru... Eskiyle kıyaslarsanız doğru. Birçok insan İstanbul’u tanımazdı, bilmezdi Avrupa’da yaşamasına rağmen. ‘Aaa evet ben de gelmeyi çok istiyorum’ diyen çok insana rastlardık. Şimdi ‘Aman orası ne kadar muhteşem bir şehir; gittim, bir daha gideceğim’ diyen birçok yabancıya rastlıyor insan, dünyada dolaşırken. Ama ziyaretçi sayılarına baktığınız zaman İstanbul bugünkünün iki misli, üç misline çıkma potansiyeline sahip. Bu, birçok etkene bağlı tabii.
Bir kere havaalanından başlayan bir altyapı veya birtakım olanakların eksikliği de var. Bir Avrupalı’nın ‘Ben İstanbul’a gittim, Ayasofya’yı gördüm, Topkapı’yı gördüm. Bir daha gitmeme ne gerek var?’ demek yerine, ‘Acaba bu hafta sonu İstanbul’da ne oluyor?’ diye bir merak içine düşmesini sağlamamız lazım...”
İKSV Yönetim Kurulu Başkanı Bülent Eczacıbaşı tam 2 yıl önce verdiği bir röportajda bunları söylemişti...
HERKESE AÇIK VE ÜCRETSİZ
Tam da o günlerde şehirde Istancool vardı. Istancool, herkese açık ve ücretsiz bir sanat ve kültür festivali.
Istanbul