Siz halkın “en adil yargıç” olduğuna inanıyor musunuz gerçekten?
Bir örnek hatırlatayım o zaman:
12 Eylül’de “Eski politikacılar tencereyi pisletti. Artık siyaset yapmasınlar” diyen Evren’e “Haklısın Paşam. Gömelim onları” diye alkış tutan halk değil miydi?
O halkın yüzde 91’i, eskilere siyaseti yasaklayan 1982 Anayasası’na “Kabul” oyu verdi.
5 yıl sonra aynı halkın önüne referandum sandığı geldi:
“Eskilere siyaset yasağını kaldıralım mı?” dendi.
Aynı halkın yüzde 50.26’sı bu kez “Vazgeçtim. Yasaklar kalksın” dedi.
Yüzde 49.74 “Yasaklı kalsınlar” diye üsteledi.
Aradaki 88 bin kişi, liderlerin ve ülkenin kaderini belirledi.
Sonrası tam ibretlik:
Halk, “Tarih sahnesinden silinsin” istediği Demirel’i 6 yıl sonra Cumhurbaşkanı, Ecevit’i de 11 yıl sonra Başbakan seçti.
Ne dersiniz?
“Yargıç”ın kafası biraz karışık mı acaba?
* * *
Ben seçkinci değilim.
Halksız demokrasinin etsiz kavurma kadar saçma olacağını, “Büyüklerimiz ne düşünürse öyle yapalım” zihniyetinin baskı rejimi getireceğini bilirim.
Ancak “Halk neylerse güzel eyler” diyen bir şakşakçı da sayılmam.
Çünkü bilirim ki, halka sorsan ne cumhuriyet olurdu, ne demokrasi...
Ne idam cezası kalkardı, ne düşünce suçu...
Halk (27 Mayıs’ta eşsiz bir örneğini gösterdiği gibi), dün omzunda taşıdığının bugün asılışını izler; yarın da “kahraman” ilan edip özür diler.
Ama “Halk affetti” diye, asılmış bir lideri diriltme şansı yoktur.
O yüzden temel insan hakları, adalet güvencesi altındadır; hiçbir koşulda oylanamaz.
* * *
Örgütlülük ve bilinç olmadığı sürece “halk”, bir kalabalığın adıdır.
Örgütsüz, bilinçsiz bırakılan kalabalıklar da, “zorbaların sonuncusu” olmaya adaydır.
O yüzden günümüz demokrasisi, (eskisinden farklı olarak) çoğunluk tahakkümüne değil, azınlıkta kalan görüşlerin, zümrelerin, yaşam biçimlerinin korunması ve hepsinin uyum içinde bir arada yaşatılması fikrine dayanır.
Şipşak “evet/hayır oylaması”na indirgenemeyecek kadar ince bir sanat, bir geniş mutabakat işidir.
* * *
Bunca laftan sonra gelelim Ankara Bahçelievler’de yapılacak içki referandumuna...
Yasakçılıktan yana da değilim, halka istemediği bir şeyi zorla dayatmaktan da...
7. Cadde’de de muhtemelen içkiden rahatsız olanlar da vardır, sevenler de...
Bunu anlamak için referanduma gerek yok. Sevenlerle sevmeyenlerin oranlarını saptamanın bir yararı da yok. 1 kişi bile rahatsızsa sorun var demektir ve sorunu çözmek “örgütlü halk”ın, yani siyasetin görevidir.
Yapılacak iş, içki içenin, içmeyeni rahatsız etmemesini sağlamaktır. Onun yolu da bellidir ve bulunmuştur:
İçkili mekânlar okullardan, camilerden uzak tutulacaktır.
İçip dağıtanlar cezalandırılacaktır.
İçkiye bulaşmak istemeyenler için içkisiz mekânlar açılacaktır.
Ötesi, insanların özgür iradesine bırakılacaktır.
Ciddi bir alkolizm tehdidi baş gösterdiyse caydırıcı yayınlar, uyarılar, eğitim çalışmaları yapılacaktır.
Bu, sigara yasağı için de aynıdır; ramazan davulu için de...
* * *
Ülkede insanlar bu kadar kamplaşmışken bu dengeleri kurmak kolay değil, biliyorum.
Ama kutuplaşmış bir toplumda her fırsatta “referandum” lafı etmenin, bir çoğunluk tahakkümüne zemin hazırladığını düşünüyorum.
Siyaset, bir işe yarayacaksa, bizi kendimizden taviz vermeden bir arada tutmanın yollarını aramalıdır; ...çoğunluk sopasıyla yasaklar koyup ayrıştırmanın değil...