Can Dündar

Can Dündar

candundarada@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Bu yıl sessiz sedasız geçti 6-7 Eylül... “Özel Harp” kokulu bir provokasyonla, İstanbul’daki Rum, Ermeni, Yahudi yurttaşların evlerinin, işyerlerinin yağmalatıldığı 1955 olayları üzerinde pek durulmadı.
Neden?
İyimser bir tahmin yapacağım:
Çünkü bu yıl konuyla ilgili “Güz Sancısı” filmini izledik.
585 bin seyirci, koltuklarımıza kurulup yarım asır önce yaptığımız bir haksızlığa tanıklık ettik.
Seyrederken acı çektik.
Sonra etraflıca konuştuk üzerine; uygarca tartışabildik.
Günah çıkardık.
Yıllardır vicdanımızda ağır bir yük gibi taşıdığımız suçluluk duygusunu bir nebze yatıştırdık.
Aslında kültürümüzde pek yeri olmayan ve “ihanet”e denk sayılan bir şeyi yaptık:
İtiraf ettik, dolaylı yoldan özür diledik ve rahatladık.
* * *
Onunla da kalmadı.
Güz Sancısı, Yunanistan’a gitti.
Orada da 36 bin seyirciye ulaştı.
Ta Nea’dan bir yazar filmi överken, “Acaba biz de emperyalist güç rolünü üstlendiğimiz dönemde Küçük Asya’dan (Anadolu’dan) çekilirken işlediğimiz cinayetler üzerine bir film yapabilir miyiz?” diye sordu.
İtirafın bulaşıcı etkisi, konu komşuyu sardı.
Öyledir; itiraf edenin ulaştığı iç huzuru, mazisinde, belleğinde bir günahla yaşayanları “Sen de anlat” diye kışkırtır.
2000’lerin başında aniden moda olan “İtiraf.com” sitesini hatırlayın.
Site açılır açılmaz nasıl bir anda çığ gibi itiraf yağmıştı.
Çoğu itirafçı, sahte isimle, rumuzla anlatıyordu sırrını...
Bu yolla hem saklanan bir günahın yükünden kurtulma, hem de bedel ödememe şansı vardı.
Elbette arada yalan söyleyenler de çıktı; itirafa iftira karıştı; ama sonunda site, bir vicdan aklama merkezine, sanal bir günah çıkarma kabinine dönüştü.
* * *
“İtiraf.com”un kurucusunun, “En samimi itiraflar kadınlardan geliyor” dediğini hatırlıyorum.
Kürt açılımını tetikleyen de, dağda vuruşan gençlerin, beyaz yazmayla birbirine başsağlığına giden anaları olmadı mı?
“Güz Sancısı”nı çeken, Tomris Giritlioğlu değil miydi?
Şimdi sırada diğer sancılar var.
Hakkını verebilirsek, her bir “açılım”, tarih dediğimiz 40 odalı konağın yeni bir kapısını açacak bize...
Her kapının ardında, nicedir açıp bakmaya ürktüğümüz, halı altına süpürdüğümüz, üstünü kalın örtülerle örttüğümüz bazı acı gerçekler var.
Odalar açıldıkça, o acılarla birlikte kimi günahlar da günışığı görecek; hataların üzerindeki toz silkelenecek; acılar söylenir, konuşulur, paylaşılır olacak.
Hiç kuşkusuz onların hazmı da sancılara yol açacak.
İtirafa yalan ve iftira karışacak; “Ne gerek vardı; saklamak anlatmaktan evlaydı” diyenler çıkacak; tarihi silkelemek bir hayli toz kaldıracak.
Ama itiraf etmek, anlatmak, tartışmak, hiç kuşku yok ki sonunda bizi rahata ve iç huzuruna kavuşturacak; maziyle meselesini halletmiş, yeni bir hayata başlamamızı sağlayacak.
Gelecek nesillerin vicdan aklama, ibret alma yeri de belki “Madımak müzesi”, belki sınırda bir dostluk anıtı; belki dağda ortak bir kabristan olacak.