Bir dönem çağdaş fiziğin “Kelebek Etkisi” kuramı çok moda olmuştu. Deniliyordu ki: “Pekin’de bir kelebek kanat çırpsa Karayip adalarında fırtına çıkar.”
“Global köy” doğasındaki zincirleme reaksiyonlar için de geçerliydi bu; toplumsal olayların sınırsız etkileşimi için de...
Teoriyi sanat alanına taşıyan, Meksikalı yönetmen Alejandro Gonzalez Inarritu oldu.
“Babil” filminde, Fas’ın bir dağ köyünde patlayan tüfeğin, nasıl 4 kıtada yankı yaptığını gösterdi.
Bir Afrika köyündeki yoksul çocukların kaderi gün gelip Amerikalı varlıklı turistlerinkiyle çakışıyor, turistlerin geride bıraktığı çocuklarının Meksika’da macerası, tüfeğin Japonya’daki ilk sahibine uzanıyordu.
Tıpkı Kabil’de CIA’in El-Kaide’ye verdiği merminin, New York Ticaret Merkezi’ndeki suçsuz bir sekreteri vurması gibi...
“Kelebek”, sınır tanımıyor artık...
“Dışarı” diye bir şey yok.
Her şey dahil!
* * *
Geçen haftaki sel, bize “Kelebek Etkisi”nin bir başka örneğini sundu.
Singapur’da sıkılan deodorantın İkitelli’nin iklimi üzerindeki etkisinden söz etmiyorum sadece...
Çocukları daha iyi okusun diye Erzurum’dan Trakya’ya göçen Çakar ailesinin Galata dere yatağındaki imarsız çiftlik evine sığınmasından söz ediyorum.
Ardahan’da hayvancılık ölünce 4 çocuğuyla İstanbul’a göçüp kızlarını kaçak tekstil atölyesinde haftada 7 gün, günde 15 saat çalıştıran Karataş’lardan söz ediyorum.
Ankara’da güçlü bağlantıları olan bir holdingin Ayamama kenarına diktiği illegal bina için yargıyı devre dışı bırakma hesaplarından söz ediyorum.
Beyoğlu’nda gezmeye çıkan bir turistin, Tunceli’de köyü yakılıp ailesi göçe zorlanmış bir ailenin fukara oğlu tarafından bıçaklanmasından söz ediyorum.
Güneşli’deki bir TV stüdyosundan yapılan yayının, Mardin’in bir köyünde töre cinayetini tetiklemesinden söz ediyorum.
* * *
Yek diğerinden kopuk gibi görünen pekçok olay, toplumsal düğümlerle teğelli birbirine...
Ülkenin her yanında aynı eğitim kalitesini tutturamazsan, Trakya’da çocuğuna gelecek arayan bir aileyi suya gömebiliyorsun.
Doğu’da hayvancılığı öldürürsen İstanbul’da 21 yaşında bir kızın yük taşıma minibüsünde ölümünü hazırlamış oluyorsun.
Yaktığın her köy, sana büyük şehirde işgal edilen dere yatakları, işsiz aileler ve artan suç istatistikleri olarak dönüyor.
Dolandırıcıları ödüllendiren mali sistemin, çapulculara “Nasıl olsa bu ülkede yağmanın cezası yok” pişkinliği veriyor.
Demem o ki, katarlar gibi peşpeşe dizilmiş dertlerimizin tümüne birden eğilmeden tek tek çözüm yok.
Kürt sorununu Ayamama’nın taşmasından, yanlış tarım politikasını artan işsizlikten, depremdeki yüksek can kaybını eğitimsizlikten, nüfus planlamasını töre cinayetinden ayırmanın imkanı yok.
Tüm bunlara sırt çevirip villaların, plazaların, sanayi tesislerinin duvarını yükseltmek, kapıya nöbetçiler dikmek de yararsız artık...
Sel, hepsini eşitliyor.
* * *
Siyasetle felaketin yollarının kesiştiği yer burası işte...
Felaketin çaresi, tüm bu sorunları birarada ele alacak vizyona sahip bir siyasette...
Ama görünen o ki, siyaset de gırtlağına kadar çamura batmış durumda, son felakette...