Can Dündar

Can Dündar

candundarada@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Hakkâri’de çok önemli bir kongre yapıldı, ama basında hak ettiği yeri alamadı.
Hakkâri Üniversitesi’nin düzenlediği “Kürt Kadını Kongresi”, en iyi açılım örneklerinden biriydi.
Kentin “Kürtçe bilen” valisi Muammer Türker ile “Harvard’lı” rektörü Prof. İbrahim Belenli ev sahibiydi.
Vali, açılışta okunan Kürtçe türküye eşlik etti.
Rektör, aralarında Cumhuriyet Başsavcısı’nın da bulunduğu davetlileri Kürtçe selamladı, “Sayın Valimizden biraz telaffuz dersi almam gerekiyor” dedi.
Ve Kürt kadını için şunları söyledi.
“Geleneksel kültüre bağlılık ile modernleşme arasındaki çatışmada nerede yer alacağını bilmeyen Kürt kadını, diğer hemcinslerine göre siyasete çok fazla ilgi duyuyor. Aşiret yapısının ve geleneksel ataerkil kültürün baskıcılığı, kamusal alanda yaşadığı iletişim sorunlarının ağırlığı altında şaşırtıcı bir dışa dönüklük ortaya çıkarıyor.”
* * *
Rektörün gözlemi ilginç...
Aynı kadın ağırlığını, DTP yönetimine, grubuna ya da DTP’li belediye başkanlarına baktığımızda da görüyoruz.
Kadınlar, diğer partilere göre çok daha fazla ön plandalar.
Kadını eve kapatan geleneksel yapıyı çatlatan bir gelişme bu...
Ve hiç kuşkusuz varlığını, bölgede artan baskılara karşı yükselen Kürt hareketine borçlu... Kadınlar, birbirlerini yakınlarının peşinde, morg kapılarında, cezaevi önlerinde, parti binalarında buldu çünkü...
Bu açıdan İslami hareketle benzerlikler taşıyor.
İkisinde de siyasal hareket, kadınları o güne kadarki pasif konumlarından çıkarıp kamusal alana itti; serbest dolaşım imkânı yarattı. Özgüvenlerini artırdı.
Ve iki harekette de başta “etnik” ya da “inanç” temelli politik talepler ön planda iken, zaman içinde kadının konumuna ilişkin itirazlar da öne çıkmaya başladı.
* * *
Kongrede KAMER Başkanı Nebahat Akkoç, kendilerine başvuranların 4’te 1’ininin aile içi ensest ilişkiye maruz kaldığını açıkladı.
En sık karşılaşılan şiddet türünün, “namus cinayetleri” olduğunu, ama bunun nedeninin sanıldığı gibi bekâret tartışmaları olmadığını söyledi:
“Asıl sorun, kadınların bölgenin ya da ailenin şartlarına itaat etmemesi” dedi.
“İtaatsizlik”, kadının özgürleşme talebinin ipucunu veriyor bize...
“Kürt hareketinde kadınlar”ı inceleyen Handan Çağlayan’ın araştırmasında (“Analar, Yoldaşlar, Tanrıçalar”, İletişim, 2007) bu konuda dikkat çekici bir gözlem var:
Her kimlik gibi Kürt kimliği de bir “öteki” karşıtlığıyla inşa edildi. Ancak Çağlayan’a göre Kürt kimliğinin “öteki”si “Türklük” değil; “eski Kürtlük...”
Yani, aşirete dayalı ataerkil, feodal düzen...
Bunun “ötekileştirilmesi” “yeni Kürtlük”ü modern bir olgu haline getirirken, kadının da o düzendeki ikincil konumuna karşı bayrak açmasını sağladı ve Kürt kadınını, yeni kimliğin eşit kurucu öğesi konumuna soktu.
Çağlayan, Türk modernleşmesinde olduğu gibi, Kürt modernleşmesinde de kadının henüz cinsel kimliğiyle değil, “bacı”, “yoldaş”, “ana” kimliğiyle, yani “cinsiyetsiz” olarak sahnede olduğuna dikkat çekiyor.
Ama kadını kıskaca alan kabuk bir kez çatladı mı dönüşü olmadığını biliyoruz.
Asıl açılım, daha derinlerde yaşanıyor yani...