Ben bir selde doğdum. 1961 yazıydı. Aşağı İmrahor Vadisi’ne kurulu olan evimizin önünden akan İncesu Deresi, bir haziran sağanağıyla taştı; karşısına çıkan her şeyi önüne katıp çağlayanlaştı.
Selin süpürdükleri arasında, bir bodrum katında yeni sahibini bekleyen kundağım ve zıbınlarım da vardı.
Annemle babam, yeni çocuk sahibi olmuşken bütün varlığını selde kaybetmenin acısını hâlâ anlatırlar.
Yine de biz şanslı sayılırdık:
Bağlarla çevrili yatağına binalar dikilmesine öfkelenen İncesu, o selde onlarca cana kıymıştı.
Türkiye, dere üstüne ev kurmamayı daha o zaman öğrenmeliydi.
Öğrenmedi.
Ders almamanın bedelini dün acı ödedi.
* * *
1961 yazıydı.
Gündemde Güneydoğu meselesi vardı.
Hükümeti devirip iktidara gelen askerler, ülke bütünlüğünden kaygılıydı.
Bölge halkını devlete bağlamanın yolunu arıyorlardı.
Devlet Planlama Teşkilatı’na araştırma görevi verdiler.
DTP’de teknisyenlerden kurulan “Doğu grubu”, bir “Doğu raporu” hazırladı.
Bakanlar Kurulu’nda görüşülen raporda “asimilasyon” ve “göç” öneriliyordu:
“Kendini Kürt sananlar”ı bölge dışına hicrete teşvik etmek,
Karadeniz’deki fazla nüfusu Doğu’ya yerleştirmek,
Bölgedekilerin Kuzey Irak’taki Kürtlerle irtibatını kesmek,
Dünyaya Türkiye’de bir “Kürt meselesi” olmadığını izah etmek,
Üniversitede “Türkoloji enstitüleri” kurarak “kendini Kürt sananlar”ın aslen “dağlı Türkler” olduklarını ispat etmek...
“Devletin Doğu politikası bu olmalı” diyorlardı.
Türkiye, asimilasyonun çıkar yol olmadığını daha o zaman anlamalıydı.
Anlamadı.
“Son Kürt isyanı” 30 bin cana mal oldu.
* * *
1961 yazıydı.
Siyaset de sel sularına kapılmıştı.
Bütün ülkenin gözü, kulağı Yassıada’daydı.
Devrik Başbakan Menderes, “Anayasayı İhlal Davası”nda yargılanıyordu.
En büyük itham, “muhalefeti ve basını türlü yollarla baskı altında tutmak”tı.
Başbakan, Meclis’te kurdurduğu “Tahkikat Komisyonu” ile “Abdülhamit istibdadı” kurmakla, ağır cezalarla basını susturmakla suçlanıyordu.
Vehbi Koç gibi işadamlarını DP’ye girmeye zorlamış, “Yoksa kredileriniz kesilir, işlerinizde müşkülatlar çıkar” diye tehdit etmişti.
Baskı politikası, ne yazık ki peşinden ilk askeri darbeyi ve Yassıada utancını getirmişti.
Hem siyasetçiler, hem askerler ders almalıydı.
Almadı.
Selle gelenler, yelle gittiler.
* * *
Aradan neredeyse yarım asır geçti.
Bugünkü gazetelerin birinci sayfalarına bakın:
Gündemin ilk üç başlığında;
İstanbul’u afet bölgesine çeviren sel baskınında... Güneydoğu patlayan silahlarda, mayınlarda...
Doğan Grubu’na kesilen tarihi cezada...
50 yıl önceki o yazdan kalma ihmallerin, teşhislerin, tehditlerin hatasını, mirasını, tekrarını bulacaksınız.
İnsan üzülüyor:
Önlem alınmamasına...
Ders alınmamasına...
İbret alınmamasına...
Ve utanıyor:
Kundakta devraldığı bir sorunu, ağırlaşmış bir şekilde çocuğuna miras bırakmaya...