Cansen Erdoğan (Avukat – Yazar)

Cansen Erdoğan (Avukat – Yazar)

cansen@leburo.com

Tüm Yazıları

Bu soğuk puslu günde, biraz eskilere gitmeye ne dersiniz ?

Celile Hanım’dan bahsedeceğim size. Kendisi hem ressammış hem de İstanbul’un en güzel, en entelektüel kadınlarından biri. Ünlü Osmanlı valilerinden Nazım Paşa’nın oğlu Hikmet Bey ile evlendirmişler onu. Ve Nazım Hikmet de bu birliktelikten doğmuş…

Celile Hanım’la Hikmet Bey arasında zamanla geçimsizlik başlamış ve birbirlerinden yavaş yavaş uzaklaşmışlar. Tabi malumunuz tabiat yalnızlık kabul etmez, boşluğa izin vermez. Hele de konu, çok güzel ve donanımlı bir kadının yalnızlığı olunca…

Haberin Devamı

İşte Celile böyle bir anda, oğlu Nazım’ın şiir hocası Yahya Kemal ile tanışmış…

Bir aşk başlamış ki aralarında, dillere destan…

Yahya Kemal, hovarda bir adam hiç değil. Duygusal bakan, yürekten seven bir zarif  bir adam.

Celile, bu aşkı evliliğe taşımak için ilk adımı atmış ve kocasından boşanmış ama Yahya Kemal, onun kadar güçlü değilmiş. Celile’yi seviyor ama evlilikten de korkuyor, köşe bucak kaçıyormuş. Haftasonları Bahriye Mektebi’nden izinli olarak annesinin yanına gelen Nazım, annesi ile hocasının münasebetinin oldukça ilerlediğini fark etmiş ve bununla ilgili kulağına gelen söylentilerin de gerçek olduğunu anlamış. Çok sinirlenerek bir kağıda; “Hocam olarak girdiğiniz bu eve babam olarak giremezsiniz” diye yazarak hocası Yahya Kemal’in cebine koymuş.

Gerek bunun sonucunda gerekse de evliliğe olan olumsuz duruşundan sebep, Yahya Kemal uzaklaşmış Celile hanımdan. Ama ona olan duygularını içten içe yaşamaya, aşkını yaşatmaya devam etmiş.  Bir gün Celile Hanım’a bir mektup gelmiş, uğruna evliliğini, düzenini bozduğu adamın vedası varmış mektupta. Evlenmeyi beklediği adamın kendisini terkedişiyle sarsılan Celile, yaşadığı acı ve ızdırap ile daha fazla oralarda kalamayacağını anlayarak Paris’e gidip resim üzerine çalışmaya karar vermiş. Paris’e gitmek üzere limandan ayrılan gemiyi, saklandığı yerden hüzünlü gözlerle izleyen Yahya Kemal, yarım kalan aşkına veda etmiş, ona ithafen yazdığı mısralarla. Hepimizin bir ölüm üzerine yazılmış olduğunu sandığımız mısralar, arkasında durulmamış, yarım bırakılmış bir aşkın ölümü üzerine yazılmış aslında.

Haberin Devamı

“Artık demir almak günü gelmişse zamandan /Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.

Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol/ Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol.

Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler/ Bilmez ki giden sevgililer dönmeyecekler.

Birçok giden memnun ki yerinden/ Çok seneler geçti; dönen yok seferinden."

 ‘Sessiz Gemi’, Yahya Kemal’in hayatındaki tek ve en büyük aşkının gemiyle uzaklaşırken yaşadığı çaresizliği anlatıyor. Celile hanımı bir daha hiç görmemiş Yahya Kemal ama hiç unutmamış da…

Üzülsem de sana Yahya Kemal çok da kızdım valla. Çünkü belli ki yürekli bir kadının başı, ağır gelmiş yüreksiz bir adamın omzuna.

Sen de ocaklarına incir ağacı dikmişsin sevenlerin be Nazım Hikmet, yazık olmuş bu aşka, sevdaya. Ama sen bizim kıymetlimizsin yine de, ne yapalım olsun bu vesile ile; 119'uncu YAŞ GÜNÜN KUTLU OLSUN !

…………………………………………*………………………………………………………….

Haberin Devamı

Yahya Kemal limanda beklemiş Celile’sini,  e bizim de var elbet hayallerimiz, umutlarımız, olsun diye beklediğimiz. Hasretle beklediğimiz, yollarına dualar serdiğimiz kar yağdı sonunda İstanbul’a. Kimi yerde az kimi yerde fazla beyaz bir örtüyle uyandı şehir pazar sabahına. İlk kez kar gören masum köylüler misali, attık kendimizi sosyal medya deryasına. Kar yağdığında Instagram’da story paylaşmayınca, Facebook’a fotoğraf koymayınca dövüyorlar sanıyoruz valla. O yüzden bir dolu kar manzarası ile doluydu o mecralar.  Yalnız kutsal da bir havası var sanki karın, yarattığı sessiz ortam ve o romantik manzara gerçekten büyülü, bambaşka. Öte yandan evsiz insanları, sokak hayvanlarını, yakacak odun, ısınacak oda bulamayanları düşündüğümde de içim acıyor ama. Kimileri için pencere önünde bir fincan kahveyle izlenecek keyif kar, kimileri için ise eziyet. Hayat hiç de hiç adil değil.

Bu seferki karın öncekilerden bir farkı vardı, gözlerimiz televizyonda, kulağımız haberlerde değildi. Okullar tatil olacak mı, olacaksa ne kadar olacak, bu bilgi ne zaman açıklanacak heyecanı yoktu çünkü. Zaten 1 yıldır tatil okullar, kar yağmış mı, tatil olacak mı ne önemi var !

Bir tuhaf oldum bunu düşününce yaa, oysa ne önemliydi kar yağması daha önceleri.1- 2 günlük o tatiller ne özel, ne kıymetliydi. Oysa virüs gitse de okul açılsa diye gün sayıyor çocuklar şimdi. Neyse bozmayalım moralleri;

Ne de olsa her gecenin bir sabahı, her kışın bir baharı, her virüsün bir aşısı var !

………………………………………….*………………………………………………………..

Gün geçmiyor ki biri çıkıp da bir şey söylemesin de ortalık karışmasın !

Duymuşsunuzdur belki, geçen gün ünlü YouTuber’lardan Enes Batur; “Sarışınlar varken esmerlere bakanlar, evinde Ferrari varken dışarıdaki Tofaş’a bakmak gibi” sözleriyle büyük tepki topladı. Valla Enes Batur’un kim olduğu, bu gereksiz, hadsiz benzetmeleri söyleme cesaretini nereden bulduğu mevzusuna girmeyeceğim. Ben de oğlumdan dolayı biliyorum kendisini, 8- 14 yaş arası çocuklara YouTube üzerinden video oyun içerikleri sunan, anlatan, ergenlikten henüz çıkmış ya da galiba çıkamamış genç bir delikanlı Enes Batur. Buradaki sıkıntı, parayı çok genç yaşta bulması ve bunu henüz hazmedememiş olması. Üzüntüm, yanındaki onca Ferrari’nin pardon sarışının, kendisine boyu, posu, tipi, endamı için geldiklerini sanması. Ama delikanlı henüz çok genç, zaman geçtikçe, büyüdükçe, paranın geldiği gibi gidebileceği gerçeğiyle yüzleşince eh bir de aynaya daha sık bakıp gördükçe bazı şeyleri daha iyi anlayacaktır. En azından söylediği sözlerle, toplumun bir kısmını överken diğer kısmını gömmemesi gerektiğini kavrayacaktır.

Ben de kendisinden yaşça büyük, görmüş geçirmiş bir ablası olarak ona şunu diyebilirim;

“Esmerler kıskanılmasaydı, solaryum icat edilmezdi” Enescim.

 Sen biraz daha bu yolda devam et, yolun sonunda göreceksin ki;

“Sarışına bakılır, esmere  tapılır”  :)))

 

CANSEN ERDOĞAN