Ahmet OKTAY
Kapitalizmin amansızca ezdiği 68'in otuzuncu yıldönümüne beş kala, medyada suçlama ile günah çıkarma arasında savrulan yazılar görülmeye başlandı. Otuz yıl öncesini hiç mi hiç bilmeyen gençlik kesimlerine tüm kişiler ve olaylar çarpıtılarak anlatılıyor. Ama bu
sorunlu metinler,
son kertede, kapitalizmle suç ortaklığı etmiş olma ezikliğinin izlerini yansıtıyor.
Günah çıkarma ve Suçlama: Bu karmaşık süreç yığınla kişisel / bireysel ayrıntıyı kapsar. Olayları, olguları, düşünceleri ve pratikleri eleştirirken bilinçaltımızın en arkaik katmanlarıyla karşılaşır, bu karşılaşma sırasında da beslemediğimizi sandığımız düşmanlıklarımızı ve kıskançlıklarımızı dışa vururuz: Kaçınılmaz dil sürçmeleri (lapsuslar).
Ertuğrul Özkök'ün "Mükremin Abi Mahir Çayan Olabilir mi?" başlıklı yazısını
(Hürriyet, 26 Ekim 1997) okuyunca düşündüm bunları. Özkök romantizm ve rasyonalizm kavramlarını kullanarak, aynı "
devlet dersinde öldürülen" Deniz Gezmiş ile Mahir Çayan'ı
rakipler haline getirmeyi öngörüyor.
Farklı düşünüyorlardı elbet
(özellikle de Gezmiş ve iki arkadaşının idam edilmesinden sonra), ama sonul amaçları açısından rakip değillerdi. Çünkü ikisi de komünist toplum için savaşıyorlardı. Özkök'ün romantizmi
saf, rasyonalizmi
acımasız olarak nitelemesi teorik içerikten yoksundur ve bir saptırma çabasıdır.
Mülkiye kantininde rastladığı Çayan'ı "kendisine çok uzak bir tip" olarak görmesi, bir
mizaç sorunu olarak görülebilir; ama "rehin alınan kız çocuğunun yüzündeki dehşet ifadesi" gibi duygusal cümleler, talihsiz genç bir devrimciyi neredeyse cellat gibi göstermeye yönelik bir
kasıt taşımaktadır. Özkök bu eleştirel itirazı eğer 1975 - 1979 yıllarının o badireli günlerinde yazabilmiş olsaydı ne kadar
itibar kazanırdı. 20 yıl beklemeyi
tercih etmesi, doğrudan kendi sorunudur elbet.
Asıl sorun, "Mükremin Çıtır"ın Çayan'ı oynayıp oynamayacağı değildir. Soru şudur: Çayan Özkök olabilir miydi? Ve
vice versa. Üniversite özerkliği ve öğrenci hakları talep eden gösterilerden Nurhak katliamı, Gezmiş /
Aslan / İnan'ın idamları ve Kızıldere mezalimine uzanan süreç, "delikanlılık" gibi laflarla açıklanamaz. Mahir Çayan, özgür ve eşitlikçi bir toplum ülküsünü gerçekleştirmek amacıyla mücadeleyi göze aldı ve bu uğurda gösterdiği teorik çaba ve atılganlık ile o günler üniversite gençliğinin bir kesiminin
lideri olmayı başardı. Dövüştü ve devletin bazukalarıyla öldürüldü. Yanlış da olsa, bu yazgıyı yaşamak için
farklı bir naturaya ve değer yargılarına sahip olmak gerektiği açıktır.
Özkök "otuz yıllık bir ağır tabular lahdinin kapağını kaldırmaktan" söz ediyor. Bu ikonoklast tavrı ile üniversite yıllarında Çayan ile fiilen girişemediği erk mücadelesine
nihayet son noktayı koyduğunu ve kendisinin kazandığını mı hayal ediyor acaba Özkök?
Amaç, 12 Eylül darbesiyle noktalanan devrimci dalga döneminin tartışılması ve eleştirilmesi ise, bu iş kendi kuramsal zemininde yapılmalıdır.