Bu çocuklarla gurur duymayalım da kimi övelim? Avuçlarımız patlayıncaya dek alkışlamayalım da neye sevinelim?
İyi bakın hepsine. Bu takımda prim pazarlığı yok. Arkadaşlık, dostluk, sevgi ve milli ruh var. Teknik direktöre kafa tutmak yok, üst perdeden saygı var. Kabadayılık, kendini beğenmişlik yok, mütevazılık ve ölümüne mücadele var.
Evet göğsümüzü gere gere “İşte bizim milli takımımız bu” demenin keyfini çıkarmalıyız şimdi.
Ya bu harikayı yaratan bilge teknik direktör Şenol Güneş? Bu kadar yetenekli futbolcuyu biraraya toplamak ayrı bir meziyet, onları nakış gibi işlemek farklı bir deneyim gerektirir. Şenol hoca uzun yıllardır bu milli takımın başına gelmiş en güzel şeydir, bu öykünün kahramanıdır. Bir dönemler Güneş’in saç traşını ve giydiği takım elbiseyi “konu” edenler kaldıkları yerde duruyor ama, o yüzlerce kilometre ilerde hepsinden. Teşekkürler hocam.
Hollanda gibi grubun favorisi gösterilen bir rakibi yendikten sonra, Norveç karşısında da kazanarak neden ikide iki yapmayalım diye
Video Asistan Hakemliği uzmanlık işi. Sahada on numara hakemlik yapabilir, VAR masasına oturunca sınıfta kalabilirsin. Dolayısıyla en az hakem kadar önemli, belki daha büyük sorumluluk gerektiren bir görev alanı.
Sevgili Zekeriya Alp de bunun farkında olan bir MHK başkanı idi. Görevi bırakmadan önce çıkardığı talimat ile VAR hakemliği kadrosu kurdu. Başta yadırgansa da, o sezon yaş sınırına gelen Özgüç Türkalp, Türkiye’nin ilk ve tek VAR hakemi oldu.
Şimdilerde MHK Başkanı Serdar Tatlı kadroyu genişletme düşüncesinde.
Peki nasıl yapacak?.. Sanıyorum öncelikle Fırat Aydınus gibi yaş haddinden hakemliği bırakacak isimler üzerinde durulacak. Ama yetmez. O zaman Süper Lig kategorisinde bulunan, ancak az sayıda maç alabilen ve VAR’da başarılı performans gösteren hakemlere yönelecek.
Lakin burada da sıkıntı kaçınılmaz. Aydınus gibi hakemliği bitenler (eğer medya daha cazip şartlar sunmaz ise) bu teklifin üzerine atlar. Ancak profesyonel sözleşme imzalayıp, yattığı yerden en az 20 bin lira kazanan, “taş attım kolum mu yoruldu” zihniyetindeki
Ligimiz kurulduğu günden beri, bu denli uzun soluklu bir mücadeleye sahne olmamıştı sanırım. Pandemi nedeniyle küme düşmenin kaldırılması maç trafiğini artırdı. Sakatlıklar çoğaldı, yüze yakın oyuncu covid-19 illetine yakalandı. Kimi zaman kadrolar yetersiz kaldı, son zamanlarda da hemen her takımın derdi, tarlaya dönüşen sahalar oldu.
Bunları niçin yazıyorum? Bu kadar çok olumsuzluğun biraraya geldiği bir yarıştan istikrar beklemek ve kötü oyundan şikayet etmek, haksızlık gibi geliyor bana. Eleştirelim veya övelim. Ama, olağanüstü koşullardan geçtiğimizi unutmayalım. İkisinin de dozunu iyi ayarlamak lazım.
***
Doğrusu; beklentilerin epey ötesinde bir maç izledik dün akşam. Açık söylemek gerekirse ben keyif aldım. Oysa iki hocanın taktik savaşı, sahanın tadını kaçırabilirdi. Futbol adına pozitif pek çok şey vardı.
Hikmet Karaman’ın gelişiyle son üç haftada dokuz puan toplayan Ankaragücü, erken yediği golle sallansa da sürekli oyunun içinde kalmaya gayret etti. Karşılığını önce bir penaltı ile aldı.
Yarınki derbi Fenerbahçe cephesinde çok şeyi değiştirebilir. Seçildiği günü daha dün gibi anımsıyoruz ama, Ali Koç’un başkanlıktaki üçüncü sezonu. Ve takımı maçı kaybederse şampiyonluk yine başka bahara kalabilir.
Sarı-lacivertli kulüpte Aziz Yıldırım imparatorluğunu sona erdiren Koç, verdiği sözleri yerine getirememiş “başarısız” bir başkan olarak tarihteki yerini alır.
Kazanırsa mı? O zaman hesaplar karışır. Hiçbir şey güllük gülistanlık değil çünkü. Zirveye tutunmak bir yana, sezon sonunda yapılması olası tüm operasyonlar için beklemeye geçilir ki, başkanından teknik direktörüne, menajerinden transferlerine açılacak sorgu dosyası camiayı yorar.
Herkes biliyor, görüyor. Takım özgüvenini yitirmiş, iyi oynamıyor, bir organizasyon şeması yok, saha kenarından iyi yönetilemiyor, büyük umutlarla alınan oyuncular hayal kırıklığı yaşatıyor. Daha önemlisi, taraftar “şu maçı da kesin kazanırız” diyemiyor.
Ne anlama geliyor bu? Fenerbahçe güven
Gerçekler ile yüzleşme vakti geldi. Trabzonspor’u en zor günlerinde elinden tutup, “karanlıktan aydınlığa çıkma” görevini üstlenen Abdullah Avcı’nın çabasını kimse inkar edemez. Hatta öyle bir umut oldu ki bu diriliş, camia şampiyonluk söylemlerini konuşmaya başladı.
Trabzon’da herkes futbolu çok iyi bilir. Yedisinden yetmişine hocayı da, oyuncuyu da, futbolu da yerme hakkına sahiptir. Maç kaybedersen bir hafta hayata küser, kazanırsan dünya, düğün olur.
Eleştiri olmayacak mı? Elbette olacak. Abdullah Avcı’nın maç kadrosunu görünce, orta alanda sıkıntının yaşanabileceğini düşündüm. Abdülkadir Parmak ve Yunus Mallı’nın göstereceği direnç, oyunun kaderini etkileyebilecek riskler içeriyordu. Yunus’un ofansif yanını öne çıkarması halinde yük, Parmak’a kalacak, savunma ile üçüncü bölge arasındaki boşluk rakibe avantaj sağlayabilecekti.
O zaman iki kanat hücumcusu Ekuban ile Nwakaeme’nin geriye yardıma gelmesi söz konusu olacak, bu da
Eğitim çok şeydir ama her şey değildir. Elli kişilik sınıfa ders anlatırsınız, yarısı anlar, kalanı bakar. Kimi sınavda tam not alır, bazıları sınıfta kalır. Türkiye’de hakemlik de böyle. Sürekli değişen “müfredat” kafaları karıştırır. Her seminerde bir öncekinden farklı talimatlar verilir, uygulamalar değişir.
Video Asistan Hakemliği’ne rağmen hakemlerin hâlâ eleştiriliyor olması biraz da “eğitim sisteminin” tutarsızlığından kaynaklanır.
Hafta içinde UEFA hakem sorumlusu Jaap Uilenberg’in de katıldığı iki günlük seminer yapıldı. Hakemlere hatalı kararları, VAR’a nerede devreye gireceği anımsatıldı.
Önemli konu başlıkları hakemin otoritesinin koruması ve VAR ile koordinasyonun sağlanması idi.
Gelin Uilenberg’in örnekleri ile gündeme getirdiği uyarılara göz atalım;
Taviz vermeyin!
“Hesapta olmayan yenilgi” sözünü hiç sevmem. Her maçı ciddiye alacak, her rakibi önemseyecek ve doğru oyun planı ile mücadele edeceksin. Kazanırsın, kaybedersin. Ben ne yaptığına bakarım. Trabzonspor dün sezonun en kötü oyununu, en kötü oyuncu tercihleriyle sergiledi. Abdullah Avcı alınmasın. Evet kulübesi zayıf, ancak bir teknik direktör olarak sıkıntılı anlarda çözüm üretmek onun görevi. Berbat geçen bir ilk yarının ardından hamleleri çok geç kaldı. İki farklı geriye düştükten sonra yaptığı değişiklikler doğru olsa da, skoru çevirmeye yetmedi. Açık söylemeliyim; bu sonuç ve oyun Avcı’nın futbol gerçeklerine yakışmadı.
Boyu uzatılmış ligde telafisi olmayan maçlar oynanıyor. Trabzonspor, sonradan “yarışmacı” olduğu zirve mücadelesinde geriye düştü. Alanyaspor gibi disiplinli ve sistemi oturmuş rakipler karşısında tedbiri elden bırakmak, böyle hayal kırıklığı yaratabiliyor.
İlk yarıda topa daha çok sahip olan ve önde baskı kurarak bordo-mavili ekibin
Adını vermeyeceğim, sevdiğim eski bir hakem arkadaşım paylaşmıştı şu satırları;
“Türkiye’de Merkez Hakem Kurulları, hakem maça çıkarken şöyle söyler: Her maça son maçınızmış gibi çıkın...
FİFA veya UEFA’da hakem yöneticileri ise; Enjoy your match (maçtan zevk alın- tadını çıkarın) der.
İşte bu fark yüzünden Türkiye’de hakemler korku içinde maç yönetir. Çünkü hata yaparlarsa kellelerinin alınacağı söylenir!..”
Ben bir adım ileri gideyim; Aslında kellesinin alınmasından çekinen MHK başkanları ve üyeleridir. Kendi geleceklerini kurtarmak için hakemleri korkutarak düzeni korumaya çalışırlar.
Diyeceksiniz ki artık şartlar değişti, hangi kurul hakemi bu yöntemle disipline edebilir?
Valla yakın geçmişte “kellesi koparılan” ondan fazla hakem ismi sayabilirim.