Rakibin ligdeki konumuna bakıp işini ciddiye almazsan, kolay gibi görünen maçları kazanmak güçleşir. Trabzonsporlu oyuncular böyle bir ruh halinde idi. Süper kupanın ve Beşiktaş galibiyetinin morali bazen ters motivasyon yaratabiliyor. Karadeniz temsilcisi Denizlispor karşısında ilk on dakikadan sonra inisiyatifi ele almasına ve pozisyonlar bulmasına karşın son vuruş becerisini gösteremedi. Biraz ciddiyetsizlik, biraz bencillik ve yoğun maç trafiğinde yorgunluk emareleri vardı. Usta ayaklar tutukluk yaptı.
Denizlispor’un kendi planlarına bağlı kalarak zaman zaman topu Trabzonspor’a bırakma düşüncesi oyunun kilitlenmesini engelledi. Kapalı savunmaları aşmaya çalışmak, kimi vakit sinir bozucu olabilir. Trabzonspor böyle bir engel ile karşılaşmamasına rağmen hücum anlamında üretken olamadı. İlk yarıda iki önemli pozisyon yaşandı. Biri Sagal’ın sert şutunda Uğurcan’ın kurtarışı, diğeri Ekuban’ın kafa vuruşunda direğe takılan top.
Bordo-mavili ekibin ligde yakaladığı çıkışı sürdürebilmesi için kalan bölümde daha etkili olması gerekiyordu.
Ligin ilk yarısında kendisiyle aynı kategoride gösterilen rakiplerinden; Beşiktaş, Fenerbahçe ve Galatasaray’dan puan alamamış bir Trabzonspor’dan söz ediyoruz. Bunun psikolojik etkilerini görmezden gelmek mümkün değil. Sezona kendi evinde Beşiktaş yenilgisiyle başladığı o günden bu yana bordo-mavili takımın büyük bir değişim ve gelişim gösterdiği gerçeğini görmek gerek. Üç gün önce kazanılan Süper Kupa’nın motivasyonu da cabası.
Lakin son 9 haftada sadece 2 puan yitirmiş bir rakiple karşılaşıyorsanız, kazanmak için ekstra çaba göstermeniz gerekiyor. Kötü gidiş yoktur, kötü gidişe ‘dur’ demek vardır. Trabzonspor’da Abdullah Avcı’nın öğrencileri sezonun nazar boncuğunu yakasına taktı.
Öncelikle skordan bağımsız şunu söylemeliyim; son yıllarda izlediğim en keyifli, heyecanlı, coşkulu, aksiyonlu, yani en “maç gibi maç”tı. 27 dakika faul düdüğü çalmadı. Gözümüzün pası silindi. Tabii her iki takımın da futbol oynama isteği ve pozitif
Trabzonspor’da tam bir balayı dönemi yaşanıyor. Ligde işler yoluna giriyor, süper kupa kazanılıyor, heyecan artıyor ve ayaklar yere basmıyor.
Abdullah Avcı’nın geldiği gün burun kıvıranlar şimdi yanında fotoğraf çektirmek için sıralanıyor, hocaya övgüler yağdırıyor.
Hepsi güzel şeyler elbette. Ama kalıcı değil. Kalıcı olması için hayal aleminden çıkıp, uzun vadeli planların hayata geçmesine izin vermek gerek. Bunun için de sabır, hoşgörü, anlayış ve saygı gerek.
Büyük camialarda zordur. İki maç kaybettin mi vay haline. Ne Fatih Terim dinlerler, Aykut Kocaman, ne Erol Bulut. Ne de Abdullah Avcı. Koltukları her hafta gider gelir.
Önce şunu söyleyeyim; Abdullah hoca Trabzonspor için büyük şans. Deneyimli, birikimli ve en önemlisi futbol aklına sahip. Ne kadar zor bir sorumluluk üstlendiğini biliyor. Adım adım ilerlerken arkasına veya beş ay sonrasına bakmıyor. Oynayacağı maçı yaşıyor. Futbolcularına da bunu aşılıyor. Takım içinde yarattığı sevgi ortamını süper kupa maçından sonra gördük. Ona inanan ve
Zaten tüm takımlar için yoğun bir maç trafiği söz konusu. Sakatlar, cezalar teknik adamları zorluyor. Bu koşullarda Futbol Federasyonu’nun süper kupa finali için Atatürk Olimpiyat Stadı’nı tercih etmesi, anlaşılabilir bir tercih değildi. Kışın en soğuk günlerinde, sert rüzgarıyla ünlenmiş stadında, tipi altında mücadele etmek oyuncuların işlerini güçleştirdi. Bu olumsuzluklar futbolun kalitesini düşürdü. Ve son soru, seyircisiz bir maç niçin bu saatte başlar?..
HHH
Öncelikle Trabzonspor’u bu anlamlı kupayı müzesine götürdüğü için kutlamak gerek. Amaç kazanmak ve lige motivasyon katmak ise, Karadeniz ekibi doksan dakikadan avantajlı çıktı.
Golleri, penaltısı, kırmızı kartları ve olayları ile anımsanacak bir maçtı. Kupanın adı “süperdi” ama, sahadaki oyun ve son bölümde yaşanan gerilim her şeyin önüne geçti.
Faul düdükleriyle sık sık duran, temposusuz, vasat bir ilk yarı izledik. Karşılıklı top kayıpları da cabası.
Son şampiyon Başakşehirspor’un eksiği
Gençlerbirliği’nin duayen başkanı rahmetli İlhan Cavcav’ı saygı ile anıyorum. Yattığı yerden, mirasının nasıl hovardaca harcandığına üzülüyordur eminim. Ama sen de suçlusun İlhan ağabey. Keşke bir “çırak” yetiştirip öyle teslim etse idin emaneti. Bak ne hale düştü üzerine titrediğin Gençlerbirliği? Sen gittin, iş bitti! Gençlerbirliği’nin duayen başkanı rahmetli İlhan Cavcav’ı saygı ile anıyorum. Yattığı yerden, mirasının nasıl hovardaca harcandığına üzülüyordur eminim. Ama sen de suçlusun İlhan ağabey. Keşke bir “çırak” yetiştirip öyle teslim etse idin emaneti. Bak ne hale düştü üzerine titrediğin Gençlerbirliği? Sen gittin, iş bitti! Trabzonspor kolay kazanabileceği maçı sıkıntıya soktu. Önemli olan skor değil, üç puandı. Adım adım ilerlemek, adımın kaç metre olduğu değil, nereye yükseldiğindir çünkü. Çarşamba günü Başakşehir ile oynayacağı “Süper Kupa” finali öncesi yıpranmadan bir engeli
Merkez Hakem Kurulu başkanlığı, iğneli fıçıda oturmaya benzer. Ne İsa’a yaranabilirsiniz, ne Musa’ya.
Hele hakemlerin performansı kötü gidiyorsa, insanın psikolojisini bozan bir görev haline gelir o makam.
Cebinizde sınırsız kredi olduğunu düşünürken, bir bakmışsınız meteliksiz kalmışsınız.
Sonrasında UEFA eğitimcisi Jaap Uilenberg’in de ezberini bozan sirkülasyon başlar. “Ahmet gitsin, Veli gelsin” sesleri yükselir.
Türkiye’de 25 yılda kaç MHK değişti biliyor musunuz? Tam on yedi. Peki son 7 yılda? Sıkı durun yedi! Neredeyse her sezona yeni bir başkan ve kurul.
Sonra da “Hakemliğimiz niçin bu halde?” diye kafa yorarız. İstikrarın sağlanamadığı, uzun süreli planlamaların hayata geçemediği yerde başarı olur mu?..
Serdar Tatlı MHK’si de bu sürece girdi. Eleştirilere direnmek, hakem hatalarını tartmaktan gerçek işlerini yapamaz hale geldiler.
Aylardır üç golü bir arada görmemiş bir takım kazanırken “maç yorumu böyle başlar mı?” der gibisiniz.
Gerekiyorsa evet. Bak Ömer Ali kardeşim. Futbola yıllarını vermiş, bu ligin en deneyimli oyuncularından birisin. Maçın henüz 24. dakikasında Abdülkadir Ömür’ü durdurmak için yaptığın müdahaleden söz ediyorum. Pozisyon orta sahada. Gitse, gol atsa ne yazar? Gördüğün sarı karta itiraz ettin ya. Evet, topa dokunuyorsun ama sonrası? O çekemediğin ayağınla genç bir kardeşini istemeyerek de olsa sakatladın, ayağı kırıldı.
Bu işten ekmek yiyen tüm futbol emekçilerine sesleniyorum; nabzınız 160’a vursa da, hırsınız vicdanınıza hükmetmesin. Geçmiş olsun Abdüş, ne badireler atlattın, en kısa sürede geri dönersin sen kardeşim.
HHH
Trabzonspor üç gün önce kendi evinde Çanakkale geçilmez oynayıp, on kişiyle kalesine duvar ören Antalyaspor’dan beraberliği son saniyelerde kurtarmıştı. Bu tarz rakiplere karşı alternatif hücum opsiyonlarınız yoksa, sıkıntı yaşarsınız.
Kony
Yoğun maç trafiğinde on gün dinlenmiş bir Trabzonspor’dan söz ediyoruz. Lakin dinlenmekten ne anladığınıza bağlı. Fiziksel olarak rakibinize göre daha dinç olabilirsiniz, ama kafalar rahat değilse, ne yapmak istediğinizi bilmiyorsanız, işiniz güçleşir.
Topa daha çok hakim olun, bin pas yapın ve dayanılmaz bir baskı kurun. Üçüncü bölgede çoğalamıyor, kapalı savunmalara karşı formül üretemiyorsanız, skoru bulmakta zorlanırsınız.
Aslında daha maçın başı sayılacak dakikalarda her şeyi lehine çevirebilecek bir fırsat yakaladı Karadeniz ekibi. Ekuban kalitesine yakışmayacak bir vuruşla penaltıyı kaçırmasa, Ersun Yanal’ın ekibi bu kadar geri yaslanmayacak ve topu rakibine bırakmayacaktı. Bakmayın Trabzonspor’un oynama yüzdesinin 75 olduğuna. Yan pas, geri pas derken elbette istatistikler lehinize çıkar. Çıkar da neye yarar? Rakip kalenize geldiği ilk pozisyonda golü bulur!
Antalyaspor’da Ersan Gülüm’ün henüz 33. dakikada kırmızı kart görerek takımını eksik bırakmasından sonra Trabzonspor’un