Doğan Heper

Doğan Heper

dheper@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Kargaşa sonunda iki noktada yoğunlaştı, toplandı. Ya “askeri darbe” olacak
Ya da “sivil darbe”
Aklı erenler, yazarlar, ekseriyet bunları tartışıyor.
“Şüyuu vukuundan beter” derler ya, sıradan vatandaşlar ve piyasa içinde bu yazılar öyle etki yapıyor ki, sonuç yurdun aleyhine oluyor.
* * *
“... üzerinde üniforma, elinde silah olanlara hukukun işlemediği bir ülkede bütün vatandaşlarınıza en başta yaşama hakkı olmak üzere temel hak ve özgürlükleri için hukuk güvencesi verilebilir misiniz? Hukuk güvencesi veremediğiniz vatandaşlarınızdan, devletin ülkesi ve vatanıyla bölünmez bütünlüğünü kime karşı korumasını bekleyebilirsiniz? Generallerin komplo hazırladığı iddialarının soruşturulamadığı bir ülkede, 15 milyon Kürt vatandaşınıza dönüp onlardan bu devletin çatısı altında neye güvenmelerini talep edebilirsiniz? Başında bulunduğu ordu ile kendisine hukuk karşısında dokunulmazlık sağladığını düşünen bir generalin görev yapabildiği bir ülkede, hangi yüzle ‘çağdaş uygarlık düzeyi’ idealinden bahsedebilirsiniz? Silah hukuktan üstün ise aklın ve bilimin önderliğine, kimi, nasıl inandırabilirsiniz?..”
Bir yazar bu satırlarla düşüncesini ifade ediyor.
Bu Türk Silahlı Kuvvetleri’ne eleştiri değil, hakarettir. 72 milyonun ordusuyla arasını açma gayretlerine bir örnektir ve bu örnekler çoğaltılabilir. Çoğaltıldıkça da “sivil darbe” isteğinin ve tehdidinin varlığı daha da inandırıcı olarak gündeme oturacaktır.
Çünkü, demokrasiyi güçlendirmek silahlı kuvvetleri halkın gözünden düşürmek için sebepler üretmek değildir. Demokrasiyi güçlendirecek olan faziletli politikacılardır.
* * *
Bir defa şu saptamayı yapalım.
İktidar laik devleti yok edemeyecektir.
Sonra, demokrasi sandıktan çıkar ama ekseriyetin kayıtsız şartsız istediğini yapması değildir.
Seçim barajının yüksek olması demek hiç değildir.
Parti başkanlarının sultası kabul edilecek demek değildir. Seçim zamanları beyaz eşya dağıtımı değildir. Şeyhlerin, şıhların, aşiret reislerinin hâkim olduğu oylarla gerçekleşir değildir. Dokunulmazlığa sığınmış 300 parlamenterin varlığı değildir. Sınırsız dokunulmazlık değildir.
Üniversiteye, yargıya, yandaş olmayan medyaya baskı değildir. Kadrolaşma değildir.
Bazıları gibi “Demokrasinin yaşaması için tahsil ve muayyen gelir de gerekir” demeyeceğim ama yukarıki eksiklerle de demokrasi olmaz, oldu denirse, bu aldatmacadır.
* * *
Askeri darbe, sivil darbe.
Ne o ne öteki. Bizim istediğimiz medeni ülkelerdeki gibi yaşamak.
Bunun için 2 yol da elverişsiz.
3. yolu savunan yok mu? Yani gerçek demokrasiyi.
Ben onları arıyorum..

Haberin Devamı

YAHUDİ TUZAĞI
Türkiye yaratılan iç dertlerle meşgul hale getirildi. Dış unutturuldu. İran nükleerde aldı başını gidiyor. Kuzey Irak ordu kuruyor.
Mısır son Filistin’e yardım olayında Türkiye’ye cephe aldı.
Kıbrıs’ta dünyaya karşı oy veren Rumlar mükâfatlandırıldı, Türkiye ve Türkler cezalandırıldı. Şimdi de adadan Türk askeri çekilsin diye ısrar ediliyor.
Azerbaycan aleyhimize döndü.
AB üyeliğimiz uyutuldu.
Ve sonunda da İsrail’le “kanlı bıçaklı” olduk. İsrail ile bazı Araplar arasında arabulucu idik oysa şimdi İsrail’le aramıza bir arabulucu lazım...
İsrail’in özür dilemesiyle bu iş bitmez, onu da bilelim...
72 milyonluk Türkiye güçsüz bırakılıyor. Oynaması gerekli rollerden uzak tutulmak isteniyor. Ve yaratılan iç gaileler yüzünden dünyadan uzak kalıyor.
Uyan ey Ankara...

Haberin Devamı

Tehditli alıntı
“Otoriter, askeri bir rejimden kurtulalım derken, bu ülke Erdoğan tarafından bir ‘sivil dikta’ya, Rusya’daki gibi ‘Putinvâri’ bir rejime doğru sürükleniyor; bu oyuna gelmeyelim!”
Bu cümleler başkasının yazısından alıntı.
Sivil faşizmin geldiğine inananlar böyle diyormuş.
Ben de “sivil faşizm”e doğru sürüklendiğimize inanıyorum. Ve buna inanmayanlara ve inanmazmış gibi görünüp gelecek sivil diktayı destekleyenlere onların tehdit kokan cümleleriyle sesleniyorum:
“Yanlış yerde durmayın, altında kalırsınız”

Haberin Devamı

3 ÇOCUK
Vah yavrular vah

Başbakan ne talimat veriyor?
“En az 3 çocuk yapın.”
Peki ama batı yörelerimizde bile çocuklar sürünüyorsa, bunların günahı bu Başbakan’ın boynuna, demek haksızlık mı olur?
Hayır.
Bakın iki haber gözlerimizi yaşarttı. Hem de bu olaylar İstanbul’da geçiyor.
Esenler’deki iki ilköğretim okulunun çocukları için Boğaz turu düzenleniyor. Ve bu çocuklar ilk kez denizi, Boğaz’ı ve martıları görüyorlar.
Fakirlik işte bu.
Aileler İstanbul’dalar ama çocuklarını Boğaz’a bile götüremiyorlar.
İstanbul’da küçük Bedrettin’in başına gelenleri yeniden anlatmaya lüzum yok.
O ölümden döndü.
5 kardeşten biri idi. Babası belki de Başbakan’ı dinlemiş, bu çocukları yapmıştı. Ama onları dilendiriyordu.
Mahalleli, “Her sabah bir minibüs 25-30 çocuğu topluyor, akşam geri getiriyor. Herhalde bunlar dilendiriliyor” diyor.
Bu ülkenin aileden sorumlu bakanı var, milli eğitim bakanı var...
Bunlar neye bakıyorlar Allah aşkına?..

KÖŞEYE
Yakışmayan yazı!

Şimdi diyeceksiniz ki “Bu yazı da bu köşeye yakıştı mı?”
Ama ben de diyeceğim ki, gazeteci halkın avukatıdır ve küçük zannedilen bazı konular halkın büyük ekseriyetinin derdidir. Ve yıllardır bu küçük görülen büyük derde çözüm bulunamamıştır. Çünkü “Bana yakışmaz” diye ele alan yoktur.
Bu konuyu bana bir haber hatırlattı.
Bakın haberde ne diyor:
“Bursalı bir işadamının Türkiye’de ürettiği, kadınların tuvalet ihtiyaçlarını ayakta karşılamasına yarayan aparat için Almanya, Yunanistan ve İsviçre’nin de aralarında bulunduğu 11 ülkeden büyük teklif geldi.”
Demek ki artık kadınlar ayakta işeyebilecek. Ne derseniz deyin, bu bir devrimdir.
Ben bunları yazarken kendi diyeceğimi unuttum.
Benim söyleyeceğim şu. Her yerde erkeklerin işemesi için “pisuvar”lar var. Ama bunların yüksekliği farklı. Adamlar herhalde uzun boylu Amerikan erkeklerinin boyunu standart olarak almış ve pisuvarların montajını birçoğu da ona göre yapmış. Oysa burası Türkiye ve orta boylu, hatta kısa boylu erkekler ekseriyette. Peki, bunlar yükseğe monte edilen pisuvara uzanayım derken üstlerine veya yere işemeyecekler mi?
Türkiye’ye uygun bir pisuvar standardı kabul edilse ve her müessese buna uysa olmaz mı?