Doğan HEPER
YASAL yaşamın tek güvencesi adliye.
Ama son zamanlarda bu güvencede zaafiyet belirtileri oluştu.
Bizzat ihkak - ı hak bu nedenle güncel hale geldi.
Çek - senet mafyası bu nedenle doğdu.
Kiralık katiller, para karşılığı adam yaralayanlar bu nedenle türedi, çoğaldı.
Yani adliyeden umudu kesen başının çaresine bakmaya çalışıyor.
Veya adliyenin zaafiyeti nedeniyle kanunların tatbikinden korkmaz hale gelenler şirretliği tırmandırıyor.
Bunlar gidişin kötü olduğunu gösteriyor.
* * *
SON günlerde adliyede bazıları için de olsa söylenenler bu genel karanlık görüntüyü zifiri karanlığa dönüştürdü.
Bir DGM'de bazı görevlilerin rüşvet aldığı iddiaları kuvvetli kanıtlara dayanarak ortaya atıldı.
Rüşvet sonunda bazı sanıkların serbest bırakıldığı ortaya çıktı.
Her gün adliye skandallarıyla ilgili yeni haberler gündeme geliyor.
DGM hakimi Köksal Şengün'ün anlattıkları adliyenin çöküşünün canlı kanıtlarından başka bir şey değil:
"İstanbul DGM'de görev yaparken hayatımda hiç görmediğim biçimde İzmir'e geçici görevle gönderildim.
İzmir'de önemli bir dosyaya bakmış değilim. Oradaki görevim 2 - 3 gün sürdü. Sonra geri döndüm. İstanbul'a döndüğümde meslektaşlarım Ahmet Özbey isimli uyuşturucu kaçakçısının duruşmasına girmemin önlenmesi için İzmir'e yollandığımı söylediler. Onlara hak verdim, ben yokken Özbey'in duruşması yapılmış ve tahliye edilmişti."
Adliyeyi uyuşturucu zanlısı kurtarmak için kullananlar kimler?
Bu kişiler Ankara'daki bazı yetkililerse adliyenin temeline bombayı koyanları hükümetlerin içinde mi aramak gerekiyor?
Bunu açıklayacak yetkili çıkmazsa tüm Ankara şaibe altında kalmaz mı?
Dün İstanbul Baro Başkanı Yücel Sayman'ın söyledikleri de akıl alır gibi değildi:
Özellikle kara para ve uyuşturucu davalarında büyük paralar dönüyor... Artık davası olanlar avukata, 'hakim, savcı tanıdığın var mı?' diye soruyor."
* * *
BU arada cezaevlerinin de zanlılar ve hükümlüler için otel haline getirildiğini, artık cezaevi yöneticilerinin itiraflarıyla öğreniyoruz.
Adalet duygularını sızlatan durum, Burdur Cezaevi'ndeki son firar olayı nedeniyle gündeme geldi.
Cezaevi müdürü ve ikinci müdürünün sözlerinden bazı mahkumların cezaevlerine ellerini kollarını sallayarak girip çıktıklarını, bazılarının karı - koca hayatı yaşadıklarını öğreniyoruz.
* * *
YANİ adliye çalışmıyor.
Cezaevleri çalışmıyor.
Rüşvet almış başını gidiyor.
Bileğine veya parasına güvenen kendi hakkını kendi elde etmeye çalışıyor.
Güçsüzler çaresizlik içinde ezilip gidiyor.
"Adliyesiz hukuk devleti", olur mu?
* * *
MADALYONUN bir de öteki yüzü var.
Bunlara daha önce de değinmiştik. Ama tekrarda yarar var.
Adalet Bakanlığı'nın genel bütçe içindeki payı geçtiğimiz yıla oranla binde 10 oranında azaldı. Bakanlık, 1998 genel bütçesinden binde 88 oranında pay alacak. Bu demektir ki zaten ağır aksak işleyen adalet sistemi felç olacak. Adalet Bakanlığı'nın, 129 trilyon dolayındaki 1998 bütçesinin yüzde 77.3'ü personel harcamalarına, yüzde 19.3'ü diğer cari harcamalara, yüzde 1.3'ü yatırım harcamalarına, yüzde 1.9'u ise transferlere ayrılmış durumda.
Halen adli ve idari yargıda boş bulunan bin 491 hakim ve savcı kadrosuna atama yapılamıyor. 4 bin 271 hakim ve savcı kadrosu daha temin edilerek acilen doldurulması gerekiyor. Mahkemelere düşen iş yükü, Avrupa standartlarının çok üstünde. Bir ağır ceza hakimi, bir yıl içinde en az 300 davayı incelerken, aynı alanda görev yapan Alman meslektaşı yılda 120 dosyaya bakıyor. 75 ilçede adli teşkilat bulunmuyor.
Cezaevlerinin ıslahı için 2 trilyon 750 milyar liraya ihtiyaç var.
* * *
TOPLUMDAKİ bütün çürümüşlüğe rağmen adliyemiz hala ayakta, hala görevlerinin kutsallığını bilen ve ona göre davranan yoksul ama şerefli hakimlerimiz, savcılarımız, adliye mensuplarımız çoğunlukta.
Ve sade vatandaş onlara güveniyor.
Hala
"Adalet devletin temelidir" diyebiliyorsak onlara dayanarak söyleyebiliyoruz.
Yazara EmailD.Heper@milliyet.com.tr