“Bugün bayram, neşe doluyor insan”, diye klasik bir sözümüz var.
Ama artık bu sözümüzü söyleyemiyoruz. Söylersek alaylık olmaz mıyız?
73 milyonun neşe dolacak hali mi kaldı, denmez mi?
Bizim tartıştığımız konuların, insanımızı neşelendirecek şeyler olmadığı belli. Biz parçalanmamanın, bölünmemenin; kalkınmanın, refahın yollarını arıyoruz. Mutlu olmak bizim de hakkımız.
* * *
DEVLET, hükümet, siyaset, demokrasi insanların mutluluğu için var, değil mi?
O partiye de oy vermiş olsak, bu partiye de, biz birbirimize benzeriz, biz aynıyız. Farklı değiliz. Biz sonuçta bu ülkenin yüzde yüzüyüz. Oranlar seçimden seçime önem kazanır, seçim bitince kaynaşır, birleşir, yüzde yüzleşir.
Bu böyledir. Böyle olmalıdır.
Her gün seçim varmış gibi olaylar, farklılıklar, zıtlıklar, tartışılmaz, körüklenmez.
Uzlaşmalar, ortak noktalar, hedefler idealler, arzular, insanları birleştirir, mutlu kalır. Onlar aranmalı, bulunmalı, sergilenmeli.
Oysa biz uzun zamandır birlik beraberlik yerine, kavgayı koyduk.
Kolayı seçtik.
Düşmanın yapamayacağını yapıyoruz.73 milyonu bölüp, parçalayıp birbirine düşürüyoruz.
Bu ülkede kimsenin kimseye, “Benim görüşümü kabul etmiyorsan, haydi sana uğurlar olsun” demeye hakkı yok.
Dış politikamız da 73 milyonu mutlu edici değil.
Ankara, İsrail’i karşısına alıyor.
Ankara, İran için ABD’yi karşısına alıyor.
Ama Ankara’ya yardımcı olan komşumuz yok. Aramızın çok iyi olduğunu söylediğimiz Suriye Ankara’ya hiç terörist teslim etti mi?
Unutmayalım ki “dost yok, menfaat vardır.”
* * *
Artık kavganın bittiği ilan edilmeli, sulhun, istikrarın temelleri atılmalı. Türkiye’nin geleceği de buna bağlı. Bu bayram dönüm noktası, milat olmalı. Bunu da yapacak olan tek kişi var, Başbakan Tayyip Erdoğan. O, 22 Temmuz 2007 gecesi balkona çıkıp “Herkesin başbakanı olacağım” demişti. Benzer konuşmayı bugün de yine yapmalı. Yani o ilk adımı atmalı, diğer liderler ona müspet cevap vermeli.
Yani bu “mahalle kavgası” ortamına son verilmeli. Hiç olmazsa referandumdan, yani pazar gününden sonra uzlaşma olmalı.
Liderler ve partiler arasında ana konularda uzlaşma olmalı ki Türkiye’nin parçalanması önlenebilsin, ekonomik kalkınma ve refah sağlansın, mutluluk, huzur gelsin. Yoksa tarih kendi iktidarını düşünüp Türkiye’nin parçalanmasına sebep olanları yazacaktır.
Her şeye rağmen iyi, ve neşeli bayramlar dilerim...
REFERANDUM DEĞİL GÜVEN OYLAMASI
3 gün sonra yani pazara referandum var. Siz ya “Evet” ya da “Hayır” diyeceksiniz.
Referandum Anayasa’nın 26 maddesi için yapılıyor ama iş “güven oyu”na döndü.
Yani Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a güven veya güvensizlik.
O bunu söylemiyor ama hissettiriyor.
“Evet”ler kazanırsa, Erdoğan yönetiminin daha çok bir sivil diktaya sapacağı artık herkesin ağzında. Ama bundan memnun olan yandaşlar, dönekler var, memnun olmayan demokrasi taraftarı var.
Biz gerçek demokrasi taraftarıyız ve “Hayır” diyeceğiz.
Hayırlısı olsun.
KONSOMATRİSTEN ANLIYOR
Hak-İş Başkanı Salim Uslu konuşmuş.
TOBB, TÜSİAD ve DİSK gibi kuruluşları, “bunlar sivil toplum konsomatrisleridir” diye sözde aşağılamış, eleştirmiş.
Bizim bildiğimiz konsomatrisler pavyonlarda bulunur, çalışır. Salim Bey herhalde konsomatrislerle çok haşır neşir olmuş ki herkesi de onlara benzetiyor.
ÜNİVERSİTE
2. eğitim gibi...
TBMM eski Başkanı Köksal Toptan’ın milyonlarca gencin üniversitelerde okumasını sağladığını pek azımız biliriz.
Köksal Toptan Milli Eğitim Bakanı’yken benim Milliyet’te bir yazım çıktı.
Bu yazıda, gündüz üniversitelerde ders yapılan dershanelerin akşamları boş kaldığını, hocalara ek ücret verilerek bu salonlarda akşamları da ders yapılabileceğini yazdım. Böylece bazı fakültelere iki misli öğrenci alınabilecekti.
Bu teklifimi dönemin Milli Eğitim Bakanı Köksal Toptan dikkate alınca üniversitelerde “2. eğitim” doğdu.
Bu çalışmada eski müsteşar Bener Çardan’ın da gayretleri oldu. Ona da teşekkür borçluyuz.
Yani, o günden bugüne kadar üniversitede “2. eğitim”den milyonlarca genç yararlandı ve üniversite mezunu oldu, diploma aldı.
Bunu şunun için hatırlattım.
Şimdi, üniversite mezunu binlerce genç işsiz dolaşıyor.
Acaba, tecrübesi sonsuz olan Köksal Toptan bu tahsilli işsizliğe çare bulmak için üniversite yetkilileri ve işverenlerle “görüş alışverişi”, “çare bulma” toplantıları düzenleyemez mi?
İSTANBUL
Belediye yok
“İstanbul Belediye Başkanıyım” diyenin bu şehrin güzelliğine güzellikler katması, vaatlerini de yerine getirmesi beklenir.
Örneğin:
Üsküdar’dan Beykoz’a sahil yolu yapacağım.
Tophane’de sahildeki depo ve antrepoları yıkacağım. Dolmabahçe Sarayı’nın tarihi değeri olmayan cadde üstündeki duvarını kaldıracağım.
Tophane’den Ortaköy’e sahil yolu inşa edeceğim.
Altyapı yolu yapmayana inşaat ruhsatı vermeyeceğim.
Tüm sanayi birimlerini şehirden çıkartacağım.
Bunların bazılarını, benzerlerini vaat eden belki oldu, ama yapan yok.
Bunları bir yana bırakın bakın Türkiye’nin kalbi Taksim’e. O gezinin altına sıralanmış dükkânlara bir bakın. Hepsi ayrı telden çalıyor. Birbirine benzemiyor, klimalar, bacalar... köy gibi... Hiçbir belediye görevlisi bu düzensizliği görmüyor mu?
Kafelerin masa ve sandalyelerini kaldırımlara çıkarmasını biz de savunduk. Ama başıboşluk ve çirkinlik örneği olmamalı.
Nereye kadar kaldırımın işgal edilebileceğine ve bu yerlerin üstü kapanacaksa, çıfıt çarşısı gibi olmamasına belediye dikkat etmeli, önayak olmalı.
İstanbul’da böyle mi?
Hayır.
İsteyen istediğini yapıyor, ve İstanbul severler de soruyor; “Belediye nerede?”
Bakın 4. Levent’ten sonra caddeye çıkışta, çıkılamıyor.
Otobüs, minibüs, taksi ve özel otolar orayı geçilmez hale getiriyor.
Oysa mesela minibüsler birkaç metre ilerde, Milli Savunma Bakanlığı Evleri’nin duvarları altında yapılacak durağa taşınamaz mı? Orada yol da geniş. Taşınır ama önce yetkililerin şehri dolaşıp bu aksaklıkları görmeleri ve çözümlerini bulmaları gerekir.
O yetkililer, o belediye nerede?