Türkiye dış politikada da AKP’nin eline kaldı. CHP var mı yok mu belli değil.
O CHP ki “ilk seçimde iktidarız” diyor.
Peki, ilk seçimde iktidar olmaya hazırlanan CHP’nin dış politikası ne?
Bilen var mı?
Yok.
* * *
Bunları bana bir gazetemizde aynı gün yan yana yer alan iki resim paragraf hatırlattı.
Birinde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Lizbon’da ve omzunu ABD Başkanı Obama okşuyor.
Öbür resimde CHP lideri Kılıçdaroğlu biriyle tavla oynuyor.
Tabii yerine göre halkla tavla oynamak da lazım. Ama Lizbon gündemdeyken halk CHP’nin ne düşündüğünü Liderin ağzından hemen o gün merak etmez mi?
“Yarın iktidar olacak” partinin Lizbon için anında söylenecek hiç sözü yok mu? Önceden bu konu görüşülüp, bazı şeyler kararlaştırılmadı mı?
Tavla partisi onun yerini tutar mı?
* * *
Bakın hiç kimsenin üzerinde durmadığı çok önemli bir olay var.Türkiye’nin Irak politikası.
“İflas etti”.
Kim söylüyor?
Irak Cumhurbaşkanı Talabani.
Talabani şunları söylüyor: “Türkiye’nin istediği, Irak’ta Cumhurbaşkanı da, Başbakanı da, Dışişleri Bakanı da olamadı.
Türkiye’nin Irak’ta yürüttüğü politika yanlıştı ve haliyle başarılı da olamadı”.
Peki CHP bu politikanın öncesinde ve sonrasında açık, seçik birşey dedi mi, bilen duyan var mı? Yok.
CHP’nin bir Irak politikası olsa etkin bir şekilde söylemez miydi?
* * *
Lizbon da öyle.
Dünya bir kez daha ayağa kalktı.
NATO ve AB birbirine karıştı. Türkiye NATO’da ama AB’de değil. Ama füze savunma sistemleri Türkiye’de de kurulmak isteniyor.
Türkiye İran’ın hedef gösterilmesine karşı çıktı ve bu konuda dediğini de yaptırdı.
Münakaşa sürüyor, daha da sürecek.
“Lizbon Türkiye’nin zaferi” diyenler var. Ama aksini savunanlar da var.
CHP susuyor sayılabilir. Genel sekreter hükümetten bilgi bekliyor.
Oysa “iktidara adayım” diyen ana muhalefet partisinin söyleyecek çok sözü olmalı. Susmamalı, eleştirmeli veya tebrik etmeli. Oysa, geçen akşam TV’deki “tarafsız bölge” programın da CHP ne hallere düştüğünü gösterdi.
* * *
Evet, “yeni” CHP yol haritasını çizerken dış politikaya çok önem verdiğini de göstermeli.
Bunun çeşitli yolları var, en basiti bir “gölge kabine” kurmaktan geçiyor. Uzmanlardan bir kabine.
Bu çok klasik bir çare ama faydasız değil.Hiç olmazsa CHP’nin, AKP’nin yürüttüğü dış politika konusunda görüş ve eleştirilerini duyarız.
ÇIKARIMIZ BATIDA
Türkiye’nin yeri batıdır. Yıllarca Ankara NATO’nun yükünü çekti. 800 bin askeri ile NATO’nun Avrupa’daki en büyük ordusunu besledi. AB kuruldu kurulalı Ankara onun da içinde olmak istedi. Ama kısa bir süre önceye kadar Avrupa’yı tehdit eden Demirperde ülkeleri AB’ye alındığı halde Türkiye hala kapıda bekletiliyor.
Ama bu eksen değiştirmemize neden olmaz, olmamalı. Ankara Türkiye’nin menfaatini batıda aramaya bıkmadan usanmadan devam etmeli.İran komşumuzdur, ona saygı duyarız ama o kadar. Onu İslam aleminin büyük bir kısmı bile tutmuyor. Uluslararası ilişkilerde menfaatin öncelik aldığını hatırlamalıyız. Bizim, yani Türkiye’nin çıkarı batıdadır, İran’da değil unutmayalım.
PARALI GEÇİŞİ SON
Trafiği hızlandırmak ve araç birikimini önlemek için bayramda köprü ve paralı yollar bedava yapıldı.
Hatta bayram bittiğinde, bedava yolculuk son bulduğu halde, trafik yoğunluğunu önlemek için köprü pazar günü yine parasızdı.
Demek ki özellikle paralı geçişler trafik akışını engelliyor ve yoğunluğa neden oluyor.Öyleyse paralı geçişleri tümden kaldıralım.
Bu “Gelir kaybına sebep olur”, deniyorsa, araçların yıllık vergisine az bir ilave yapalım, olmaz mı?
ÜZÜM ÜZÜME
Baka baka kararır
Başbakan Erdoğan daha birkaç gün önce “füze kalkanının düğmesine biz basmalıyız” demişti. Aynı Başbakan Erdoğan şimdi ise “füze kalkanının butonuna NATO basmalı” diyor.
Yani, kısa sürede görüş değiştirme.
Yoksa Erdoğan, Kılıçdaroğlu’na mı özendi?..
TEK DİL
Yoksa çok dil mi?
“Anadilde savunmayı ret asimilasyondur”.
Bunu edebiyatçı Vedat Türkali söylemiş.
Vedat Bey Brüksel’de yapılan Kürt konferansına da katılmış.
Aferin Türkali!.. Onu saygıdeğer bir solcu olarak bilirdik ama bölücülerin avukatı olarak bilmezdik.
Konu KCK davası, oradaki sanıklar savunmalarını Kürtçe yapmak istediler.
Bunlar Türkçe biliyor. Aksine belki bazıları Kürtçe bilmiyor.
Bilen vatandaşlar Kürtçe konuşabilir. Ama mahkemede değil. Çünkü Türkiye’de resmi dil Türkçedir.Ve mahkemede Türkçe bilmeyene tercüman tayin edilir. Bilene değil.Herkes resmi dairede, mahkemede istediği dilde konuşabilecekse, bunun sonu nereye varır? Türk Devleti kalır mı?
Bu mahkemede savunmalarını Türkçeden başka dilde yapmak isteyenlerinde amacı bu zaten, mevcut devleti yaralamak, sonra bölmek. İşe dilden başlanması bunun göstergesi değil mi?
Vedat Türkali de bu yaşta yani bu tecrübede bölücülerin sözcüsü gibi davranıyor. Bravo deriz!..
BÜYÜKLERİN
Hiç mi kabahati yok
Son günlerde küçük çocuk kayıpları ve ölümleri arttı. Veya TV’ler ve gazeteler bu olaylara daha çok yer verdiği için bize arttı gibi geliyor.Her neyse, bu olaylar yani küçük çocukların başına gelenler toplumu üzüyor.
En son 2,5 yaşında bir çocuğumuz Şile’de kayboldu.
Misafir gittiği evin önünde oynarken yok oldu. O küçük 39 saat sonra ormanda bulundu. O ormanda kurtlar ve çakallar da vardı.Bu arada annenin feryadını TV’lerden izledim, dinledim, tüylerim diken diken oldu, gözlerim yaşardı.Geçen gün de gazetelerde kuyuya düşüp ölen küçük İhsan’ın hikayesi vardı. 4 yaşındaki İhsan Gurur Alkan evinin bahçesinde üstü açık bırakılan 15 metrelik kuyuya düştü, bu düşüş de sonu oldu.
İhsan’ın ailesi sinir krizleri geçirdi ve kuyunun da üstü o öldükten sonra kapatıldı.
“Ateş düştüğü yeri yakar” diyeceksiniz.
Ama ben buna rağmen düşündüğümü yine de söyleyeceğim. Bu çocukların kaybında, ölümünde ailelerin hiç mi hiç kabahati yok? Var.
Küçük çocuğunuza sahip olmazsanız, başı boş bırakırsanız, bahçenizdeki kuyuların bile üstünü kapatmazsanız, siz suçlusunuz demektir.
“Büyük konuşma” demeyin. Ben çocuklar kadar o çocukların ailelerin de bu acıklı sonuçlardan sorumlu tutuyorum. Yanlış mı?
Çocuk yapmak değil, bakmak marifettir. Unutmayalım.