Güneydoğu için 14 sivil toplum örgütünün çağrısının üzerinde durulması gerektiğini yazacaktım.
Niye?
Çünkü bir milletin, 73 milyon kişinin iç savaşa değil, bir an önce huzura ihtiyacı var da onun için.
30 yıldır terör var ama bu teröristler bir karış ilerleyemedi.
Yani amaçlarına ulaşamadı.
Peki ne oldu?
40 bin kişi öldü o kadar...
Peki bu ölümlerin mesulü kim?
Terör...
Onun için Güneydoğulu 14 sivil toplum örgütünün çağırısına “Evet” dışında önem veriyorum.
Onlar ne diyor?
“Ateşe son verilsin” diyor.
* * *
Terör örgütü PKK ateşe şimdilik de olsa son verdi.
Bu ateşkes kalıcı olabilir, olmalı.
Bu konuda eski DEP’li Remzi Kartal’ın sözleri ilginç:
“Biz iki devlet, iki bayrak istemiyoruz...” Aysel Tuğluk’un açıklaması da dikkate alınmalı:
“Ateşkes sürecinin kalıcı olması amacıyla yetkililerle görüşeceğiz.”
Bu sözlere bakınca sorunun bitirilmesi mümkün gibi görünüyor. Seviniyoruz.
Artık güç, kuvvet, para ve zeka Güneydoğu’nun ve Güneydoğulu kardeşlerimizin ekonomik ve kültürel kalkınmasına gidecek, terörle savaşa değil, diye.
* * *
Oysa bu iyimserliğim kısa sürdü. Neden? Liderlerin bu konudaki ağız dalaşını ve Güneydoğulu bazı temsilcilerin sözlerini gördüm de ondan. Bir taraf, “AKP, Apo’yla anlaştı da ateşkes ondan” diyor.
Başbakan da “AKP, PKK ile pazarlık yaptı” diyen muhalefete “Alçakça bir iftira” diye, ağzına geleni söylüyor.
Bunlar yetmezmiş gibi bir de bakıyoruz ki BDP konuşuyor, daha doğrusu “pişmiş aşa su katıyor”.
BDP Genel Başkan Yardımcısı Gültan Kışanak’ın sözlerini ben iyimserliğime son veren beyanlar olarak gördüm.
“Bizim rengimiz belli. Sarı, kırmızı, yeşildir. Onlar bu renkleri kabul edecek ve bizim yazdığımız yeni anayasayla Kürt halkına özgürlük ve demokratik özerk Kürdistan gelecek...” Ahmet Türk de “Demokratik Toplum Kongresi” adına aşağı yukarı aynı şeyleri söylüyor ve o da Türkiye topraklarında “özerk Kürdistan” istiyor. Bunlar yetmezmiş gibi şimdi bir de Güneydoğu için “Katalon modeli” talebi ortaya çıktı. Öcalan da buna taraftarmış.
* * *
Bu liderlerle, bu BDP ile ve bu isteklerle huzur sağlanır mı?
Terör uzlaşmayla biter mi?
Bitmez ama bir de şu sözümüz var: “Çıkmayan canda umut vardır.” İnşallah...
İran’da var bizde yok
Hep, laf laf laf. İşimiz laf üretmek, gerisi boş. TV’lerde izliyorsunuz. Liderler
entipüften konularla halkı uyutmak istiyor.
Gündemlerinde Türkiye’nin önünü açacak, Türkiye’yi dünya devletleri arasında saygın bir yere oturtacak konular yok. Ama biz laf yarışı yaparken, iş yapanlar da var.
Mesela İran.
İran ilk nükleer reaktörünü açtı.
Hem de Batı’nın tenkit ve tehditlerine inat gibi. Bu reaktör, petrol ülkesi İran’da elektrik üretecek, bunun için yapıldı!..
Biz uyuyalım, tartışalım, seviyesiz mahalle kavgalarıyla vakit geçirelim... Bütün dünya nükleer güçten yararlanırken biz seyredelim. Bize de bu yakışır, değil mi?..
TV’DE KONUŞAN GÜNEYDOĞULU ÇOK
CNN’de “Medya Mahallesi” var. Bakıyorum, bu programda misafir bir kadın gazeteci ahkam kesiyor.
“Biz Güneydoğu’da neler konuşuluyor bilmiyoruz ki...” diyor. Hayret ettim.
Akşamları TV’lerde, tartışma programlarında, BDP konuşuyor, Demokratik Toplum Kongresi konuşuyor, Güneydoğulu sivil toplum örgütleri temsilcileri konuşuyor, Güneydoğulu gazeteciler, yazarlar ve hukukçular konuşuyor, AKP’li Güneydoğulular konuşuyor, serbestçe konuşuyor, konuşuyor... Çoğu da, adeta bağımsızlığa giden “özerklik” gibi isteklerde bulunuyor, “özerk Kürdistan” diyor.
Güneydoğulu kanaat önderleri tarafından neler konuşulduğunu, neler söylendiğini öğrenmek isteyenlere, doğru bilgi sahibi olmak isteyenlere TV’lerdeki bu tartışma programlarını iş edinip, bıkmadan usanmadan izlemelerini sonra fikir beyan etmelerini tavsiye ederim...
Bu arkadaşa da.
Çünkü o arkadaş, aynı akşam NTV’ deki programda “herkes konuşamıyor” dedi de...
ZİNDANDA
Balbay ve Özkan
Mustafa Balbay, Tuncay Özkan ve diğer bazı arkadaşlarımız Silivri Cezaevi’ndeler. Mesela, Balbay 540 gündür tutuklu. Makul süre aşıldı. Yani, bu kadar uzun süre tutukluluk olur mu? Oysa bunların kaçma şüphesi de yok.
Balbay ikinci kez çağırıldığında da savcılıkta hazır bulundu. Ama buna rağmen, arkadaşlarımız son duruşmada da tahliye edilmedi. Hem de mahkeme başkanının tahliye yönünde oy kullanmasına rağmen. Biz de o gün Silivri hapishanesindeydik.
Basın Konseyi, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, Türkiye Gazeteciler Federasyonu, Türkiye Gazeteciler Sendikası ve İzmir Gazeteciler Cemiyeti temsilcileri olarak.
Duruşma salonunda Mustafa Balbay’ı uzaktan da olsa gördük. Hasret giderdik. Beş duruşma cezalı olan Tuncay Özkan duruşma salonunda yoktu. Ona da selamlarımızı ve dualarımızı bıraktık.
Biz döndük, ama acılarla. Çünkü bir hukuk devletinde iki yıla yakındır hapiste çürüyen tutukluları aklımız almıyordu.
Ve bu arkadaşlarımızın serbest bırakılması için de teşebbüsler devam edecekti. Böyle de oldu, ilk toplantı basın konseyinde, diğer basın kuruluşlarının da katılımıyla dün yapıldı.
SINIR
Araziyi gördüm
Ben Kuzey Irak-Türkiye sınır bölgesinin ne derece engebeli olduğunu biliyorum. Nereden biliyorum? Gördüm.
Irak’ın kuzeyinde dağları gezdim. Dağlar arasındaki insanlarla konuştum.
“Altın Köprü” tabelası önünde fotoğrafım var. Dohak, Şekleva, Erbil ve birçok yerleşim bölgelerinde bulundum.
Bazı yerlerden geçerken biz aracımızdan indiriliyorduk, yürüyorduk. Aşağı inen bir görevli ise “gel gel” deyip şoföre yol gösteriyordu. Bu, araç aşağı uçarsa bari içindekilere bir şey olmasın çabasıydı: Yani arazi o derece tehlikeliydi. Bu dağlık arazi Türkiye tarafında da devam ediyordu. Fakat, söylendiğine göre, sınıra yakın yerde dar bir düzlük oluşuyordu. Türkiye Irak’ın kuzeyindeki bu araziyi “tampon bölge” olarak kullanabilirse PKK sızmalarını da önleyebilirdi.
Yani uzun süre üzerinde durulan ve bizim de birçok kez hatırlattığımız bu “tampon bölge”nin üzerinde ciddi olarak durulmalı. Tampon bölge gerçekleştirilebilirse “Özel Hudut Birliği” denilen yeni bir profesyonel güce de lüzum kalmaz.
Bu günlerde “ateşkes” var. Ama yarın ne olacağı belli olmaz.
Yine aynı konulara, aynı münakaşalara dönebiliriz. Bence “tampon bölge” bugünlerde düşünülürse iyi olur.