Türkiye en karışık yılını bu gece arkada bırakıyor. 2010’un yeni bir umutla başlanmasını temenni ediyorum. O umut “düzen, huzur” ve “kalkınma” umududur.
Tabii yalnız temenniyle bunlar gerçekleşirse...
Ama benim ve benim gibilerin, yani bizim elimizden temenni dışında ne gelebilir?
“Huzur” sağlayacak, “düzeni” yerine oturtacak, “kalkınma”yı başaracak olan iktidardır.
O iktidar ki artık 8 yıllık olmuştur.
Yani tecrübelidir. Yani huzur onun iki dudağı arasında olmalıdır.
Ama nerede?..
* * *
Ben 72 milyonluk bir Türkiye’deyim.
Benim bulunduğum yer belki de dünyanın en önemli yerlerinden biri, adeta dünyanın çeşitli güçleri arasında köprü.
Bu topraklarda her şey yetiştirilebiliyor. Enerji ucuza elde edilebiliyor, nüfusumuz genç, okuyanımız çok.
Yani “büyük devlet” olmak için her şeyimiz var.
Ama olamıyoruz.
Zayıflıyoruz.
Bölünüyoruz.
* * *
2000 yılında ekonomik bakımdan İtalya’yı yakalayacağımız, kaç yıl önce söylenmişti, biz de halk olarak inanmıştık.
Hep tekrar ettim. İtalya’yı yakalamak bir yana Kore’den de geride kaldıksa bunun sorumlusu iktidarlar değil mi? Son 8 yılda da iktidarda AKP hükümeti yok mu?
İktidarlar maalesef bu millete layık değil, olamadı.
“Huzur”u, “düzen”i getiremedikleri gibi “kalkınma”yı da sağlayamadılar, sağlayamıyorlar.
Türkiye bölgesinde bir Japonya olabilir, ama olamıyor.
“Niye”nin cevabını ben işte yukarıdaki cümlede buluyorum “iktidarlar bu millete layık değil”...
* * *
Hükümetler kabiliyetsiz, yeteneksiz, o yüzden kolayı seviyor, mahalle kadını gibi dedikodularla günleri geçirmek işlerine geliyor.
İktidarlar, bu milleti idareden aciz olduklarını, 72 milyon adına gerektiği zaman masaya yumruklarını vuramamakla da gösteriyorlar.
Hele son 8 yılda.
Herkese ve her müesseseye olur olmaz durumda “fırça atan”, vatandaşa “Anneni al git” diyebilen, Meclis Başkanı’nı bile 72 milyonun önünde azarlayan Başbakan, Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir’in küfrünü öğrendikten sonra, onu Ankara’nın “aforoz” ettiğini açıklayabilmeliydi.
Küfürleri nedeniyle “asla pişman olmadığını” da açıklayan Osman Baydemir’i Ankara’nın artık yok saydığını söyleyebilirdi.
Boşuna bekledik.
* * *
2010’da huzur, kardeşlik ve kalkınmanın yurdumuza hâkim olmasını dilerim...
YENİ YIL MÜJDESİ, ZAM
Doğalgaza yüzde 15 zam düşünülüyor.
Elektriğe de zam geliyor.
Benzine zam yolda...
Ulaşım ücretleri de artıyor.
Bugün yarın sigaraya yüzde 40 zam yapılacak.
Köprü girişlerine yüzde 50 zam var, paralı yollar da zamlanacak.
Emlak vergisi artıyor.
Mesela, bunlardan doğalgazı ele alalım.
Herkesi doğalgaza davet eden hükümet değil miydi? Halk kömür, odun sobalarını attı ve doğalgaza sarılarak bilmeden kazığı yedi.
Bir şoför arkadaş “Doğalgaz kombisini günde ancak 2 saat yakabiliyoruz” diyor.
İstanbul’da, anne kız da bu yüzden, doğalgaz fiyatının yüksekliği yüzünden ölmedi mi?
Vah vatandaşım vah, hükümet mensuplarının sen ve senin gibilerden haberleri yok ki...
Zaman akıyor, işte 2010
Günler çabuk geçiyor.
Şimdi ben de söylüyorum. Günler çok çabuk geçiyor.
İlhan Bangaoğlu’nun, Milliyet’te 10 yıllık oluşunun kutlama gününü unutamıyorum, “Ah ben de bu meslekte 10 yıllık olduğumu bir görebilsem”, diyordum. 10 yıl benim için erişilemeyecek bir zaman birikimiydi. Bugün bakıyorum da o erişemem zannettiğim 10 yılı kaç kez arkada bırakmışım.
Bir değil, iki değil, üç değil, dört 10 yıl arkada kalmış.
Hem de hep Milliyet yazı işlerinde, neler yaşayarak, neler görerek, kimleri tanıyarak.
Bu kaçıncı cumartesi, kaçıncı pazartesi birbirini adeta fırtına hızıyla kovalıyorlar.
Bakıyorum, eskilerin önlerinde çok mesafe yok, maraton değil, yüz metre koştuklarını biliyorlar... Ona göre hızlı hızlı hareket ediyorlar. Benim gibi.
Bizim meslek, zaten yaşı ne olursa olsun mensubunun yüz metre koşucusu gibi hızlı olmasını bekler, ister, değil mi?
Yeni yıl bana neleri hatırlattı...
Kulakların çınlasın İlhan Bangaoğlu...
HÜRRİYET
Ertuğrul Özkök
Ertuğrul Özkök Hürriyet gazetesinin Genel Yayın Yönetmeliği’nden ayrıldı.
20 yıl bu mevkide kalabilmek kolay değildir.
Hele Türkiye’de hiç kolay sayılmaz.
Gazete köşe yazarlarının çoğu, TV’ler ve internet gazeteleri dün Özkök’ten söz ediyorlardı.
Bunlar; kıskanan, eleştiren ve metheden yazılardı.
“Meyve veren ağaç taşlanır” diye bir sözümüz var.
Tabii Ertuğrul Özkök’ü de haklı ve haksız eleştirenler olacaktı.
Ama bunu intikam duygusuyla yapmanın kimseye yakışmayacağını da bilmek gerekirdi.
Özkök, Türkiye’nin en büyük gazetesini 20 yıl idare etmişti ve o 20 yılda bu gazete geri değil ileri gitmişti. Bu iş kolay değildi. Birikim isterdi, tecrübe isterdi, yöneticilik, kabiliyeti isterdi.. Bunun zorluğunu herkes anlamaz, takdir edemez.
İşte bütün bu zorlukların üstesinden gelebilen ve Hürriyet’i 20 yıl yöneten Ertuğrul Özkök’e ben bundan sonrası için de başarılar diliyorum...
KONTROL
Neler yiyoruz!..
Yeni bir “organik pazar” açılmış.
Orada satılan sebze ve meyveler hormonsuzmuş, tabii gübreyle gübrelenmişmiş.
Pek çok kadın “çocuğuna bu sebzelerden yedireceğini” söylüyor.
Demek ki bu “mikrop şehir”de bu çocuklar bağışıklıktan uzak yaşayacak.
Bunu çok yazdım biliyorum ama, yetkililerin kılı bile kıpırdamıyor, onu da görüyorum.
Bizde denetim yok. Fırınlar, lokantalar ne zaman denetlense özellikle TV’lerde haber oluyor.
Demek ki bu denetimler önemli. Ve faydalı. Çünkü denetimlerde neler görülüyor neler, neler bulunuyor neler. Öyleyse devam etsenize...
Bizim dostumuz bir doktor var. Ona göre, bazı beyaz peynirlerde süt hiç yok. Halk aldatılıyor. Bunları yakalayan belediye var mı?
Sucuklarda da tavuk derisi ve çekilmiş tavuk kemikleri var diyorlar.
Peki, bunları kovalayan, yakalayan kim hiç duydunuz mu?
Komşu ülkeler Türkiye’den yollanan sebze ve meyveyi zaman zaman iade ediyorlar. Bunlar sınırda imha mı ediliyor, yoksa iç piyasaya mı sürülüyor?
Siyaset iyi, ama bunlarla kim uğraşacak?