PKK büyük şehirlere indi. Devlet güçleri onların terörünü önleyemiyor.
Ahmet Türk meydan okuyor, tehdit ediyor.
Türkiye bugünkü gibi kritik günlerden hiç geçmedi, böyle kritik günler hiç görmedi, yaşamadı.
Bir süre sonra bunu hepimiz söyleyeceğiz, bugün iyimser olanlar bile. Ama o gün iş işten geçmiş olacak...
* * *
Bakın Başbakan’a. Hiçbir dönem böylesi geldi mi?
Cumhurbaşkanı adayını o seçiyor, meclis başkanının kim olacağına Tayyip Erdoğan karar veriyor.
Bir insan hem her şeye hâkim başbakan olacak hem de çoğunluğun sevgisini kazanamayacak, olur mu?
Adnan Menderes bile herhalde Türkiye halkının en az üçte ikisi tarafından seviliyordu.
Bu sözler, belki Tayyip Erdoğan’ı bir nebze olsun kendine getirir, durup düşündürür diye, bir vatandaş olarak söylüyorum.
* * *
Erdoğan, muhalefet lideri için “Kendilerine güveniyorlarsa Güneydoğu’ya gitsinler de göreyim” manasına gelen sözler söylüyor. Son grup toplantısı konuşmasında bunu “Sivas’ın ötesine” diye tekrar etti.
Sen Başbakan değil misin, senin iktidarında yurdun bazı köşeleri, bazı kişilere nasıl kapalı olabilir?
Yurt bölündü mü?
Bölünmediyse el ele tutuşun ve hep beraber Güneydoğu’ya gidin. Birlik, bütünlük böyle pekiştirilir. Teröre böyle tokat atılır.
Bir başbakana da bu yakışır.
* * *
Yurtta öyle bir kutuplaşma var ki, bir kelime bile sanki patlamaya hazır bir bomba için kıvılcım teşkil ediyor.
İzmirli geniş görüşlüdür, tahsilli, terbiyeli, aydındır. Oradakilere “faşist” denemez.
Şimdiye kadar hiç orada Kürt kökenlilerle çatışma duyuldu mu?
Hayır.
Peki, geçende niye çatışma çıktı?
Çünkü DTP tahrik ediyor.
Bir kere, DTP’nin çıkarma yapar gibi bir edayla İzmir’e girmesi hata idi...
Ama PKK ve DTP çatışmayı şehirlere yaymak istiyor. Onların “açılım”ı da böyle...
DTP’lilerin Habur’daki tavırları da bölünme korkusunu tetiklemedi mi? Tetikledi, etkiledi...
O DTP ki Güneydoğu’yu da daima çatışma için tahrik ediyor ama o bölge için hiç kalkınma önerisi getirmiyor.
* * *
Dönelim Başbakan’a.
Memur grevi, işsizlik, bölücülük, basına baskı, üniversiteye baskı, yargıya baskı, askere baskı işte günümüzün konuları bunlar.
“Faşizan bir zihniyet ülkeye el koydu” diyen haksız mı?
AKP’YE GEÇER NOT
Biz AKP’yi eleştiriyoruz. Doğru bildiğimizi söylüyoruz. Çünkü biz böyleyiz. Yani yurdumuzu seviyoruz. Ama şunu da belirtelim. AKP’nin her yaptığı yanlış mı?
Hayır.
Dış politika, iç politikanın aksine iyi gidiyor, iyi yönetiliyor. Başlangıç iyi, sonunda iyi olacak zannediyorum. Örnek çok, yer az. Onun için ben saymayacağım, dışta iyi götürülen işleri, şahsiyetli münasebetleri siz sayın.
Göreceksiniz iç politikada “sıfır” alan AKP ve Başbakan Erdoğan, dış politikada “geçer not” alacaktır.
TEKRARLARSA
Taş atana ağır ceza
Biz “Açılım” kelimesiyle meşgulken PKK’lılar Türkiye’yi ateş içinde bıraktılar. Yaktılar, yıktılar.
“Bu ne biçim karşılık!” diyenler haklı sayılmaz mı?
Tayyip Erdoğan onlar için “Açılım barışı” vaat ediyor.
Karşısındakiler İstanbul’u ve başka şehirlerimizi altüst ediyor, araçları ateşe veriyor. Yakıp yıkıyor.
Hele hele, “Kendileri için özel kanun çıkaralım” denilen “taşçı” çocukların attıkları taş Başbakan’ın aklını başına getirmedi mi?
Taş atan çocuk(!) bunu tekrar ederse, ona verilen ceza artırılırsa, daha caydırıcı olmaz mı?
Yoksa Başbakan, taş atanlar, yakıp yıkanlar karşısında pes mi etti?
“Açılım”la alay edercesine şehirlere inen terörü önlemekten yoksa bu hükümet sorumlu değil mi?
MİNARELER
İsviçre ayıp etti
“6-7 Eylül” 50 yıl önceydi. Ama biz hâlâ günah çıkartıyoruz. O zaman yapılanlardan bugün bile utanıyoruz.
Ben Kumkapı’da kilisenin çanının nasıl yerinden sökülüp atıldığını izledim. Sonra Taksim’de İstiklal Caddesi’nde olanları.
Ama dediğim gibi, bunlar 50 yıl önceydi ve bazı tahriklerle meydana gelmişti.
Geçen 50 yılda anlayışlar, görüşler değişti.
İz TV’de Nazım Alpman’ın programı vardı. Nazım benim çok sevdiğim ve takdir ettiğim eski bir Milliyet çalışanıdır. Nazım o programında “mübadele”de Anadolu’ya gelen Türklerin çocukları, torunları ile yıllar sonra Yunanistan’da ziyaretteydi.
O Türklerin evlerine sonradan Yunanlılar yerleştirilmişti. Ama bugün iki taraf öyle kardeşçe hareket ediyordu ki, bana “İşte medeniyet, kardeşlik, hoşgörü bu” dedirttiler.
Yani yıllar sonra da olsa geldiğimiz nokta buydu.
Ama dünyada bir de, “Herkes gider Mersin’e, İsviçre gider tersine” dedirtecek bir hareket var...
İsviçre bir referandumla minareleri yasakladı ve şimdi bunu anayasaya sokma hazırlığı yapıyor. Bu, minareye değil, İslama karşı olmak demektir.
İsviçre AB’de değil ama ben onu Avrupa’nın en medeni, en demokratik en hoşgörülü ülkesi olarak tanıyordum. Yanılmışım. Geç de olsa bunu şimdi anladım. Çünkü minare yasağı çağdışı bir davranıştır. Bir dine karşı olmaktır ve onun mensuplarına hakarettir. Medeniyet dışı, insanlık dışı bir davranıştır, insan haklarına aykırıdır, toplumsal bir ayıptır. Referandum konusu da değildir, olamaz.
Yani Avrupa’da bazıları için demokrasi, inanç hürriyeti hoşgörünün boş laf olduğu anlaşılmıştır.
Kaçmak Çelik’e yakışmaz
Lafı atıp kaçmak kolay.
Bu kolayı AKP Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik yaptı. Çelik, “Bingöl’de 33 erimizin şehit edilmesinin Ergenekon’un işi olduğunu” ima etmişti. İma ne demek, sen iktidarda değil misin, ima, dedikodu sana, daha doğrusu, senin işgal ettiğin mevkiye yakışır mı? Acele ima ettiğini ispat et...
72 milyon bunu bekliyor.
Bodrum Kaplan’ı
“Güzelim dağlarımıza domuz gribi gelmemiş. Çünkü mikroplar Ankara ve ötesinde kaldı...”
Bu sözler DTP Şırnak milletvekili Hasip Kaplan’ın. Demek ki Sayın Kaplan bu yazı Bodrum’da geçirmeyecek.