Tokat’ta savaş yok. Türk askeri ile PKK orada çatışmıyor.
Ama 7 Türk askeri Tokat’ta alçakça bir pusu sonunda şehit ediliyor.
Sonra kızımız Serap var.
Otobüste öldürülüyor. Çatışma burada da yok.
Katiller genç kızı yakıp kaçıyor.
Bu cinayetlerde acıyı artıran unsur ahkâm kesmek ve PKK militanlarını değil, karşı tarafı suçlamak. Bu da yapıldı.
Tokat pususunda açıkça yapıldı. Tarih bunu yazacak, Türk milleti ahkâm kesen bu isimleri unutmayacak. Bunların bir kısmı arada günah da çıkarsa, timsah gözyaşı da dökse bu millet yapılanları affetmeyecek.
Tokat’ta 7 gencimize pusu kurup şehit edenlerin gizli yerlerden emir aldıkları, olayın yeni bir Ergenekon olayı olduğu açık kapalı yazıldı, çizildi, söylendi. İması da yapıldı...
Ama 3 gün sonra iddiaları yine PKK boşa çıkardı. PKK, “Pusuyu biz kurduk, 7 askeri biz öldürdük” dedi. Yani, “Şecaat arz ederken merdi kıpti sirkatin söyledi.”
Herhalde aksini savunanların, yaymak isteyenlerin, PKK koruyucularının yüzü kızardı.
Ama yüz kızarması yetmez...
7 şehitli terör olayına “provokasyon” diyenler ve bu cinayeti PKK dışındaki meçhul güçlere yıkmak isteyenler, PKK’dan daha çok bu memleketin düşmanı sayılacaktır. Çünkü asıl bölücülüğü bunlar yapmaktadır.
* * *
“Açılım”ı sabote edenler 7 gencimize pusu kurdu” derken, 33 erimizin şahadeti bile örnek gösterildi.
Ama onların söylemek istediğinin aksinin ortaya çıkması şimdi 33 askerimizin şehit edilmesi olayını da PKK’dan başkalarına yıkmak isteyenlerin asıl yüzünü ortaya çıkarmış sayılmaz mı?
Açılıma karşı derin komplo yok, Türk askerine var ve bunu PKK yapıyor, bazıları da görmek istemiyor. Bunu yapanlar PKK’dan daha zararlı sayılmaz mı?
* * *
Ben geçen hafta “taş atan çocuklar” için ne yapılması gerektiğini yazmıştım.
“Düşünen akıl için yol birdir” diye bir sözümüz var. Bir haftada aynı noktaya gelindi.
Milli Eğitim Bakanı “Taş atan çocuklara devlet el koyabilir” diye konuştu. Adana Valisi de bu ihtimalden söz etti.
Taş atan çocukları teşvik edenler artık düşünmeli.
Bakın bu çocuklara Atatürk heykeli de taşlattırıldı.
Orduevi de. Yani olay iyice çığırından çıktı ve olay birkaç çocuğun taş atmasından öte anlam kazandı ve kazanıyor.
Polisler linç edilmek isteniyor. Kamu binaları yıkılıyor.
Şehirler alev alev ve bu aleve benzin dökercesine Hasip Kaplan denen DTP’li “etnik sayım” yapılmasını istiyor.
Bunlar tarihe not düşülüyor, herhalde...
Peki hükümet nerede? Seyirci mi? O sorumlu değil mi? Dün yapılan toplantı da çok geç kalmış sayılmaz mı?
ONLARIN AÇILIMI
Açılım bir süreçtir...
Adım adım ilerleyeceksin.
Önce masum görülen istekler ileri süreceksin.
Sonra “Eh, verilse ne çıkar!” denilebilecek talepler gelecek...
Ve sonra akıl almaz istekler...
İşte DTP milletvekili Hasip Dicle’nin akla ziyan vardığı nokta:
“Abdullah Öcalan, İmralı’daki hapisten çıkarılsın ve bir evde yaşasın.”
Kısa sürede nereden nereye değil mi?
Sonraki isteklerine de ben tercüman olayım: Taşlanan Atatürk heykelleri yerine “Atakürt”ün heykelleri dikilsin!..
Ha Ali Veli, ha Veli Ali
DTP kapatıldı. BDP açıldı.
Yani DTP, oldu BDP.
Parti kapatmak çare değilse niye kapatılıyor?
AKP, “laikliğe karşıtlığın odağı” olmuştu ama kapatılmadı.
Öyleyse DTP de kapatılmasa siyaseten iyi olurdu.
Ama “Siyaset başka adalet başka” derseniz o da başka.
Onun için değil mi ki adalet DTP’yi kapadı.
Siyaset onu, BDP yaparak açtı. Hayırlısı olsun...
OLAYLAR
Nasıl verilmeli?
Salı günü İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi’ndeki derste Muş olayları ve diğerlerini tartışıyoruz. Sınıfta 100 civarında öğrencim var.
Basın bu terör olaylarını, çatışmaları olduğu gibi vermeli mi, yoksa bir süzgeçten geçirmeli mi?
Yani, “otokontrol” uygulamalı mı?
Bu tartışma ne kadar sürdü, zaman veremeyeceğim ama şu noktaya vardık diyebilirim. “Tahrik” olmadıkça, tahrik etmedikçe, olaylardan okuyucu, seyirci haberdar edilmeli.
Ertesi gün, yani dün de tesadüfe bakın ki bu konu TV’lerde ve internette tartışılıyordu... Çünkü 2 gazete hariç diğerleri alışılmışın aksine Muş olaylarını küçük görmüşlerdi...
TEK LİSE
YÖK Başkanı haklı
YÖK Başkanı’nın şu sözünü ben beğendim, daha doğrusu gerçekçi buldum.
Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan şunu diyor: “İmam hatipleri genel liseye çeviririz. Liselere de seçmeli din dersi koyarız. Bu derslerde, Kuran, namaz gibi, ne gerekiyorsa öğretilebilir. Hıristiyan öğrencilere ve Alevi öğrencilere ihtiyaçları olan bilgiler verilebilir...“ Evet, biz de YÖK Başkanı’nın fikrine katılıyoruz.
Böylece eğitimde ikilik ortadan kalkar... İsteyen, din bilgisini de normal lisede alır. Tartışma da biter.
Bu konuda acele çalışma başlatılmalı.
Çünkü ailelerin çoğu çocuklarını imam olsun diye imam hatip okullarına yollamıyor. Bu biliniyor.
Normal liselerde, seçimlik olsa da gereken din bilgisini alacaksa bu veliler “İlle de imam hatip lisesi” diye tutturamazlar. İkilik biter...
ÖYMEN
Öfkeli Yıllar
Bir anda yıllar önceye gittim.
Eskiyi bilmeyenin yeniyi anlaması güçtür.
Bunu bildiğim için “kadim dostum” Altan Öymen’in son kitabı “Öfkeli Yıllar” benim için can simidi oldu. Eski olayları hatırlamanın ve yeni olayları daha iyi anlamanın can simidi.
Çünkü “Öfkeli Yıllar”da demokrasinin başlangıç yıllarını ve o yıllardaki siyasi olayların bir özetini ve en can alıcı noktalarını buluyoruz.
Bunu belki başkaları da yapabilir, yazabilir. Ama Altan Öymen’in, o yıllarda yapılan siyasetin içinde olan bir kişi olarak anlattıkları başka bir anlam, başka bir önem kazanıyor.
60 yılı aşkın süredir gazeteci ve siyasetçi olarak Türkiye’nin en tartışılan olayları içinde yaşa, ve bugünün ışığında, geçmişte olanları yeni nesillere bırak. Altan Öymen’e sonsuz teşekkürler.