Türkiye'de topal bir demokrasi var, diyorduk.
Niye topal?
"Sol" ayağı yok.
Artık kötürüm de diyebiliriz. Çünkü
"merkez sağ"ı da yok.
İkiye bölünen merkez sağ 18 Nisan'dan beri ne birinci parti, ne de ikinci...
Öyleyse bir anlamda o da yok sayılır.
Belki de o nedenle nevi şahsına münhasır bir koalisyon, istikrar sembolü haline gelerek şimdiye kadar yapılamamış çok şeyi yapabiliyor.
Cumhurbaşkanı'nı, Anayasa'yı değiştirme pahasına da olsa yerinde tutmaya çalışabiliyor.
Buraya kadar olan serüven çok tartışıldı.
Hatta Başbakan, Demirel'in yeniden Çankaya'da kalması gereğini
"rejimin esenliğine" de bağladı. Değişikliğin, Anayasa'da iki kelimeye sığacak kadar basit olduğunu da vurguladı.
Her şey kabullenilebilirdi, kabullenildi de ama son gelişme bu konuda biraz aşırıya kaçıldığının göstergesi oldu.
Demirel'in kalması için yapılacak değişikliği FP'lilere ve milletvekillerine rüşvet sayılacak iki maddeyle genişletip üçlü paket haline getirmek Çankaya için Anayasa değişikliğini kabul edilebilir bir çözüm şekli olmaktan çıkarttı.
Bu, olsa olsa yeni bir krize davetiye çıkartırdı ve öyle de oldu.
Yılmaz dünkü açıklamasında, Anayasa'nın 101., 69. ve 86. maddelerinde paket halinde değişikliğe kamuoyunda yanlış anlaşılabileceğini bilerek de olsa evet dediklerini açıkladı. Buna rağmen bazı ANAP'lıların sözleri ile DYP'nin tutumu üçlü değişikliğin benimsenmediğini gösteriyor.
Hele FP'lilerin yüz verince astar istermiş gibi TCK 312. maddesi ile Anayasa'nın 14, 24 ve 84. maddeleriyle ilgili değişikliklerin de bu pakete konması taleplerinin mümkün olmayacağı da meydanda.
İstikrar bozulmasın, kriz doğmasın diye Demirel'e evet derken bu evetin bizatihi kriz sebebi olması yeni bir kısır döngüye girildiğinin göstergesi sayılabilir.
Başbakan'ın; iki kelimelik basit bir işlem dediği konu, başarılı bir el birliği (!) ile uzun bir romana çevrildi.
Kanal D iyi iş yaptı
Kanal D çok güzel bir olaya daha imza attı.
Avrupa'daki Türk kızlarının güzellikleriyle de ortaya çıkmalarını, Avrupalı kızlardan o açıdan da farkları olmadığını, hatta üstün olduklarını gösterdi.
Kafalardaki
"Avrupa'daki Türk" imajını değiştirdi.
Kanal D'nin organize ettiği Berlin'deki yarışma Türkiye'de de iftiharla izlendi.
TV başındakilerin çoğu herhalde kafalarında bazı sorulara da cevap arıyorlardı. Bu kızlarımız Türkiye'nin neresinden gelmişler?
Avrupa'da kaçıncı kuşağı temsil ediyorlar?
Şimdi Avrupa'da hangi şehirde oturuyorlar?
Okuyorlar mı, çalışıyorlar mı?
Ne okuyorlar, nerede çalışıyorlar?
Ne kazanıyorlar?
Kalmak mı, dönmek mi istiyorlar?
Avrupa'ya ilk gelen dedeleri veya babaları ise onlar ne iş yapıyorlar?
Dediğim gibi bu bir güzellik yarışması olduğu kadar Avrupa'daki üç milyon Türk'ün sosyal portresinin de ortaya konmasına yarayacak bir laboratuvar çalışması gibiydi.
Kanal D'yi bu başarılı faaliyeti nedeniyle kutlarken hiç olmazsa ilk ona giren kızlarımızla evlerinde, işyerlerinde, okullarında yapılmış röportajlar da görmenin yukarıdaki sorulara cevap teşkil edeceği için yararlı olacağını sanırım.
Yazara E-Posta: dheper@milliyet.com.tr