Dr. Demet Erciyes

Dr. Demet Erciyes

demeterciyes@yahoo.com

Tüm Yazıları

Tıpta anksiyete olarak adlandırdığımız kaygı bozukluğu her insanın hayatı boyunca değişik derecelerde karşısına çıkabilir. Gelebilecek herhangi bir tehlikeye karşı uyanık durmak açısından da aslında faydalı bir tepkidir. Ama tabi dozunda olmak kaydıyla. Bu kaygı bozukluğu uzun sürdüğünde, kişinin günlük yaşantısını, olaylara tepkisini, hareketlerini olumsuz yönde etkilemeye başladığında önemli bir sorun halini almış demektir. Burada endişeye sebep olan faktörden çok bu faktörün ortaya çıkardığı endişe sorun yaratmaya başlar. Kişinin uykuları bozulur, çarpıntı, nefes darlığı, huzursuzluk, sinirlilik ve panik hali ortaya çıkar. Bu durumu organik bir hastalıkmış gibi algılar ve öyle de davranır. En sık da sorunun kalbiyle ilgili olduğuna inanarak ölüm korkusuyla beraber biz kardiyologlara müracaat eder. Olay panik atağa doğru gittiyse baş etmek daha da zorlaşır.

Haberin Devamı

Kimlerde daha çok görülüyor

Genetik olarak ailede anne babada kaygı bozukluğu varsa çocukta da olma riski yüksektir. Özellikle yetiştiği ortam, çevre, eğitim ve kültür son derecede önemlidir. Durmadan kaygılı düşüncelere sahip, depresif ve eleştiren yaklaşımlarda bulunan ve yüksek beklentileri olan, çocuğun kendisini ifade etmesine izin vermeyen baskıcı ebeveynlerle büyüyen kişilerde kaygı bozukluklarının ortaya çıkma ihtimali çok daha yüksektir. Kaygı bozukluğu aynı zamanda kişinin olaylara bakış açısı ve yaşadıklarıyla da yakından alakalıdır. Yaşanmış psikolojik olaylar ve travmalar kaygı bozukluğunun tetiklenmesine yol açabilir. Geçmişinde derin üzüntüler ve kayıplar yaşamış birinin başkası için basit sayılabilecek bir konuda kolayca kaygı bozukluğu yaşaması beklenebilir. Örneğin çok sevdiği birini hastalık yüzünden kaybetmişse aynı durumu yaşamaktan korkarak tekrar bir hastalıkla karşılaştığında kaygılanma eşiği düşmüştür.

Yeni koronavirüs psikolojimizi nasıl bozuyor?

Bu salgın başladığından beri herkesin psikolojisini olumsuz önde etkiledi. Kolayca bulaşan ve ölümcül olabilen binmeyenlerle dolu bir hastalık olması onu bir kâbusa çeviriyor. Hastalık bu yetmezmiş gibi insanı psikolojik olarak çok rahatlatan ve sevgi ifadesinin adeta bir refleksi haline gelmiş sarılma hareketini ortadan kaldırdı. İnsanlar bırakın sarılmayı tokalaşmayı, büyüğüne saygı olarak el öpmeyi, birbirine yaklaşmaya korkar oldu. Birçoğumuz güvende kalmak için kendi kendimizi gönüllü olarak evlere hapsettik. İşin ekonomik boyutu ayrıca başlı başına bir sebep. İşini kaybedenler, geliri düşenler artan pahalılıkla beraber yaşam mücadelesi vermekte. Geliri iyi olanlar da gezemiyoruz, restorana gidemiyoruz, yurt dışına çıkamıyoruz diye dertli. Anlayacağınız hiç kimse mutlu değil bu durumdan. Sadece koronavirüs yüzünden hasta olma korkusunun yarattığı kaygı değil hastalıktan korunmak için sosyal hayattan uzaklaşmanın yarattığı sinir bozukluğu da söz konusu. Eğlence gibi gözüken fakat bu dönemde aslında ihtiyaç olduğunu fark ettiğimiz kafe, restoran, sinema, tiyatroya gitmek gibi sosyalleşme faaliyetlerinin kısıtlanması insanların düşüncelerini rahatlatacak ortamları ortadan kaldırıyor. Kişide biraz meyil varsa ya da farklı sebeplerle psikolojik durumu zaten bozuksa bu karantina ortamında da eğer yalnızsa, hissettiği kaygı ya da depresyon daha da derinleşebilir. Yeni koronavirüsün yaptığı hastalığın belirtiler çok yaygın gördüğümüz basit bir üst solunum yolu infeksiyonun belirtilerine benzer. Bu nedenle bu hastalığa yakalanma korkusuyla hafif bir baş ağrısı, boğaz ağrısı, genel kas ağrısı, öksürük gibi şikâyetler olduğunda hemen korkup kendi kendimize teşhis koymaya kalkabiliriz. Hatta bu korkuyla beraber insan kendini dinlediğinde gerçekte bu şikâyetler olmasa bile varmış gibi hissetmeye de başlayabilir. Bu yanılgılar çoğu zaman insanların boşu boşuna doktora gitmesi ve boş yere testler yaptırmasıyla son bulur.

Haberin Devamı

Yeni koronavirüsün tetiklediği kaygı bozuklukları

Haberin Devamı

Yeni koronavirüsün kaygısıyla nasıl baş edeceğiz?

Öncelikle ortalıkta dolaşıp duran bilgi kirliliğinden kendimizi korumalıyız. Özellikle de nedendir belli değil her önüne geleni yazan kişilerle dolu sosyal medyada böyle ciddi bir sağlık konusuna ait gördüğümüz her bilgiye itibar etmemeliyiz. Sağlık Bakanlığının referansında ve güvenilir kaynaklardan edindiğimiz bilgileri esas almalıyız. Doğrusu bu hastalıkla ilgili fazla detaya girmeye de gerek yok zira zaten birçok bilinmeyenle dolu bir hastalık. Eğer medyadaki bilgiler sizi ve psikolojinizi rahatsız ediyorsa bakmamanız sizin için daha iyi. Bırakın bu tatsız konuyla biz doktorlar uğraşalım. Aslında bu hastalıkta sizin bilmeniz gerekenler belli. Nasıl korunacağımız çok basit, maske, mesafe temizlik. Şimdi aşı da geldi. Belirtileri de malum. Daha fazlasına kafa yormak bazen zararlı da olabiliyor. Eğer yine de kaygı başladıysa bunu paylaşmaktan çekinmeyin. Çünkü neşe paylaştıkça çoğalır üzüntü ve kaygı da paylaştıkça azalır. Ailenizle, yakınlarınızla, doktorunuzla telefonla ya da yüz yüze bu kaygınızı paylaşın. Unutmayın yıkmayan her zorluk daha da kuvvetlenerek devam etmenizi sağlar. Yeter ki zorluklar karşısında yıkılmayıp dayanmayı tercih edin.