Yasama organında “anadilde savunma” hakkıyla ilgili kanun tasarısının görüşülmesi sırasında Cumhuriyet Halk Partisi’ne mensup bir milletvekilinin sarf ettiği “Türk ulusu Kürt milliyetiyle eşit olamaz” sözü genel kamu oyunda olduğu gibi CHP’nin kendi içinde de tepkiler yol açtı. Ama tuhaf bir şekilde, tepkiler “ırkçılık” eleştirisiyle ve bu sözün Kürt sorunu bağlamında yarattığı rahatsızlıkla sınırlı kaldı.
Birisi milliyetçilikle bağlantılı “uygunsuz” bir söz ettiğinde hep aynısı oluyor: Konu onunla doğrudan doğruya ilgili olmasa da, herkes ırkçılığı taşlamakla yetiniyor. Irkçılığın bu şekilde günah keçisi yapılması sayesinde milliyetçilik de kurtarılmış oluyor. Böylece, yedisinden yetmişine bütün Türklerin zihnine, ırkçılık şeklini almayan milliyetçiliğin iyi olduğu fikri bir kere daha nakşedilmiş oluyor.
Siyasi rekabet
Bu strateji siyasi rekabette de bayağı işe yarıyor: Size, kendi milliyetçiliğinizi hiç gündeme getirmeden, o “uygunsuz” söz yüzünden muhalifinizi eleştirme, kınama imkânı veriyor. CHP milletvekilinin o sözü zorunlu olarak ırkçı olmayan, ama onun (ve partisinin) milliyetçiliğini dışa vuran bir söz. Ama siz de özünde milliyetçi olduğunuzdan, kendinizi
Uluslararası Enerji Ajansı (IEA)’nın açıkladığı son rakamlara göre Çin her yıl yüzde 3.7 oranında kömür üretimini arttıracak. Diğer taraftan Postdam İklim Araştırmaları Enstitüsü’nden bilim adamları Çin’e çok kızgın. Geçen on yıl boyunca buzulların erime hızının iki hatta üç katına çıkmasında, Çin’de kömürle çalışan fabrika bacalarından çıkan dumanları sorumlu tutuyorlar
Dünya Ekonomik Forumu’nun 2013’ün Küresel Riskleri Raporu’na göre, dünya ekonomik kırılganlık ve ülkelerin çevresel risklerle mücadele gücünün azalması nedeniyle daha tehlikeli bir duruma geldi. 2013 risk raporu, 1000 uzman ve sanayi sektörü liderinden 50 küresel riski değerlendirmeleri istenerek hazırlandı. Bu raporun en can alıcı noktalarından biri ise, “Aşırı hava koşullarının sıklığının her geçen gün hızla artmasının temelinde atmosfere sızan sera gazlarındaki önlenemez artışın yatıyor olması ve getirmiş olduğu acı yükler...
Ne tesadüf ki bu raporun yayımlandığı günde Milliyet Gazetesi, bir Biyolog gözüyle yazmış olduğum “Dünyayı Nasıl Bu Hale Getirdik ” yazı dizisini baş sayfadan okuyucularına duyurmuştu. Yazının “Sunuş” kısmında da ifade etmiş olduğum; “Bir arada yaşatmak zorunda olduğumuz iki
Bütünşehir Yasası ile büyükşehirlerdeki 16 bin köyün tüzel kişiliği kaldırılarak her biri mahalle haline getirildi. Anayasa Mahkemesi iptal etmezse, yasanın Anadolu köyleri ve kültürüne faturası ağır olacak. Tüm mal varlıkları belediyelere devredilecek. Köyler mahalle olduğu için küçük ölçekli hayvancılık imkansızlaşacak
Anadolu, ideolojik safların arasına itile itile çok yoruldu. Yüzünü güneye çevirdiler olmadı. Sonra batıya, bir dönem kuzeye ve doğunun uzağına, sonra yine güneye. Olmadı. Sayısız zulüm verdiler. Yine olmadı. Ne yana çevirseler, ne kadar çok ezseler, Anadolu köklerini bırakmadı. Kendisi gibi düşündü, hep saf kaldı. Saf tutmadı.
Çünkü... Anadolu’nun kendisi bir düşünürdür. Üzerine yapıştırılan tüm ideolojilerin ana fikirleriyle binlerce yıldır tanışık, bu nedenle, hepsiyle de barışıktır. Hiçbirine dönüşmez. Hiçbirini düşman edinmez. Hiçbir merkezi kutsamaz.
Yüzyılı aşkın bir süredir, Anadolu’nun kendisinin bir düşünür olduğunu göremiyoruz. Böyle olunca, doğamızdan gelen düşünme, teorik bilginin esiri oluyor. Bir yanda köyler, şehirler kuran halkın öz düşüncesi, öte yanda devletin ve şirketlerin yapılandırdığı resmi bilgi.
Gel zaman git zaman, Anadolu
Çalışmalarımız içine giren “Yaratıcı Sanatlar ve Çağdaş Toplum” (Creative Arts Cortemporary Society); konularına bir Salzburg seminerinde de kafa yormuştum. Başlangıçtan günümüze dek, yazın, iletişim, tiyatro vb. gibi yaratıcı bilim ve sanatların, toplumla ilişkileri, benimsenmeleri, açmazları, düzeylerinin etkenlerini inceleyerek ‘yaratıcı sanatları neler oluşturur’ üzerine yoğun yorum ve bazı düşüncelerle irdelemeleri gözden geçirelim:
Yaratıcı kişinin toplumla ilişkilerini düşünürsek, yaratıcılık, kişiler ve toplumun varoluşundaki hemen hemen her şeyin tümünün yansıtılışıdır. Yazın genel olarak kişilerin, toplumun, varoluşun anlamını araştıran bir sanattır.
Seminerde sözü edildiği gibi yaratıcı sanatlar ille de aç çevrelerden ya da zengin çevrelerden mi çıkar konusu üzerine zaman harcamak çok da gerekli değildir. Bir ara tarihten örnekler verilerek böyle bir gruplaşmaya ve açmaza girilecek oldu. Elbette ki sosyal, ekonomik sorunlar çözülmeli ve yaratıcı sanatlarda başarı için önemli olanın; çalışabilmek, yaratıcı bir kafa, gözlem, zeka, entelektüellik, kafa gelişmesi; inceleme-araştırma ve zaman gerektirdiğini bilmek gerek.
EKONOMİK SORUNLAR
Konuları, ekonomi ve
Bir kenti depreme hazırlamak sadece yapıların güvenli hale dönüştürülmesiyle olmaz. Kentin insan, altyapı, çevre ve yönetim anlayışının da afetle baş edebilir hale getirilmesi gerekir. Bu da ancak kentte yaşayan herkesin yönetimle bütünleşip bir seferberlik havasıyla iş ve güç birliği yapmasıyla olur
Bir kent toplum, altyapı, yapı stoku, çevre ve yönetim sistemi gibi ana bileşenlerden oluşur. Eğer o kent deprem tehdidi altında ise onu deprem güvenli hale getirmek için tüm bu bileşenleri bütüncül bir anlayışla kentsel dönüşüme tabi tutmak gerekir.
Bilinçli Toplum
İnsanların depremle baş edebilmeleri, her şeyden önce depremin ne olduğunu, deprem öncesinde, deprem sırasında ve deprem sonrasında ne yapmaları gerektiğini iyi bilmeleriyle mümkün. Bu da ancak ciddi halk eğitimiyle sağlanabilir. Deprem bekleyen kentlerde bu tür eğitimler kentte yaşayan her insana ulaşacak etkinlikte olmalı ve bunun için uygun olan her türlü zaman, zemin ve olanak kullanılmalıdır. Eğitim programlarının, diziler kadar olmasa bile, halk tarafından ilgiyle izlenmesinin bir yolu bulunmalıdır. Unutmayalım ki bir deprem kentinde yaşadığının farkında olmayan, evini ve iş yerini bu tehlikeye göre
“Son zamanlarda Türkiye’deki barış görüşmelerine odaklandık. PKK ve silah bırakmaktan söz ediyoruz. Bizim dışımızda da bir dünya ve benzer sorunlar olduğunu unutuyoruz. Acaba dünyadaki benzer sorunları yaşayan ülkeler bu işi nasıl çözmüş, bakmakta yar var. Bu anlamda İspanya’daki ETA, İngiltere’deki İRA ve Güney Afrika’daki Mandele deneyimlerini incelemeli ve tartışmalıyız.”
Baştan şunu belirteyim: Her ülkenin koşulları kendine hastır ve hiç bir yerdeki bir deneyim başka yere transfer edilemez. Ancak bu deneyimlerden Türkiye’nin çıkaracağı dersler olduğu için bilinmesinde ve tartışılmasında büyük yarar vardır. Bu anlamda İspanya’daki ETA, İngilteredeki İRA ve Güney Afrikadaki Mandella deneyimlerini incelemeli ve tartışmalıyız. Türkiyedeki gibi buradaki hareketler de birer sebep değil birer sonuçtur. Bilimsel kuraldır, sebebi ortadan kaldırmadan sonucu ortadan kaldıramazsınız. Nitekim aşağıda görüleceği gibi üç ülkede bu sonuçların boy verdiği sebepleri oratadan kaldırarak sonuca gitmiş ve barışı gerçekleştirmişlerdir.
ETA ve İspanya
İspanya’yı Bask meselesinin çözümünde başarılı kılan faktör, Madrid’in demokratik boyutunu da kapsayan çok boyutlu bir çözümü yürütmüş
Delilik aynı şeyi tekrar tekrar yapıp farklı sonuçlar beklemektir diyor Albert Einstein. Ülkemizin karşı karşıya olduğu toplumsal sorunların çözümünde, sosyal inovasyon kavramının üniversiteler, STK’lar, kamu ve özel sektör kurumları tarafından üzerinde düşünülen, tartışılan ve uygulama projeleri ile hayata geçirilen bir kavram haline gelmesi gerekiyor. Sosyal inovasyon çalışmaları toplumsal sorunların çözümü için önemli bir potansiyel barındırıyor...
Sosyal İnovasyon, yaklaşık 50 yıllık bir geçmişi olmasına rağmen, ülkemiz için çok yeni bir alan. Oysa birçok ülkede sosyal inovasyon alanında çalışan merkezler, dünyanın 40’dan fazla üniversitesinde ise araştırma ve uygulama birimleri var.
Ülkemizde toplumsal sorunlara yönelik temel çözüm önermemiz eğitim. Kuşkusuz eğitim, toplumların kalkınmasında ve sorunların çözülmesinde önemli bir unsur, ancak, tek başına yeterli değil. Einstein, “karşı karşıya kaldığımız sorunlar onları yarattığımız düşünce düzleminde çözülemez” diyor. Yeni yaklaşımlar, kavramlar, stratejiler, örgütlenmeler, yöntemler, kurallar ve uygulamalar, sorunun çözümü için bireylerin eğitimi kadar önemli unsurlar.
Zamana uyum
Dün olduğu gibi bugün de
‘Bilgi Çağı’nın ilk yıllarını yaşadığımız günümüzde bilginin üretilmesi ve kullanılması açısından dünya üzerindeki ülkeler de hızla üç ayrı gruba ayrılmaktadır. Birinci sırayı ‘satılabilir bilgi’ üreten ülkeler almaktadır. Bazı ‘Pazar Araştırma’ şirketlerinden bilgi almak istediğinizde size önerilen her paragraf bilginin, her grafiğin ayrı bir ücreti olduğunu görürsünüz. Ben buna kısaca ‘Satır-satır-bilgi-satmak’ diyorum. Karlılığı çok yüksek olan bu ticarete şöyle bir örnek verilebilir: Bir ülkenin perakende pazarı ile ilgili tek bir grafik satın almak için yaklaşık 8-10 kg fındık ihraç etmek zorundayız.
İkinci sırada ihtiyacı olan bilgiyi üreten veya satın alabilen ülkeler vardır. ‘Kaliteli’ bilgiyi anlamak farklı bir uzmanlık gerektiğinden, ihtiyacı karşılayan bilgiyi satın alabilmek de küçük bir beceri değildir. Bu iki kategori dışındaki diğer bütün ülkeler ise son sırada yer almaktadır.
Ülke olarak birinci grupta yer almadığımız konusunda hemfikir olduğumuzdan ve ‘satılabilir’ bilgi üreten bir ülke haline gelmeyi arzu ettiğimizden eminim. Oysa bu hiç de kolay değildir.
‘İHTİYAÇ OLAN VERİ’
Geçen yüzyılda veriye (bilgiye değil!) ulaşmak zordu. Bugün ise bilgisayar