Fenerbahçe’nin fizik gücü yükseldikçe futbolu güzelleşmiyor ama sistematik bir şekilde maç kazanıp büyük maratonda büyük adımlar atıyor.
Lakin ortada ilginç bir durum var. Fenerbahçe’nin savunması çok iyi diyorsunuz; acayip bir hata yapıp gol yiyorlar.
Forvetleri müthiş diyorsunuz; 9 yaşındaki çocuğun atacağı golü kaçırıyorlar (mesela Webo).
Lider... Bu futbolla nereye kadar gider?
Maçın ilk yarısındaki gol Fenerbahçe’nin 12 yıllık jokeri Selçuk’tandı. İtirazsız görev adamı Selçuk 20. dakikada ceza sahası içinde yakaladığı ikinci fırsatı da gole çevirebilseydi belki Emre ve Meireles’in dönüşünde bir tanesini kesebilirdi ama vuslat başka bahara kaldı.
Aslında Fenerbahçe’nin bir de santrforu vardı... Ya bir ya iki defa topa dokunabildi koskoca bir 45 dakikada Emenike. Yalnız kaldı. Emenike’yi besleyecek pas ancak maçın 58. dakikasında Caner’in uzun topuyla gelince santrforluğunu hatırladı Emenike: 2-0
Fenerbahçe’nin ikinci golü gerçekten Karabükspor sayesinde... Ne zaman ki, Karabükspor gol aramaya başladı ve Fenerbahçe kalesine indi, Emenike’nin istediği koşullar yaratıldı.
Kupa maçlarında tribünler tıka basa dolarken Süper Lig karşılaşmaları antrenman seyircisi kadar meraklı toplayabilince, geriye tek “olağan şüpheli” kaldı; Passolig...
Boş tribünlerin sebebini futbolumuzun kalitesinde arasak, kupa maçlarında niye dolsun ki?
“Yıldız yok” desek, kupa maçları B takımıyla oynanıyor neredeyse.
Baksanıza İstanbul’un göbeğinde Fenerbahçe sahaya çıkıyor, Kasımpaşa tribünlerinde dört bin insan var.
Aynı Fenerbahçe Kupa maçı için İzmir’e gittiğinde kırk bin...
Galatasaray B takımıyla Eskişehir’e gidiyor kupa için. Tribünler tıka basa. Kendi sahasında lig maçında on bin kişi toplayamıyor.
Ne fark var arada?
Kulüpler Birliği Başkanı Göksel Gümüşdağ’ın “finansal yapımızda eğer bir makyajlama yapılmıyor olsa, zannediyorum çoğu kulübümüz UEFA’da maça çıkamaz” itirafı, misak-ı milli sınırları içinde kimseyi şaşırtmadı...
Hepimizin malumuydu zaten.
Biz yazıyorduk, kulüpler yalanlıyordu, vatandaş bir inanıyor bir avunuyordu. İçselleştirmiş, alışmıştık. Yuvarlanıp gidiyorduk.
Bazen endişelensek de sıklıkla uyanıklığı takdir ediyorduk taraftarlığımızın demine göre.
Lakin bu sefer başka...
Açıklama, Kulüpler Birliği Başkanı’nın.
“Aman kendimize çeki düzen verelim” ötesinde...
Korktuğum oldu... Fenerbahçe başkanı Aziz Yıldırım taraftarlar arasında dayanışmayı güçlendirmek, sarı-lacivert kenetlenmeyi sağlayabilmek için bildiği en iyi yolu seçti ve “savaş” ilan etti!
“Düşman” kim?
Şimdilik belli değil.
Listeye rakipleri, federasyonu, yayıncı kuruluşu, hatta Devleti bile koydu. Zaten savaşın kime karşı olduğu önemli değil... Mesaj Fenerbahçelilere:
“Hazırlanın, yeni bir seferberlik var”!
Sebep?
“Hakkımızı yiyorlar”!..
Sporda şiddet ve düzensizliği önleyecek kanunun ilk olarak Beyaz TV’ye ve Ahmet Çakar’a uygulanması, her türlü operasyonu medyadan başlayan ülkemizin örf adet ve geleneklerine son derece uygundur...
“Dünyanın en özgür medyası” olarak bazı bedeller ödenecek tabi!..
Şaka bir yana, 123 bin lira Beyaz TV’ye 6 bin lira Ahmet Çakar kesilen cezanın bir tek tuhaf tarafı vardır; “ilk” olması...
Çünkü kanunun çıktığı günden beri nice adamlar girip çıktı kapsama alanına, hiçbirinde yasa hatırlanmadı.
Onun dışında, olay makul ve mantıklıdır.
Hatta “hayırlı”!..
Neden derseniz; Çakar ve Beyaz Futbol’a “biraz yavaş” demek zamanı gelmişti.
Aziz Yıldırım “Medya Baronlarına” çattı ama “mesajı” gerçek sahibi olan Fenerbahçe’nin “sahadaki baronları” çok iyi aldı...
Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla misali; çimenlerin üzerinde bir şeyler kötü gidiyorsa, medya forma giyip rakip savunmaya falan engel olmuyordu ya sonuçta.
Belli ki, “biraz toparlanalım arkadaşlar” demiş Fenerbahçeli futbolcular... Ve toparlanmışlar.
Makbul olanı, Başkan çıkıp sağa sola ayar vermeden yapmalarıydı lakin Fenerbahçe futbolcuları gedikli ve buna alışmışlar.
Mersin İdmanyurdu az buz takım değil; tecrübe ile enerjinin iyi bir kokteyli. Geçen hafta Galatasaray’a kök söktürmüşlerdi.
Ancak karşılarında alışılmadık şekilde iştahlı bir Fenerbahçe... Bu sezon belki de ilk kez bir maçta her ikili mücadeleyi Fenerbahçeli futbolcular kazandı.
Açıkçası Fenerbahçe’nin forvetleri Sow ve Kuyt son vuruşlarda ıska geçip sakarlık etmese Fenerbahçe ilk yarıda oyunu koparabilirdi. Özellikle Sow maç boyunca yedi-sekiz gol kaçırarak belki de bir rekor kırdı.
“Fazilet bulaşıcıdır” demiş Charles Dickens... Yani, bir mekana, bir gruba bu “mikrop” girdi mi, istediğiniz kadar “sakının”, “hastalık” kaçınılmazdır.
Dickens’ın ta Victoria devrinde ettiği bu laf, 21. yüzyıldaki “bize” hem mecaz hem gerçek anlamıyla cuk oturmaktadır.
Çünkü “normal” tersidir ve fazilet “hastalık” gibidir bugün.
Futbolumuza gelince...
Beşiktaş faziletin son “kurbanıdır”!
“Hastadır”...
Ve dikkat edin, bulaştırabilir!
Kimse ümitsizliğe kapılmasın... Adım gibi eminim, 2015 yılı ile birlikte seyircinin tribünlere dönüşü başlayacaktır.
Hatta geçmiş yılları aşarak...
Neden mi?
Passolig geçiş sürecini falan bir kenara bırakın... Açık konuşalım; boş tribünlerin temel sebebi Süper Ligimiz’deki futbol kalitesiydi.
Hani yerlerde sürünen, sezonun ilk düdüğü ile serbest düşüşe geçen futbol parametresi var ya; işte o.
Zaten yıllardır tepetaklak gidiyordu ama yerine “dalaşarak/sataşarak ilgiyi yüksek tutmak” gibi bir garabet ikame edilmişti. Lafla peynir gemisi yürümüyor, demeç savaşları bir yere kadar koruyordu seyircinin ilgisini.
Ama nereye kadar?